T
talib
Misafir
Kelami Dergâhı Hizmetkârı Kastamonu’lu Ahmed Hasib Yılanlıoğlu (k.s.) “O, tam bir Ahiret Adamı idi...”
Ahmed Hasib Efendi Kastamonu Köşker Mahallesi 25 hane nüfusuna kayıtlıdır. Doğum tarihi 1325/1908’dir. Babası Ahmed Said Efendi’dir. Sülalesi Kadiri Meşayıhı silsilesindendir. Ecdadı Abdulfettah-ı Veli bu silsilenin başıdır. Babası Ahmed Said Efendi 58 yaşında vefat edince ibtidai (ilkokul) eğitimine başlar, altı ay orada okur. Ancak bir problem vardır. Babası Ahmed Said Efendinin vefatıyla boşalan irşad postuna Hasib Efendinin oturması icab ediyor. Kendi tabiriyle onun şeyh olması için ciddi bir eğitimden geçip kemale ermesi gerekiyor. Posta amcası oturur bu yüzden.
Fatih başimamı Kastamonulu Hafız Ömer Aköz ile Yunanistan Şeyhi Nureddin Efendiler merhum Ahmed Said Efendi’nin yakın dostlarıdır. Bu iki muhterem zat, yetim kalan Hasib Efendi’nin Kadiri usulünce yetişmesi için İstanbul’a Kelami Dergâhı Nakşî-Kadiri şeyhi Muhammed Esad-ı Erbilî Hazretlerine götürülür. Dergâhta kalarak ihzari, ibtidai dâhil, ibtidai hariç yani ilkokul-ortaokul okur.
Dergâhta kendisine bir oda tahsis edilir. Orada altı yedi ay kalır. Kumkapı imamı Hoca Yusuf Efendi’den Arapça dersleri alır. Hafız Sadık Efendi’den Hulasa’yı okur.
Danimarkalı para psikolog Carl Vett’in dergâhta kaldığı günlerde orada ona hizmet eder.
Dergâhta kısa sürede görüp yaşayarak elde ettiği kemalat ile Kastamonu’ya döner. Ancak 1925’te tekkeler kapatılır. 1932’deki fitnede zor günler geçirir. Hapse düşmekten kurtulsa da bir günlüğüne sorgulanmak için poliste nezarette kalır.
Hasib Efendi ile 1997’li yıllarda Kastamonu’da vefatından önce bir görüşme yaptık. Kelami dergâhı ve Muhammed Esad-ı Erbilî hazretleriyle ilgili röportaj yapma imkânı bulduk. Kendisi 90 yaşını geçmiş olmasına rağmen baston kullanmıyordu sürekli huzur halinde, tepeden tırnağa nur yüklü zayıf, nahif, orta boylu bir zat-ı muhteremdi.
Burada onunla yaptığımız röportajı okuyucularımızla paylaşmak isteriz:
Ethem Cebecioğlu: Bismillahirrahmanirrahim, Selamun aleyküm efendim!
Hasib Efendi : Ve aleyküm selam! (Genelde yere bakıyor, mahcub bir hali var…)
E.C. : Efendim Ahmed Hasib Tanbur kimdir?
Hasib Efendi : Kastamonu Köşker Mahallesi 25 hane nüfusuna kayıtlı Ahmed Said oğlu 1325 doğumlu Ahmed Hasib Tanbur isminde bir kişiyim.
E.C. : Sülaleniz hakkında kısa bir malumat verebilir misiniz?
Hasib Efendi : Biz Kastamonu’da ecdadımız Abdulfettah-ı Veli’den itibaren, aile olarak meşayih silsilesindeniz. Babam 58 yaşında vefat edince, ibtidai mektebine başladım. Orada altı ay okudum. Babamdan sonra dergâhta irşat görevini yürütebilmem için, seyr-ü sulük çıkarmak üzere İstanbul’a gitmem gerekti.
E.C. : Nasıl oldu bu efendim?
Hasib Efendi : Babamın İstanbul’da çok yakın dostlarından iki kişi vardı. Birisi Fatih Camii başimamı, Yunanistan Şeyhi Nureddin Efendi. Bu muhterem zatlar beni İstanbul’a, Esad-ı Erbilî’ye götürdüler.
E.C. : Manevi terbiye için mi efendim?
Hasib Efendi :Evet bu gayeyle gittik.
E.C. : Sene kaçtı efendim?
Hasib Efendi :1339-1340 (1924) falan. O zaman on üç yaşlarındaydım, çocukluk-gençlik dönemi. Saltanat devrinin medresesi vardı. İhzari, ibtidai dâhil, ibtidai hariç yani ilk ve ortaokul o zamanki ismiyle. Üç yıllık bu mektebi İstanbul’da okudum. Ondan sonra İstanbul’a gittim.
E.C. : Kelami Dergâhı’nda mı kalıyordunuz?
Hasib Efendi : Evet, İstanbul’a gittiğimde dergâhta kalıyordum. Bir oda ayırdılar bana. Kumkapı imamı Hacı Yusuf Efendi isminde bir zat vardı. Ondan Arapça okumaya başladım. Ayrıca dergâhın ikinci imamı Hafız Sadık Efendi de her sabah Pir Efendi Esad-ı Erbilî Hazretlerinin yanına gelir, Kur’ân okurdu. Üç sayfa Kur’ân’dan sonra sohbet başlardı. Sohbet bitince o hoca bize orada Hülasa okuturdu. Yani Hafız Sadık Efendi. Kasım ve Aralıkta iki cilt, sonra Nisan ve Mayısa kadar diğer eserler… Böylece devam etti, efendim.
E.C. : Daha sonra?
Hasib Efendi : Altı ay sonra Şeyh Said isyanı çıktı. O isyandan önce sadık bir rüya görmüştüm. Bir fitne ve karışıklık çıkmıştı rüyada. Rüyamı Pir Efendimizin Gebzecik halifesi Hacı Nuri Efendi’ye anlattım. Bana; “Bu rüyayı nerde gördünüz?” diye sordu. “Dergâhta” dedim. “Bu rüyayı Pir Efendimize anlatalım” dedi. “ Pir Efendimize anlatalım ama kimse varken söyleme, baş başa yalnız iken söyle” dedi “olur!” dedim. O gün sohbetten sonra herkes gidince rüyamı Efendimize anlattım. Dinledi, yüzü mahzun oldu, ama “peki” diyerek yorum yapmadı. Aradan birkaç gün geçince ortalık karıştı. Doğuda Şeyh Said isyanı zuhur etti.
E.C. : Pir Efendi o isyanda ne yaptı?
Hasib Efendi : Seyyid Abdulkadir Kursadi vardı. Bu zat Esad Efendinin kâtibiydi. Dergâha sıkça gelir giderdi. Onunla beraber bir kişiyi daha Şeyh Said’e yolladı. Bu işin sonunun olmadığını, derhal isyandan vazgeçilmesi gerektiğini söylemek üzere, bu ikisini oraya gönderdi. Ancak ikisi de orada idam edildi.
E.C. : Ondan sonra ne oldu?
Hasib Efendi : Bir müddet sonra Pir Efendi beni çağırdılar. “Yanlış anlama! Bu iş artık bitmiştir. Durum sıkıntılı… Bu şekilde burada kalman mümkün değildir. Belki sana da zararımız olur, sen artık git evladım!” dediler. Ben de “Sem’an ve taaten” deyip Kastamonu’ya döndüm. Dönünce bir kanun çıktı. Tekaya ve zevayanın Seddi (tekke ve zaviyelerin kapatılması) kanunu. İşte o sıralar tahkikat başladı. Dergâhta Lütfü Efendi vardı. Ayrıca Arnavut Bolulu bir aşçı vardı, Adem Efendi vardı. Adem Efendi ile aşçıya bir şey dememişler. Ancak Lütfü Efendi’yi Bulgaristan’a gönderdiler. Bu şekilde oradan ayrılmış olduk. Kastamonu’ya gelince artık okuyamadım.
E.C. : Şimdi efendim asıl soracağımız şu: Siz Kelami Dergâhında kalırken oraya Danimarkalı bir psikolog geliyor, Carl Vett yani. Pir Efendi ile dergâhta 15 gün sohbette bulunuyor, zikirlere, namazlara katılıyor. Derwish Diary unvanıyla. Yazdığı hatıratında bunları anlatıyor. Siz bu zatla görüştünüz mü?
Hasib Efendi : Efendim, ben bir gün dergâhta oturuyorum, kapı çalındı. Kapıyı açtım içeriye Mahmud Muhtar Paşa ile Münir Paşa, Münir Paşa’nın hanımı ve Carl Vett, dördü girdiler. Önlerine düştüm. Misafirler için hususi bir oda vardı, gelenler oraya alınırdı, onları oraya aldım. İçeri gittim, Pir Efendi’ye haber verdim. “Muhtar Paşa, Münir Paşa geldiler, yanlarında Münir Paşa’nın hanımıyla bir de Carl Vett diye biri var!” dedim. Gülümsedi, geliyorum dedi.
E.C. : Siz teşrifat ettiniz mi?
Hasib Efendi : Evet, Pir Efendimizin gelmesini beklerken Carl Vett yabancı dilde bir şeyler söyledi, aralarında yabancı dilde bir şeyler konuştular. Ne söylediklerini bilmiyorum ama gelirken Sünbül Efendi dergâhına uğramışlar.
E.C. : Koca Mustafa Paşa’daki…
Hasib Efendi : Evet, Carl Vett orada murakabeye varmış, o sırada bir zat görmüş. O gördüğü zat Esad-ı Erbilî hazretleriymiş. O sırada Carl Vett’in konuştuğu buymuş. “O zat Esad-ı Erbilî Hazretleriydi” diyormuş.
E.C. : Manevi bir işaretle geliyormuş yani.
Hasib Efendi : Evet, gördüğü oymuş. Sonra Pir Efendimizle görüştüler, gittiler. Gidince Pir Efendimiz bana “O burada kalacak, sen odana bir somya hazırlayıver, senin yanında kalsın, Şeyh Hüseyin Efendi’ye (halifelerden Cide müftüsü Hüseyin Efendi) telgraf çekelim. Benim hâlim yok, bu vazifeyi en ziyade ona bağlayalım!” dedi.
E.C. : Onunla ilgilensin diye öyle mi?
Hasib Efendi : Evet, bir yatak hazırladık, Cide Müftüsü Hüseyin Efendi’ye telgraf çektik. Kastamonu’dan geldi. Dergâhta misafir olarak kaldı. Ona bizatihi ben hizmet ettim. Kitapta resmi olan heybetli zat, odur. Kastamonu Cide’de müftüydü.
E.C. : Memleketi de Kastamonu muydu?
Hasib Efendi : Evet, o Kastamonuluydu. Şimdi Münir Paşa’dan bahsetmişken size dergâhta yaşadığım bir olayı anlatayım. Bir gün dergâhta Pir Efendimizin yanındayım. Derken kapı çalındı. Biri var, ama bir yandan bağırıyor, hem de kapıyı çalıyor. Kapıyı açtım. Bir hanım. Çarşafına bürünmüş, hemen içeri girdi. Hiçbirini dinlemeden doğru yukarı çıktı. Ben de içeri girip Pir Efendimize haber verdim. “Efendim çarşaflı bir hanım geldi, hem ağlıyor hem de yukarı kata çıktı. Sizi soruyor.” dedim. Gülümsedi “Geliyorum” dedi. Pir Efendimiz gelince o hanım hemen efendimizin ayaklarına kapandı. Orada konuştular. Münir Paşa’nın hanımıymış. Fransız prensesi Pir Efendimizin huzurunda kelime-i şehadet getirdi, Müslüman oldu, hidayet olundu.
E.C. : İlk defa orada mı Müslüman oldu?
Hasib Efendi : Evet.
E.C. : Demek ki manevi bir işaret aldı, muhakkak.
Hasib Efendi : Evet, rüyada Pir Efendimiz irşad etmiş. Hemen o gün gelip Müslüman oldu. Ziyafet verdi, biz de gittik.
E.C. : Pir Efendimizin oğlu Mehmet Ali Efendi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz efendim?
Hasib Efendi : Evet, kendisiyle görüştüm. Selimiye’de Selimiye Camii ve dergâhında oturuyordu. Üsküdar’dan Kadıköy’e giderken sağda, orada evi vardı. Hatm-i Hacegan yaptırırdı. Kendisi çok büyük bir âlimdi. Dergâhta Cuma günleri daima okur ve hatme yaptırırdı.
E.C. : Kendisi hatipti yani.
Hasib Efendi : Evet, fevkalade. Öyle kitap, kâğıt, kalem falan yok. İrticalen gönül konuşması yapar, zuhurata göre konuşurdu.
E.C. : Kastamonu’ya döndükten sonra ne oldu efendim?
Hasib Efendi : Kastamonu’ya dönünce çok sıkıntıya uğradık, çok kaybettiğim şeyler oldu. Pir Efendimiz kendi işlerinde kullanmam için bana mührünü vermişti. İkinci mührü. Yani onun mührünün aynısı olan ikinci mühür. Çok sıkıştığım bir zamanda onu çekiçle ezip toprağa gömmek zorunda kaldım maalesef.
E.C. : Neler oldu efendim?
Hasib Efendi : Bir gün köyden geldim. Baktım ki kapı kırık, eşyalar her yere serilmiş, ev pejmürde, hırsız işi değil ama ne işi bilemedim, hiçbir şey aklıma gelmedi. Dışarı çıktım öğreneyim diye. Derken bu günkü MİT teşkilatı var ya eski adıyla Teşkilat-ı Mahsusa; “Hadi geçmiş olsun” dedi bana. Acele “Ne oldu?” dedim. “Evini bastık, aradık ama Esad Efendi hakkında, onunla ilgili bir şey bulamadık, atlattın” dedi. Ama öyle deyince betim benzim attı. “Ne var?” dedi “Benzine ne oldu?” “Benim bir şeyden haberim yok” deyip gittim.
E.C. : Daha başka neler oldu efendim?
Hasib Efendi : Sedirin altında bir sandığım var, her şey o sandıktaydı. Pir Efendi’nin Mektubatı, kitapları, mührü, kendisinin verdiği hediyeler, yazılar hepsi oradaydı. Onların hepsini oradan aldık, kaybettik. Evi araştırırken görmemiş, her şeyi dağıtmışlar. Yatağı, yorganı sermişler, sediri kaldırıp bakmamışlar. Bu Allah’ın lutf-i ilahisi. Ondan sonra ifademizi aldılar. Kastamonu’da Muallim Murad Bey vardı. O, Kastamonu’da Şeyh Esad ile ilgili kimse yoktur diye rapor vermiş, iş böylece bitti. Hâlbuki Kastamonu’da 32 kişi vardık.
E.C. : Kastamonu’da?
Hasib Efendi : Evet, Pir Efendimize mensup 32 kişiydik. İçlerinde ben de dâhil olmak üzere. O rapordan sonra bir daha ifade alınmadı. Böylece kaldı.
E.C. : Onlara bir zarar geldi mi?
Hasib Efendi : Yok, yalnız ben bir gece nezarethanede kaldım, o kadar. Ama o emanetler, o kitaplar hepsi kayboldu gitti, ona hala acırım.
E.C. : Efendim Carl Vett, Kelami Dergâhında hatıralarını anlatırken “Ben dergâhta kaldığım süre içinde üç profesör beni ziyarete geldi. Ferid Kam, Mehmet Ali Ayni, .... Siz bu zatları gördünüz mü?
Hasib Efendi : Efendim onların hepsi zaten dergâha sık sık geliyorlardı.
E.C. : Tanışıyorsunuz onlarla.
Hasib Efendi : Efendim onlar serbest. Ancak bazen dergâhta ikamet ederlerdi. Ben de yanlarına çıkardım. Hepsi profesör, paşa, bakan, âlim…
E.C. : Evet, Münir Paşa, Mahmud Muhtar Paşalar geliyorlardı.
Hasib Efendi : Büyük insanlar geliyorlardı.
E.C. : Yani Osmanlının eliti, münevverleri geliyorlardı.
Hasib Efendi : Efendim kusura bakmayın burada bir şey söyleyeceğim, “Akıllı gördüğünü, ahmak işittiğini konuşur” derler. Beni ahmak kabul edin.
E.C. : Estağfirullah efendim lütfen anlatınız.
Hasib Efendi : Sultan Reşat tahta çıktıktan sonra, bir cüppe diktirir, terziye “Yakasını dikme!” der. Sultan Reşat, küçük bir kâğıda Kur’ân’ı Kerim’den bir ayet yazar, yakanın içine kor ve onu terziye diktirir. Terziye; “Sen yanımda kal” diyerek yaveri olan paşaya cübbeyi vererek Pir Efendimize gönderir ve tembihler: “Esad Efendi giyerken ağzından ne çıkarsa bir kâğıda yaz ve bana getir!” Bunun üzerine paşa dergâha gelir ve bizzat kendi eliyle cübbeyi giydirmek ister. Esad Efendi önce “Olmaz, kendim giyerim!” diye itiraz edecek gibi olsa da paşa; “Olmaz, padişahımızın emri, ben giydireceğim” deyince, ulu’l-emre itaat gerek diyerek cübbeyi paşanın elinden giyer. Giyerken besmele çekip Fecr suresinin son dört ayetini okur. “Ey mutmain olmuş (huzura kavuşmuş) nefs! Sen Allah’tan, Allah da senden razı (hoşnut) olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına gir! Cennetime gir!” Meğer Sultan Reşad’ın cübbenin yakasının içine yazıp koyduğu ayetlermiş bunlar.
Sultan Reşad bu durum karşısında duygulanıp ağlar ve Pir Efendimize intisab eder.
E.C. : Keşfen bilmiş yani Pir Efendimiz!
Hasib Efendi : Evet efendim bilmiş ve Sultan Reşad da ona bağlanmış.
E.C. : Efendim Abdulhamid, Pir Efendimizi sürgün olarak Erbil’e yolladı diye biliyoruz. Nedir bunun mahiyeti?
Hasib Efendi : Efendim o bir siyasetti. Kuzey Irak’ta İngilizler faaliyet yapıyormuş. Onlara engel olmak için oraya gönderildi. Hatta orada Türk Muhibleri Cemiyeti kuruldu. Neticede İngilizler bertaraf olunca İstanbul’a avdet etti Pir Efendimiz.
E.C. : Efendim, o sırada Sami Efendi Hazretleri de dergâhta imiş galiba?
Hasib Efendi : Hayır. Ben ordayken yoktu, ama daha önce orada epeyce bulunmuş.
E.C. : Kendisini hiç gördünüz mü?
Hasib Efendi : Hayır efendim. Sami Efendi Hazretlerini görmek hiç nasib olmadı. Ancak müridan dergâhta ondan bahsederken “Otuz yaşında Pir Efendimizin en genç halifesi!” diye konuşurlardı. Özellikle Hafız Nuri Efendi onun hakkında sitayişle çok bahsederdi.
E.C. : Adana’da mıydı o sıralar?
Hasib Efendi : Evet efendim Adana’daydı. İstanbul’da yoktu. Eğer olsaydı o bulunduğu sürede onu mutlaka görürdüm.
E.C. : Dergâhta kimleri tanıdınız?
Hasib Efendi : Pek çok hulefayı tanıdım. Kavak imamı Hulusi Efendi, Sütlüce imamı Ömer Efendi, Hoca Tayfur Efendi, Asım Efendi, Kastamonulu Hafız Nuri Efendi, Trabzonlu Süleyman Efendi, Lütfü Efendi, Kayseri dersiâmı Hafız Abdullah Efendi, Konya resiu’l-kurrası Konyalı Hafız Efendi, İstanbul reisu’l-kurrası Hafız Hayrullah Efendi, Hoca Yusuf Efendi, Fatih dersiâmı Hafız Abdullah Efendi. Bunlar her gün akın akın gelirlerdi.
E.C. : Halifelerden başka tanıdık var mı efendim?
Hasib Efendi : Hepsini tanırım, isimlerini saydım ya?
E.C. : Hepsi de hilafet mertebesine nail oldular yani?
Hasib Efendi : Evet, hepsinin icazeti vardı.
E.C. : Tekkelerin kapatılmasından sonra Kelami Dergâhı ne oldu efendim?
Hasib Efendi : Kelami Dergâhı da kapatıldı. Pir Efendimiz Erenköy’de Mustafa Zihni Paşa’nın köşkünü aldı. Oraya taşındı. Sonradan ortalık yatışınca gittim köşkte birkaç gün kaldım.
E.C. : Efendim Esat Erbili Hazretlerine hizmet ettiniz, biraz onun suretinden, siretinden, karakterinden, halinden bahseder misiniz?
Hasib Efendi : Hâlim, selim, pamuk gibiydi. Cemal tezahürü vardı. Biraz boynu hafif kalbe doğru eğik olurdu daima, orta boyluydu, kâmil, âlim, fazıl, latif bir zattı. Size bir şey daha anlatayım. Sabahları her gün üç-dört sayfa Kur’ân okurdu. Bediüzzaman da gelirdi.
Doç. Dr. Ethem Cebecioğlu
Altınoluk Dergisi; 2010 - Temmuz, Sayı: 293, Sayfa: 042
Altınoluk Dergisi; 2010 - Temmuz, Sayı: 293, Sayfa: 042
Ahmed Hasib Efendi Kastamonu Köşker Mahallesi 25 hane nüfusuna kayıtlıdır. Doğum tarihi 1325/1908’dir. Babası Ahmed Said Efendi’dir. Sülalesi Kadiri Meşayıhı silsilesindendir. Ecdadı Abdulfettah-ı Veli bu silsilenin başıdır. Babası Ahmed Said Efendi 58 yaşında vefat edince ibtidai (ilkokul) eğitimine başlar, altı ay orada okur. Ancak bir problem vardır. Babası Ahmed Said Efendinin vefatıyla boşalan irşad postuna Hasib Efendinin oturması icab ediyor. Kendi tabiriyle onun şeyh olması için ciddi bir eğitimden geçip kemale ermesi gerekiyor. Posta amcası oturur bu yüzden.
Fatih başimamı Kastamonulu Hafız Ömer Aköz ile Yunanistan Şeyhi Nureddin Efendiler merhum Ahmed Said Efendi’nin yakın dostlarıdır. Bu iki muhterem zat, yetim kalan Hasib Efendi’nin Kadiri usulünce yetişmesi için İstanbul’a Kelami Dergâhı Nakşî-Kadiri şeyhi Muhammed Esad-ı Erbilî Hazretlerine götürülür. Dergâhta kalarak ihzari, ibtidai dâhil, ibtidai hariç yani ilkokul-ortaokul okur.
Dergâhta kendisine bir oda tahsis edilir. Orada altı yedi ay kalır. Kumkapı imamı Hoca Yusuf Efendi’den Arapça dersleri alır. Hafız Sadık Efendi’den Hulasa’yı okur.
Danimarkalı para psikolog Carl Vett’in dergâhta kaldığı günlerde orada ona hizmet eder.
Dergâhta kısa sürede görüp yaşayarak elde ettiği kemalat ile Kastamonu’ya döner. Ancak 1925’te tekkeler kapatılır. 1932’deki fitnede zor günler geçirir. Hapse düşmekten kurtulsa da bir günlüğüne sorgulanmak için poliste nezarette kalır.
Hasib Efendi ile 1997’li yıllarda Kastamonu’da vefatından önce bir görüşme yaptık. Kelami dergâhı ve Muhammed Esad-ı Erbilî hazretleriyle ilgili röportaj yapma imkânı bulduk. Kendisi 90 yaşını geçmiş olmasına rağmen baston kullanmıyordu sürekli huzur halinde, tepeden tırnağa nur yüklü zayıf, nahif, orta boylu bir zat-ı muhteremdi.
Burada onunla yaptığımız röportajı okuyucularımızla paylaşmak isteriz:
Ethem Cebecioğlu: Bismillahirrahmanirrahim, Selamun aleyküm efendim!
Hasib Efendi : Ve aleyküm selam! (Genelde yere bakıyor, mahcub bir hali var…)
E.C. : Efendim Ahmed Hasib Tanbur kimdir?
Hasib Efendi : Kastamonu Köşker Mahallesi 25 hane nüfusuna kayıtlı Ahmed Said oğlu 1325 doğumlu Ahmed Hasib Tanbur isminde bir kişiyim.
E.C. : Sülaleniz hakkında kısa bir malumat verebilir misiniz?
Hasib Efendi : Biz Kastamonu’da ecdadımız Abdulfettah-ı Veli’den itibaren, aile olarak meşayih silsilesindeniz. Babam 58 yaşında vefat edince, ibtidai mektebine başladım. Orada altı ay okudum. Babamdan sonra dergâhta irşat görevini yürütebilmem için, seyr-ü sulük çıkarmak üzere İstanbul’a gitmem gerekti.
E.C. : Nasıl oldu bu efendim?
Hasib Efendi : Babamın İstanbul’da çok yakın dostlarından iki kişi vardı. Birisi Fatih Camii başimamı, Yunanistan Şeyhi Nureddin Efendi. Bu muhterem zatlar beni İstanbul’a, Esad-ı Erbilî’ye götürdüler.
E.C. : Manevi terbiye için mi efendim?
Hasib Efendi :Evet bu gayeyle gittik.
E.C. : Sene kaçtı efendim?
Hasib Efendi :1339-1340 (1924) falan. O zaman on üç yaşlarındaydım, çocukluk-gençlik dönemi. Saltanat devrinin medresesi vardı. İhzari, ibtidai dâhil, ibtidai hariç yani ilk ve ortaokul o zamanki ismiyle. Üç yıllık bu mektebi İstanbul’da okudum. Ondan sonra İstanbul’a gittim.
E.C. : Kelami Dergâhı’nda mı kalıyordunuz?
Hasib Efendi : Evet, İstanbul’a gittiğimde dergâhta kalıyordum. Bir oda ayırdılar bana. Kumkapı imamı Hacı Yusuf Efendi isminde bir zat vardı. Ondan Arapça okumaya başladım. Ayrıca dergâhın ikinci imamı Hafız Sadık Efendi de her sabah Pir Efendi Esad-ı Erbilî Hazretlerinin yanına gelir, Kur’ân okurdu. Üç sayfa Kur’ân’dan sonra sohbet başlardı. Sohbet bitince o hoca bize orada Hülasa okuturdu. Yani Hafız Sadık Efendi. Kasım ve Aralıkta iki cilt, sonra Nisan ve Mayısa kadar diğer eserler… Böylece devam etti, efendim.
E.C. : Daha sonra?
Hasib Efendi : Altı ay sonra Şeyh Said isyanı çıktı. O isyandan önce sadık bir rüya görmüştüm. Bir fitne ve karışıklık çıkmıştı rüyada. Rüyamı Pir Efendimizin Gebzecik halifesi Hacı Nuri Efendi’ye anlattım. Bana; “Bu rüyayı nerde gördünüz?” diye sordu. “Dergâhta” dedim. “Bu rüyayı Pir Efendimize anlatalım” dedi. “ Pir Efendimize anlatalım ama kimse varken söyleme, baş başa yalnız iken söyle” dedi “olur!” dedim. O gün sohbetten sonra herkes gidince rüyamı Efendimize anlattım. Dinledi, yüzü mahzun oldu, ama “peki” diyerek yorum yapmadı. Aradan birkaç gün geçince ortalık karıştı. Doğuda Şeyh Said isyanı zuhur etti.
E.C. : Pir Efendi o isyanda ne yaptı?
Hasib Efendi : Seyyid Abdulkadir Kursadi vardı. Bu zat Esad Efendinin kâtibiydi. Dergâha sıkça gelir giderdi. Onunla beraber bir kişiyi daha Şeyh Said’e yolladı. Bu işin sonunun olmadığını, derhal isyandan vazgeçilmesi gerektiğini söylemek üzere, bu ikisini oraya gönderdi. Ancak ikisi de orada idam edildi.
E.C. : Ondan sonra ne oldu?
Hasib Efendi : Bir müddet sonra Pir Efendi beni çağırdılar. “Yanlış anlama! Bu iş artık bitmiştir. Durum sıkıntılı… Bu şekilde burada kalman mümkün değildir. Belki sana da zararımız olur, sen artık git evladım!” dediler. Ben de “Sem’an ve taaten” deyip Kastamonu’ya döndüm. Dönünce bir kanun çıktı. Tekaya ve zevayanın Seddi (tekke ve zaviyelerin kapatılması) kanunu. İşte o sıralar tahkikat başladı. Dergâhta Lütfü Efendi vardı. Ayrıca Arnavut Bolulu bir aşçı vardı, Adem Efendi vardı. Adem Efendi ile aşçıya bir şey dememişler. Ancak Lütfü Efendi’yi Bulgaristan’a gönderdiler. Bu şekilde oradan ayrılmış olduk. Kastamonu’ya gelince artık okuyamadım.
E.C. : Şimdi efendim asıl soracağımız şu: Siz Kelami Dergâhında kalırken oraya Danimarkalı bir psikolog geliyor, Carl Vett yani. Pir Efendi ile dergâhta 15 gün sohbette bulunuyor, zikirlere, namazlara katılıyor. Derwish Diary unvanıyla. Yazdığı hatıratında bunları anlatıyor. Siz bu zatla görüştünüz mü?
Hasib Efendi : Efendim, ben bir gün dergâhta oturuyorum, kapı çalındı. Kapıyı açtım içeriye Mahmud Muhtar Paşa ile Münir Paşa, Münir Paşa’nın hanımı ve Carl Vett, dördü girdiler. Önlerine düştüm. Misafirler için hususi bir oda vardı, gelenler oraya alınırdı, onları oraya aldım. İçeri gittim, Pir Efendi’ye haber verdim. “Muhtar Paşa, Münir Paşa geldiler, yanlarında Münir Paşa’nın hanımıyla bir de Carl Vett diye biri var!” dedim. Gülümsedi, geliyorum dedi.
E.C. : Siz teşrifat ettiniz mi?
Hasib Efendi : Evet, Pir Efendimizin gelmesini beklerken Carl Vett yabancı dilde bir şeyler söyledi, aralarında yabancı dilde bir şeyler konuştular. Ne söylediklerini bilmiyorum ama gelirken Sünbül Efendi dergâhına uğramışlar.
E.C. : Koca Mustafa Paşa’daki…
Hasib Efendi : Evet, Carl Vett orada murakabeye varmış, o sırada bir zat görmüş. O gördüğü zat Esad-ı Erbilî hazretleriymiş. O sırada Carl Vett’in konuştuğu buymuş. “O zat Esad-ı Erbilî Hazretleriydi” diyormuş.
E.C. : Manevi bir işaretle geliyormuş yani.
Hasib Efendi : Evet, gördüğü oymuş. Sonra Pir Efendimizle görüştüler, gittiler. Gidince Pir Efendimiz bana “O burada kalacak, sen odana bir somya hazırlayıver, senin yanında kalsın, Şeyh Hüseyin Efendi’ye (halifelerden Cide müftüsü Hüseyin Efendi) telgraf çekelim. Benim hâlim yok, bu vazifeyi en ziyade ona bağlayalım!” dedi.
E.C. : Onunla ilgilensin diye öyle mi?
Hasib Efendi : Evet, bir yatak hazırladık, Cide Müftüsü Hüseyin Efendi’ye telgraf çektik. Kastamonu’dan geldi. Dergâhta misafir olarak kaldı. Ona bizatihi ben hizmet ettim. Kitapta resmi olan heybetli zat, odur. Kastamonu Cide’de müftüydü.
E.C. : Memleketi de Kastamonu muydu?
Hasib Efendi : Evet, o Kastamonuluydu. Şimdi Münir Paşa’dan bahsetmişken size dergâhta yaşadığım bir olayı anlatayım. Bir gün dergâhta Pir Efendimizin yanındayım. Derken kapı çalındı. Biri var, ama bir yandan bağırıyor, hem de kapıyı çalıyor. Kapıyı açtım. Bir hanım. Çarşafına bürünmüş, hemen içeri girdi. Hiçbirini dinlemeden doğru yukarı çıktı. Ben de içeri girip Pir Efendimize haber verdim. “Efendim çarşaflı bir hanım geldi, hem ağlıyor hem de yukarı kata çıktı. Sizi soruyor.” dedim. Gülümsedi “Geliyorum” dedi. Pir Efendimiz gelince o hanım hemen efendimizin ayaklarına kapandı. Orada konuştular. Münir Paşa’nın hanımıymış. Fransız prensesi Pir Efendimizin huzurunda kelime-i şehadet getirdi, Müslüman oldu, hidayet olundu.
E.C. : İlk defa orada mı Müslüman oldu?
Hasib Efendi : Evet.
E.C. : Demek ki manevi bir işaret aldı, muhakkak.
Hasib Efendi : Evet, rüyada Pir Efendimiz irşad etmiş. Hemen o gün gelip Müslüman oldu. Ziyafet verdi, biz de gittik.
E.C. : Pir Efendimizin oğlu Mehmet Ali Efendi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz efendim?
Hasib Efendi : Evet, kendisiyle görüştüm. Selimiye’de Selimiye Camii ve dergâhında oturuyordu. Üsküdar’dan Kadıköy’e giderken sağda, orada evi vardı. Hatm-i Hacegan yaptırırdı. Kendisi çok büyük bir âlimdi. Dergâhta Cuma günleri daima okur ve hatme yaptırırdı.
E.C. : Kendisi hatipti yani.
Hasib Efendi : Evet, fevkalade. Öyle kitap, kâğıt, kalem falan yok. İrticalen gönül konuşması yapar, zuhurata göre konuşurdu.
E.C. : Kastamonu’ya döndükten sonra ne oldu efendim?
Hasib Efendi : Kastamonu’ya dönünce çok sıkıntıya uğradık, çok kaybettiğim şeyler oldu. Pir Efendimiz kendi işlerinde kullanmam için bana mührünü vermişti. İkinci mührü. Yani onun mührünün aynısı olan ikinci mühür. Çok sıkıştığım bir zamanda onu çekiçle ezip toprağa gömmek zorunda kaldım maalesef.
E.C. : Neler oldu efendim?
Hasib Efendi : Bir gün köyden geldim. Baktım ki kapı kırık, eşyalar her yere serilmiş, ev pejmürde, hırsız işi değil ama ne işi bilemedim, hiçbir şey aklıma gelmedi. Dışarı çıktım öğreneyim diye. Derken bu günkü MİT teşkilatı var ya eski adıyla Teşkilat-ı Mahsusa; “Hadi geçmiş olsun” dedi bana. Acele “Ne oldu?” dedim. “Evini bastık, aradık ama Esad Efendi hakkında, onunla ilgili bir şey bulamadık, atlattın” dedi. Ama öyle deyince betim benzim attı. “Ne var?” dedi “Benzine ne oldu?” “Benim bir şeyden haberim yok” deyip gittim.
E.C. : Daha başka neler oldu efendim?
Hasib Efendi : Sedirin altında bir sandığım var, her şey o sandıktaydı. Pir Efendi’nin Mektubatı, kitapları, mührü, kendisinin verdiği hediyeler, yazılar hepsi oradaydı. Onların hepsini oradan aldık, kaybettik. Evi araştırırken görmemiş, her şeyi dağıtmışlar. Yatağı, yorganı sermişler, sediri kaldırıp bakmamışlar. Bu Allah’ın lutf-i ilahisi. Ondan sonra ifademizi aldılar. Kastamonu’da Muallim Murad Bey vardı. O, Kastamonu’da Şeyh Esad ile ilgili kimse yoktur diye rapor vermiş, iş böylece bitti. Hâlbuki Kastamonu’da 32 kişi vardık.
E.C. : Kastamonu’da?
Hasib Efendi : Evet, Pir Efendimize mensup 32 kişiydik. İçlerinde ben de dâhil olmak üzere. O rapordan sonra bir daha ifade alınmadı. Böylece kaldı.
E.C. : Onlara bir zarar geldi mi?
Hasib Efendi : Yok, yalnız ben bir gece nezarethanede kaldım, o kadar. Ama o emanetler, o kitaplar hepsi kayboldu gitti, ona hala acırım.
E.C. : Efendim Carl Vett, Kelami Dergâhında hatıralarını anlatırken “Ben dergâhta kaldığım süre içinde üç profesör beni ziyarete geldi. Ferid Kam, Mehmet Ali Ayni, .... Siz bu zatları gördünüz mü?
Hasib Efendi : Efendim onların hepsi zaten dergâha sık sık geliyorlardı.
E.C. : Tanışıyorsunuz onlarla.
Hasib Efendi : Efendim onlar serbest. Ancak bazen dergâhta ikamet ederlerdi. Ben de yanlarına çıkardım. Hepsi profesör, paşa, bakan, âlim…
E.C. : Evet, Münir Paşa, Mahmud Muhtar Paşalar geliyorlardı.
Hasib Efendi : Büyük insanlar geliyorlardı.
E.C. : Yani Osmanlının eliti, münevverleri geliyorlardı.
Hasib Efendi : Efendim kusura bakmayın burada bir şey söyleyeceğim, “Akıllı gördüğünü, ahmak işittiğini konuşur” derler. Beni ahmak kabul edin.
E.C. : Estağfirullah efendim lütfen anlatınız.
Hasib Efendi : Sultan Reşat tahta çıktıktan sonra, bir cüppe diktirir, terziye “Yakasını dikme!” der. Sultan Reşat, küçük bir kâğıda Kur’ân’ı Kerim’den bir ayet yazar, yakanın içine kor ve onu terziye diktirir. Terziye; “Sen yanımda kal” diyerek yaveri olan paşaya cübbeyi vererek Pir Efendimize gönderir ve tembihler: “Esad Efendi giyerken ağzından ne çıkarsa bir kâğıda yaz ve bana getir!” Bunun üzerine paşa dergâha gelir ve bizzat kendi eliyle cübbeyi giydirmek ister. Esad Efendi önce “Olmaz, kendim giyerim!” diye itiraz edecek gibi olsa da paşa; “Olmaz, padişahımızın emri, ben giydireceğim” deyince, ulu’l-emre itaat gerek diyerek cübbeyi paşanın elinden giyer. Giyerken besmele çekip Fecr suresinin son dört ayetini okur. “Ey mutmain olmuş (huzura kavuşmuş) nefs! Sen Allah’tan, Allah da senden razı (hoşnut) olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına gir! Cennetime gir!” Meğer Sultan Reşad’ın cübbenin yakasının içine yazıp koyduğu ayetlermiş bunlar.
Sultan Reşad bu durum karşısında duygulanıp ağlar ve Pir Efendimize intisab eder.
E.C. : Keşfen bilmiş yani Pir Efendimiz!
Hasib Efendi : Evet efendim bilmiş ve Sultan Reşad da ona bağlanmış.
E.C. : Efendim Abdulhamid, Pir Efendimizi sürgün olarak Erbil’e yolladı diye biliyoruz. Nedir bunun mahiyeti?
Hasib Efendi : Efendim o bir siyasetti. Kuzey Irak’ta İngilizler faaliyet yapıyormuş. Onlara engel olmak için oraya gönderildi. Hatta orada Türk Muhibleri Cemiyeti kuruldu. Neticede İngilizler bertaraf olunca İstanbul’a avdet etti Pir Efendimiz.
E.C. : Efendim, o sırada Sami Efendi Hazretleri de dergâhta imiş galiba?
Hasib Efendi : Hayır. Ben ordayken yoktu, ama daha önce orada epeyce bulunmuş.
E.C. : Kendisini hiç gördünüz mü?
Hasib Efendi : Hayır efendim. Sami Efendi Hazretlerini görmek hiç nasib olmadı. Ancak müridan dergâhta ondan bahsederken “Otuz yaşında Pir Efendimizin en genç halifesi!” diye konuşurlardı. Özellikle Hafız Nuri Efendi onun hakkında sitayişle çok bahsederdi.
E.C. : Adana’da mıydı o sıralar?
Hasib Efendi : Evet efendim Adana’daydı. İstanbul’da yoktu. Eğer olsaydı o bulunduğu sürede onu mutlaka görürdüm.
E.C. : Dergâhta kimleri tanıdınız?
Hasib Efendi : Pek çok hulefayı tanıdım. Kavak imamı Hulusi Efendi, Sütlüce imamı Ömer Efendi, Hoca Tayfur Efendi, Asım Efendi, Kastamonulu Hafız Nuri Efendi, Trabzonlu Süleyman Efendi, Lütfü Efendi, Kayseri dersiâmı Hafız Abdullah Efendi, Konya resiu’l-kurrası Konyalı Hafız Efendi, İstanbul reisu’l-kurrası Hafız Hayrullah Efendi, Hoca Yusuf Efendi, Fatih dersiâmı Hafız Abdullah Efendi. Bunlar her gün akın akın gelirlerdi.
E.C. : Halifelerden başka tanıdık var mı efendim?
Hasib Efendi : Hepsini tanırım, isimlerini saydım ya?
E.C. : Hepsi de hilafet mertebesine nail oldular yani?
Hasib Efendi : Evet, hepsinin icazeti vardı.
E.C. : Tekkelerin kapatılmasından sonra Kelami Dergâhı ne oldu efendim?
Hasib Efendi : Kelami Dergâhı da kapatıldı. Pir Efendimiz Erenköy’de Mustafa Zihni Paşa’nın köşkünü aldı. Oraya taşındı. Sonradan ortalık yatışınca gittim köşkte birkaç gün kaldım.
E.C. : Efendim Esat Erbili Hazretlerine hizmet ettiniz, biraz onun suretinden, siretinden, karakterinden, halinden bahseder misiniz?
Hasib Efendi : Hâlim, selim, pamuk gibiydi. Cemal tezahürü vardı. Biraz boynu hafif kalbe doğru eğik olurdu daima, orta boyluydu, kâmil, âlim, fazıl, latif bir zattı. Size bir şey daha anlatayım. Sabahları her gün üç-dört sayfa Kur’ân okurdu. Bediüzzaman da gelirdi.