İlim-irfan
Well-known member
Kimlik; kendimize has düşünce, duygu, idrak/algı, değer, tavır, davranış, hâl ve hareketlerinden oluşan benliğimiz, özümüzdür. Maddî ve mânevî bütün varlığımızı oluşturan “ben” kimliğimizi yansıtır. Duyu, duygu, his, kalb, akıl, beyin, vicdan vs., hepsi bir arada kimisi mücerred/soyut, kimisi müşahhas/somut olarak “ben”i ifade eder. Başkalarına ve ilişkide bulunduğumuz her şeye göre bir şeyiz. Çocuk, evlât, anne/baba, eş, amca, hala, dayı, teyze vesâire
. Bunlar hep benliğimizin / kimliğimizin parçaları.
Kimliğimizin oluşmasında en büyük rolü, anne/babamız, çevremiz, inançlarımız oynar. Çocukluğumuzdan; hatta bebekliğimizden (kimi ilim adamlarına göre anne rahminden) başlayarak oluşan kimliğimiz; her türlü sesli, görüntülü, dokunmalı mesajlardan düşünce, duygu, konuşma, bakma, giyinme, çalışmalarımıza kadar etki eder. Dolayısıyla aile içi eğitim ve terbiye hayâtî önem taşır.
Çocuk ağaçtır; yaş iken eğilir; eğitilir. Hamur gibidir; bilhassa anne-baba ona şekil verir. Çocuğun ilk, en büyük, en tesirli hocası zaten annesidir. Zîrâ o, şefkat kahramanı bir mürebbiyedir. Ebeveynin, annenin hamilelik devresindeki davranış, tutum, hattâ ruh hâlinin, çocuğun genleri ve dolayısıyla şahsiyeti üzerinde etkili olduğu unutulmamalı. Çalışan anneler, anne-bebek beraberliğinin rûh sağlığı, kişilik yönünden de çok önemli olduğunu bilmelidir.
En iyi okul, en iyi kreş, en iyi ana okulu âile yuvasıdır. Ebeveyn, gerekli sevgiyi verir; şefkatlerini yanlış yerde kullanmazlarsa kişilikli evlât yetiştirirler. Şımartılmış ve hayat şartlarına alıştırılmamış çocukların kimlik bunalımına düşecekleri muhakkak. Ahlâk ve görgü prensiplerinin hâkim olmadığı ailelerde yetişen çocuklar, kimlik bunalımına düşüyor; daha çok suç işliyor. Çocuklar başıboş kalıp sokaklara düşerlerse uyuşturucu, hırsızlık, alkol, fuhuş gibi dehşet saçan mafyanın pençesine kaptırırlar yakalarını? Hapis, hastane, tımarhane, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı merkezleri veya benzeri yerlere düşenlerin, “anne sevgisi ve aile terbiyesinden mahrum” olarak yetiştiklerini veya ailenin mânevî hayattan uzak; problemli olduğunu istatistikler söylüyor.
Çocuğa küçüklüğünde kuvvetli bir iman dersi verilirse; anne/babasına, topluma, insanlığa saygı ve hürmet eder.1 Aile ferdleri, bilhassa ebeveyn, büyük-küçük, anne-baba, akraba, komşu ve çevredeki sâir insanların hak ve hürriyetlerine saygı gösterip, görgü ve nezâket kaidelerine uyarlarsa çocukların da kimlikleri bu yönde gelişir. Kendisini bütün boyutlarıyla tanıyıp ihtiyaçlarını, arzularını tesbit eden ve gereklerini yerine getiren bir insan; ruh ve duygular açısından dengeyi bulmuş ve sükûnete kavuşmuş bir karakter ve kişiliğe sahip olur. Hem kendi iç âleminde tutarlı, hem de dış âlemlere karşı dengeli olur. O takdirde, birey olarak, âilenin, içinde yaşadığı cemiyet ve beşeriyetle olan münâsebetlerini de dengelemiş demektir. Onlarla rahatlıkla diyalog ve her türlü sosyal münâsebetler kurabilir.
Çocukların kimliğinin kimyasını bozan en önemli olaylardan birisi de, ölümün gerçek yüzünü bilmemektir. Çocukların nâzik ve nazenin kalbleri, yakınları ve çevredekilerin ölümlerinden devamlı müteessir olur. Öldükten sonra dirilmeye, Cennete îman, onların üzüntülerini hafifletir. Ruhlarını Cennette buluşma ümidiyle sükûnete kavuşturur. Ahirete imân, çocuklara, gençlere, âile ferdlerine, sair insanlara tarifi imkânsız lezzetler verir; sağlıklı kişilik kazandırır.
Öte yandan âilevî, ilmî, fikrî, siyasî, askerî vs. istibdat/baskı kişilik erezyonuna sebep olur. Ebeveyn otoritesini ve âile reisliğini baskı unsuru olarak kullanıp sindirme yoluna gitmemeli. Onları hem kendi haklarına sahip çıkan, hem de başkalarının haklarına saygı duyan, hür düşünceli insanlar olarak yetiştirmeye azamî gayret etmeliler.
Diğer yandan güzel isim de kişilik üzerinde, olumlu derin etkiler bırakır. Zikri, şükrü, hamdi, zekâyı, ihsanı, ikramı, samimiyeti çağrıştıran isimler bizi o yöne sevk eder, şartlandırır. Kabalık, uğursuzluk, çirkinlik, hainlik, sertlik, kötülük telkin eden; şehveti tahrik eden, gizlenmesi gereken özellikleri açıklar mahiyette; gurura, kibire, üzüntü ve karamsarlığa iten isimler kimliğimizi zedeler.
Kişilikli çocuk yetiştirmek ince bir sanattır. Hem âile, hem de toplum için hayatî önem taşıyan bu konuda ebeveynlere büyük ve önemli görevler düşmektedir.
Dipnot:
1-Emirdağ Lahikası (eski), s. 40
Ali Ferşadoğlu - Yeni Asya
14/01/2010
Kimliğimizin oluşmasında en büyük rolü, anne/babamız, çevremiz, inançlarımız oynar. Çocukluğumuzdan; hatta bebekliğimizden (kimi ilim adamlarına göre anne rahminden) başlayarak oluşan kimliğimiz; her türlü sesli, görüntülü, dokunmalı mesajlardan düşünce, duygu, konuşma, bakma, giyinme, çalışmalarımıza kadar etki eder. Dolayısıyla aile içi eğitim ve terbiye hayâtî önem taşır.
Çocuk ağaçtır; yaş iken eğilir; eğitilir. Hamur gibidir; bilhassa anne-baba ona şekil verir. Çocuğun ilk, en büyük, en tesirli hocası zaten annesidir. Zîrâ o, şefkat kahramanı bir mürebbiyedir. Ebeveynin, annenin hamilelik devresindeki davranış, tutum, hattâ ruh hâlinin, çocuğun genleri ve dolayısıyla şahsiyeti üzerinde etkili olduğu unutulmamalı. Çalışan anneler, anne-bebek beraberliğinin rûh sağlığı, kişilik yönünden de çok önemli olduğunu bilmelidir.
En iyi okul, en iyi kreş, en iyi ana okulu âile yuvasıdır. Ebeveyn, gerekli sevgiyi verir; şefkatlerini yanlış yerde kullanmazlarsa kişilikli evlât yetiştirirler. Şımartılmış ve hayat şartlarına alıştırılmamış çocukların kimlik bunalımına düşecekleri muhakkak. Ahlâk ve görgü prensiplerinin hâkim olmadığı ailelerde yetişen çocuklar, kimlik bunalımına düşüyor; daha çok suç işliyor. Çocuklar başıboş kalıp sokaklara düşerlerse uyuşturucu, hırsızlık, alkol, fuhuş gibi dehşet saçan mafyanın pençesine kaptırırlar yakalarını? Hapis, hastane, tımarhane, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı merkezleri veya benzeri yerlere düşenlerin, “anne sevgisi ve aile terbiyesinden mahrum” olarak yetiştiklerini veya ailenin mânevî hayattan uzak; problemli olduğunu istatistikler söylüyor.
Çocuğa küçüklüğünde kuvvetli bir iman dersi verilirse; anne/babasına, topluma, insanlığa saygı ve hürmet eder.1 Aile ferdleri, bilhassa ebeveyn, büyük-küçük, anne-baba, akraba, komşu ve çevredeki sâir insanların hak ve hürriyetlerine saygı gösterip, görgü ve nezâket kaidelerine uyarlarsa çocukların da kimlikleri bu yönde gelişir. Kendisini bütün boyutlarıyla tanıyıp ihtiyaçlarını, arzularını tesbit eden ve gereklerini yerine getiren bir insan; ruh ve duygular açısından dengeyi bulmuş ve sükûnete kavuşmuş bir karakter ve kişiliğe sahip olur. Hem kendi iç âleminde tutarlı, hem de dış âlemlere karşı dengeli olur. O takdirde, birey olarak, âilenin, içinde yaşadığı cemiyet ve beşeriyetle olan münâsebetlerini de dengelemiş demektir. Onlarla rahatlıkla diyalog ve her türlü sosyal münâsebetler kurabilir.
Çocukların kimliğinin kimyasını bozan en önemli olaylardan birisi de, ölümün gerçek yüzünü bilmemektir. Çocukların nâzik ve nazenin kalbleri, yakınları ve çevredekilerin ölümlerinden devamlı müteessir olur. Öldükten sonra dirilmeye, Cennete îman, onların üzüntülerini hafifletir. Ruhlarını Cennette buluşma ümidiyle sükûnete kavuşturur. Ahirete imân, çocuklara, gençlere, âile ferdlerine, sair insanlara tarifi imkânsız lezzetler verir; sağlıklı kişilik kazandırır.
Öte yandan âilevî, ilmî, fikrî, siyasî, askerî vs. istibdat/baskı kişilik erezyonuna sebep olur. Ebeveyn otoritesini ve âile reisliğini baskı unsuru olarak kullanıp sindirme yoluna gitmemeli. Onları hem kendi haklarına sahip çıkan, hem de başkalarının haklarına saygı duyan, hür düşünceli insanlar olarak yetiştirmeye azamî gayret etmeliler.
Diğer yandan güzel isim de kişilik üzerinde, olumlu derin etkiler bırakır. Zikri, şükrü, hamdi, zekâyı, ihsanı, ikramı, samimiyeti çağrıştıran isimler bizi o yöne sevk eder, şartlandırır. Kabalık, uğursuzluk, çirkinlik, hainlik, sertlik, kötülük telkin eden; şehveti tahrik eden, gizlenmesi gereken özellikleri açıklar mahiyette; gurura, kibire, üzüntü ve karamsarlığa iten isimler kimliğimizi zedeler.
Kişilikli çocuk yetiştirmek ince bir sanattır. Hem âile, hem de toplum için hayatî önem taşıyan bu konuda ebeveynlere büyük ve önemli görevler düşmektedir.
Dipnot:
1-Emirdağ Lahikası (eski), s. 40
Ali Ferşadoğlu - Yeni Asya
14/01/2010