Konuya cevap cer

Büyük mütefekkir ve Allâh dostu Mevlânâ Hazretleri, Nemrud’un şahsında insanoğlunun fıtratındaki menfî vasıflarından biri olan nankörlüğü, temsilî bir hikâye ile şöyle anlatmaktadır:


“Hak Teâlâ Azrâîl’e: 


“-Ey üstün melek!” diye buyurdu. “Sen; bu kederli, dertli insanlardan canlarını alırken en çok kime acırsın?”


Azrâîl: 


“-Canlarını aldığım insanların hepsine acırım! Fakat, Allâh’ın emrini ihmâl etmekten çok korkarım! Hattâ, canını almak istediğim gence o kadar acırım da; «Keşke Allâh, onun ye*rine beni kurban etseydi!» dediğim bile olur.


Bir gün bir gemi, coşup köpüren, kuduran dalgalar arasında bocalarken emir aldım, gemiyi paramparça ettim. Allâh’ım! O gün Sen bana: 


“-Gemidekilerin hepsinin canlarını al!” diye buyurdun. “Yalnız, yolcular arasında bulunan bir kadınla bir çocuğun canlarını alma; onları bırak!” dedin!


Her ikisi de, bir tahta parçasının üstünde âciz bir hâlde kalmışlardı. Azgın ve kızgın dalgalar, o tahtayı sürüp götürmede idi.


Derken: 


“-Anasının da canını al!” diye emrettin. “«Kün: Ol!» emrine uy da, çocuğu yapayalnız bırak!” buyurdun.


Çocuğu anasından ayırdım; ama Allâh’ım, Sen de bilirsin ki, bu bana pek acı geldi!


Vazîfe gereği ben, çok acı yasların feryatları, âhları içinde kalmışımdır! 

Fakat, o çocuğun acısı, o çocuğun kalbimi yakışı hiç aklımdan çıkmadı!”


Cenâb-ı Hak buyurdu ki: 


“-Ben, o çocuğa lutufta bulundum da, dalgaya, onu ağaçlık bir yere götürüp bırakmasını emrettim! Reyhanlarla, güllerle, tatlı ve yenmesine doyulmaz meyve ağaçları ile dolu bir bahçede... Berrak, tatlı sular fışkıran kaynaklarla dolu, ağaçlıklı bir yerde o ço*cuğu yüzlerce nazla, nîmetle besledim! Orada, o bahçede yüzbinlerce güzel sesli kuşlar ötüşmede idi. Ona güllerden döşek yaptım; onu fitnelerin, musîbetlerin tesirinden korudum! Güneşe; «Harâretinle onu yakma, incitme!» dedim. Rüzgâra da; «Onun üstünden eserken yavaş es; onu hırpalama!» diye tenbih ettim! Buluta; «Onun üstüne yağmur yağdırma; onu ıslatma!»; şimşeğe de; «Birdenbire çakarak onun gözünü alma, kamaştırma!» emrini verdim! «Ey kış; o bahçeye uğrama, bu çayırı çimeni sakın soldurma! Ey yaz; sen de, bu bahçeye el atıp orayı kasıp kavurma!» dedim! Ölümden kurtulan çocuğun ulaştığı bahçe, âriflerin bağı gibi, kasırgadan, öldürücü sam rüzgarlarından emîn idi.

Onu pek çok ihsân ve ikrâmlarımla besleyip büyüttüm. Sonra bir periye; ona konuşma ve adâletle hükmetmeyi öğretmesini emrettim! Böylece, o anasız kalan çocuğa, yüzlerce inâyette bulundum! Vâsıtasız olarak, Benim iyiliklerimi görsün, bilsin diye, ona yüzlerce lutuflarda, ihsânlarda bulundum! Benim lutuflarımı görsün de, sebepler yüzünden zihni karışmasın, çekişmelere düşmesin, her yardımı yalnız Ben’den beklesin.”


Ancak o sayısız lutuflara, ihsanlara nâil olan, bunlara karşılık şükür borcu bulunan çocuk, bir anda Nemrud kesildi, Halil İbrâhîm’i yakmaya kal*kıştı! Öyle bir Nemrud ki; bilgisizliğinden, körlüğünden ötürü, Cenab-ı Hakk’ın lutuflarını, ihsanlarını ayağının altına almıştı! Böylece, kendisine yapılan iyilikleri inkâr etti; gurura kapıldı, yol vu*rucu oldu. İşi azıttı da, Allâhlık dâvâsına kalkıştı! Üç akbaba ile sonsuz göklere yükseldi, benimle savaşa girişti.


Hazret-i İbrâhîm’i bulup öldürmek arzusuyla, yüzbinlerce suçsuz çocuğu öldürttü. Çünkü, müneccim yılın tâlihine bakmış: 


“-Bu sene, seninle savaşacak bir çocuk doğacak! Aklını başına al da, sana düşman olacak çocuğu ortadan kaldır!” de*mişti. 


Bu kötü nasihate uyan Nemrud, o sene kim doğuyorsa, acımadan onları öldürtüyordu.” (Mesnevî, c: 6, beyt: 4797-4853)


* * *


Mevlânâ Hazretleri’nin yukarıdaki hikâyesinde de zikrettiği üzere geminin batmasından başlayarak binbir türlü bâdireden Allâh’ın yardımıyla kurtulan bu çocuk, büyüyüp eline güç-kuvvet geçtiğinde, fânî makam ve mevkiine güvenerek kibirlendi. Tanrılık iddiâsında bulundu. Fakat gördüğü bir rüya üzerine, rahatı kaçtı ve Hazret-i İbrâhîm’in doğmasına mânî olmaya çalıştı. Bu bahâneyle yüzbinlerce mâsum çocuğu katletti. O, nefsinin esiri hâline geldiğinden, nâil olduğu nîmetlerin gerçek sahibini unuttu. Yeryüzünde kibir, isyan ve nankörlük dolu bir hayatla ömrünü ziyan etti.


İbret alanlar için insanlık târihi, îman ve ahlâk yolundan çıkan bu gibi azgınlara tatbîk olunan ilâhî azâb, gazab ve intikam tecellîleriyle doludur. Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin kibirli ve zâlim insanları; peygamberlerle mücâdele eden, kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve sonunda bir avuç suda helâk olan Firavun; bir sineğin mağlûb ettiği Nemrûd; yaşayışları hayvanlardan daha aşağı olan ahlâksız Lût kavmi ve birçok benzerleri nankörlük, zulüm, rezâlet ve isyanlarına bürünerek dünyadan gelip geçtiler.


Onların arkasından semâlar ağlamadı. Gözler yaşarmadı. Gönüller sızlamadı. Bilâkis mazlûmların âhları ve bedduâları ile onlar, târihin çöplüğünde yok olup gittiler. Saltanat sürdükleri yerleri, şimdi baykuşlar ve köpekler şenlendiriyor. 


Bu bakımdan müsbet veya menfî hâtıralar meşheri olan geçmiş nesiller ve tarih, arkalarından gelen yeni nesillere bir vaaz ve irşâd vesîlesidirler. Üstümüzdeki semâ, Allâh’sızlara ızdırap ve felâketler döken eski semâdır. Tepemizdeki güneş, Firavun, Hâmân ve Nemrûd gibi nice zâlimlerin köşk ve saraylarını da aydınlatan, sonra da harâbeleri üzerine doğan aynı güneştir. Hâdiseleri kalb gözü ile seyredebilenler için zamanlar ve mekânlar, hep ilâhî azamet tecellîleri ve ibret akışları ile doludur.


* * *


Mesnevî’deki bu ibretli hikâye, hepimiz üzerimizdeki ilâhî nimetleri tefekkür etmeye dâvet etmektedir.



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst