Kur’an’in üslub özellikleri

sarýklý genç

Active member
KUR’AN’IN ÜSLUB ÖZELLİKLERİ


1) İnsanların te’lif ettiği eserlerin üslubuna benzemediği gibi diğer indirilen kitapların üslubundan farklıdır.
2) Kur’an gönüllere hoş gelen üslubuyla dost ve düşmanın dinlemekten kendini alamadığı kitap olmuştur. Bu yüzden Velid, Lebid, el-A’şa, Ka’b b. Züheyir gibi belagat üstadları hayret ve takdir hislerini gizleyememişlerdir. Ayrıca Velid b. Muğire, Ahnes b. Şerik ve Ebu Cehil gibi İslam düşmanları onu dinlemekten vazgeçememişlerdir.
3) Kur’an’ın üslubuna yalnız müslümanlar değil, Arapça bilen ve bilmeyen gayri müslimler, hatta müsteşrikler bile hayran kalmışlardır.
4) Gönüllere hoş gelişi, muhtevası, dünya ve ahiret saadetini sağlayan prensipleriyle Kur’an, Arap dilini de basit mantık alanından ileri seviyede medeniyet ve kültüre kaynaklık edecek seviyeye yükseltmiş, dolayısıyla Arap edebiyatının ilk ve ölmez şaheseri olmuştur.
2) Te’lif yönündeki eşsizlik: 20 yılı aşkın süre içinde aralıklarla parça parça nazil olmasına rağmen ayet ve sureler arasında eşsiz bir vahdet ve insicam vardır.
3) İhtiva ettiği ilimler yönünden i’cazı
4) Beşeriyetin ihtiyaçlarını karşılaması: Kur’an insanların akidesini, ibadetlerini, ahlaklarını ıslah edip kardeşliği ve üstünlüğün ancak takva yönünden olduğunu bildirir. Adaleti tesis eder, mali işleri ıslah eder, kadın ve zayıfları himaye eder, akıl ve fikirleri hürriyete kavuşturur.
5) Tabiat ilimlerine temas ve işarette bulunması:
6) Geçmiş, gelecek ve hal ile ilgili gaybi haberlerinin gerçekleşmesi: Bu üç çeşittir:
a) Eski milletlerin haberleri.
b) Rasulullah zamanında içyüzleri açığa vurulan münafıkların durumu
c) Bizanslıların İran’la yapacakları savaşta galip gelecekleri, Allah’ın Rasulullah’ı ve Kur’an’ı koruyacağı haberi.
7) Kur’an’ın Rasulullah tarafından tebdil edilmemesi: Rasulullah vahye bağlı kalarak sadakat göstermiş, yer yer kendisinin dikkatini çeken ve tenkit eden ayetleri bile aynen tebliğ etmiştir. İfk hadisesi, Ümmü Mektum olayı, Bedir esirleri meselesi, Tebük seferine gitmek istemeyenlere izin vermesi, Allah’ın helal kıldığı şeyi kendine haram kılması vb.
İşte Kur’an’ın bütün bu özellik ve meziyetlerinden geniş bir şekilde ve delillere dayanarak bahseden ilme “İ’cazu’l-Kur’an” adı verilmiştir.

Kur’an’ın İfade Özellikleri:

1) Edebi Üslubu:

Kur’an edebi açıdan bir şaheserdir. Bu sadece müslüman alimlerin fikri de değildir. İslam’ı din olarak seçmemiş olan pek çok insan da, Kur’an’ın eşsizliğini, i’cazını kabul etmiştir. Bilindiği gibi Kur’an’ın indirildiği dönemde Hicaz bölgesinde söz sanatları, çok ileri seviyedeydi. Arap dil ve edebiyatı adeta altın çağını yaşıyordu. O dönemde Arap şiirinin en güzel örnekleri Ka’be’nin duvarlarına asılıyordu. Yedi Muallaka (Yedi Aslı Şiir) bunlara bir örnektir.O sıralarda yine Ukaz, Zu’l-Mecaz ve Mecenne gibi panayırlarda şir ve edebiyat müsabakaları yapılıyordu. Kur’an, edebi sanatların böylesine inkişaf ettiği bir bölgede tarih sahnesine çıkıyordu. Bütün güzelliklerin kaynağı olan ve insana dil zevkini, şiir zevkini veren Yüce Yaratıcı’nın kelamı, tabiatıyla çok daha üstün ve büyüleyici olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Kur’an’ın ifade kudreti karşısında şairler, acizliklerini itiraf ettiler.
Ömer (r.a.) Kur’an’ın bu eşsiz üslubunun tesiriyle müslüman olmuştur. Velid b. Muğire, Kur’an’dan etkilenip tam müslüman olmak isterken Ebu Cehil, ona mani olmuştur. Fakat Velid, Kur’an hakkında arkadaşlarına şunları söylemiştir:
“Onun hakkında ne diyeyim? Vallahi hiçbiriniz şiiri, onun recezini ve cin şiirlerini benden iyi bilemezsiniz. Vallahi onun söyledikleri bunun hiçbirine benzemiyor. Vallahi sözünde bir tatlılık, bir güzellik var. O, altında olanları kırar, yükselir, onun üstünde bir söz olamaz.”
Kur’an’ın etkileyici, sürükleyici ve büyüleyici üslubu o kadar üst seviyededir ki, Kur’an’ın inzal edildiği ilk dönemlerde müşrikler onu gizli gizli dinlemekten kendilerini alamamışlardır. Bu yüzden aralarında, Kur’an okunurken onu dinlememe ve gürültü çıkarma kararı almışlardır. “Kafirler şöyle dediler: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, onda gürültü edin, belki galip gelirsiniz.” (Fussilet: 41/26)

2) Kur’an İfadelerinin Zihinlere Yaklaştırıcı ve Düşündürücü Özelliği:

Bu şu şekillerde olur:
a) Benzetmelerle
b) Kıssalarla
c) İnsanbiçimci (Antropomorfist) bir dil kullanmakla: Mutlak varlık Allah, Kur’an’da özellikle Zatından bahsederken muhatapların anlayabileceği bir dil kullanmıştır. Allah, kendini, olduğu gibi, hiç benzetme yapmaksızın nazari bir çerçevede tanıtsaydı insanlar O’nun zatı ve sıfatları hakkında, sağlam bir fikre sahip olamazlardı. Bu bakımdan Allah Kur’an’da kendinden bahsederken, insanlarda bulunan bazı uzuvları ve bazı vasıfları, kendine izafe etmiştir. Teknik tabiriyle antrapomorfist (insanbiçimci) bir dil kullanmıştır. Bu, mutlakın mukayyed bir varlığa kendini anlatma, tanıtma zaruretinden doğmuştur.
Allah, el, yüz, göz, nefs gibi kelimeleri kendine izafe etmiştir. Gelmek, yönelmek, istiva etmek gibi tabirleri de, kendine isnad etmiştir. Ayrıca kendisine ait bir kürsi’den ve arş (taht)’tan bahsetmektedir. Yine görmek, işitmek, intikam almak, gazab etmek gibi fiilleri de kendisi için kullanmıştır. Dikkat edilirse bu fiiller de, insanın fiilleridir. Şu halde Allah, kendini insanlara tanıtırken insanlarda bulunan bazı hususiyetleri, kendisi için kullanmada bir beis görmemiştir. Bu anlatma tarzıyla, muhataplar, kendi tecrübe sahaları dahilindeki kavramlar sayesinde, Allah hakkında bir fikre ve tasavvura sahip olmuşlardır.
Allah, kürsisi’nin gökleri ve yeri ihata ettiğinden bahsederken kendini, adeta son derece kudretli bir hükümdar gibi tanıtmaktadır. Böylelikle muhataplar, gökleri ve yeri ihata eden bir kürsiye sahip olan bir varlığın, ne kadar büyük ve ne kadar güçlü olduğunu zihinlerde rahatlıkla canlandırabilmektedirler. Bu ifade onların Allah karşısında ne kadar küçük varlıklar olduklarını da kolayca hissetmelerini sağlamaktadır. Allah, arşa istiva ettiğinden, arşının etrafında meleklerin varlığından bahsederken de yine insanların zihninde, özel adamları olan güçlü bir padişah imajını canlandırmaktadır.

3) Kur’an’ın Bilimsel ve Felsefi Bir Dil Kullanmayışı:

Allah ortalama insanın anlayabileceği, sade, açık ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Ama kullandığı bu dil aynı zamanda engin ve derin manaları ihtiva eder. Dolayısıyla farklı kültür ve bilgi seviyesinden insanlar, o ifadeleri, kendi zihin ve ruh dünyasında farklı algılayabilirler.
Mesela Allah “Dağları birer kazık yapmadık mı?” (Nebe: 78/7) ifadesiyle, dağları vasfediyor. Kazık tabiri ilmi bir terim değildir. Dolayısıyla okuyucu dağlara bakıp onların gerçekten kazığa benzediklerini ve onları Allah’ın yarattığını anlamaktadır. Burada Allah’ın asıl anlatmak istediği, tabiatta insanların gözleri önünde bulunan bazı varlıklara dikkat çekmek, bütün bunların, Allah tarafından yaratıldığını ve O’na ait olduğunu anlatmaktır. Ortalama insan, Allah’ın söz konusu ifadedeki bu mesajını algılar.
Öte yandan jeolojik açıdan coğrafi açıdan veya diğer bilimler açısından dağlarla meşgul olan insanlar, söz konusu ayetteki kazık kelimesinden, biraz daha farklı sonuçlara ulaşabilirler.
Mesela onlara göre kazık, bir şeyi sağlama ve emniyete almak için vardır. Dağlar da yerkürenin yörüngesindeki istikrarına, yörüngesinden ayrılmamasına yardım eder. Yeryüzünün alt tabakalarındaki kızgın magma tabakaları için tepeler, çıkış yeri vazifesi görür. Yeryüzünün denge kanununda dağlar, mühim bir unsurdur. Öte yandan yine o insanlara göre dağlar, suyun deposudur. Havayı zararlı gazlardan temizler. Dolayısıyla havanın tarağıdır. Şu halde dağlar, canlıların yaşaması için zaruri şartların oluşmasında rol oynamaktadırlar.

4) Kur’an İfadelerinin İnsanın Zihin, His ve Ruh Dünyasına Birlikte Hitap Edişi:

Allah bazen insanın akılcı yanına, bazen gerçekçi yanına, bazen de onun hissi yanına hitap etmektedir. Mesela Allah, birliğini anlatırken son derece akli bir deli getiriyor:
“Göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, göklerin ve yerin nizamı bozulurdu.” (Enbiya: 21/22)
Bu ayeti şu ayetle birlikte değerlendirmek daha sıhhatli bir sonuca varmamızı sağlar:
“De ki: “Eğer söyledikleri gibi O’nunla birlikte ilahlar olsaydı, onlar arşın sahibine mutlaka bir yol ararlardı.” (İsra: 17/42)
Bu iki ayeti birlikte değerlendirirsek ayetlerin, gerçekten insanın aklına, mantığına hitap ettiklerini görürüz. Tanrılar çok olsaydı, her bir tanrı üstün bir tanrısal güce sahip olacağından, mutlaka birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı. Çünkü hiçbir tanrı diğer bir tanrının hakimiyeti ve idaresi altında yaşayamaz. Bu taktirde onun tanrılık iddiası anlamsız olur. İnsan, mahlukatın gücüyle mukayese edilemeyecek kudretteki tanrıların alemde birbirleriyle savaşını düşündüğünde gerçekten varlık aleminin kaosa sürükleneceğini ve kainatta nizam diye bir şey kalmayacağını bir anlık bir düşünmeyle kavrayabilir.
Kur’an’ın gönüllere hitap eden bir ifadesini ele alalım:
“Dikkat edin, ancak Allah’ı anmakla kalpler huzur bulur.” (Ra’d: 13/28)
Bu ifade bir tecrübeyi, bir yaşantıyı dile getiriyor. Bu hal yaşanır, tecrübe edilir ve hissedilir. Bu bir gönül işidir. İnsan Allah’ı andıkça, hatırladıkça, gönlünün mutmain olduğunu, huzur bulduğunu, ancak yaşayarak, egzersiz yaparak hisseder. Bu iki ile ikinin çarpımının dört ettiğini bilen akılla ilgili olan ve sadece onun bilmesine ve anlamasına sunulmuş bir ifade değildir.
 
Üst