Cevap: Lem'alar - Sayfa No:23
sahibi oldukları farz edilse dahi, o sikkenin ne mislini ve ne taklidini, ne münferiden ve ne müçtemian yapmaktan acizdirler. Buna binaen, şeffaf şeylerde görünen o timsaller şemsin timsali olup, şemsten o şeffaf şeylere in’ikâs etmiş olduklarına hükmedilmediği takdirde, o sayısız katrelerde ve zerrelerde, herbirisinde hakikî bir şemsin maddesiyle mevcut bulunduğuna hükmetmek lâzım gelir.
Kezalik, Şems-i Ezelînin şualar menzilesinde olan tecellî-i esmasının nokta-i merkeziyesi olan hayat, Şems-i Ezelîye isnad edilmediği takdirde, bir sineğe, bir çiçeğe varıncaya kadar herbir zîhayatta nihayetsiz bir kudret, muhit bir ilim, mutlak bir irade gibi, Vacibü’l-Vücuddan maada hiçbirşeyde vücudu mümkün olmayan sair sıfatların mevcut olmasına cahilâne, ahmakane, gülünç bir batıl hüküm lâzım gelir. Ve aynı zamanda, şu batıl hükümle, herbir zerreye ve herbir sebebe bir ulûhiyet-i mutlakayı isnad etmekle sayısız şerikleri ispat etmek mecburiyeti hasıl olur.
Maahaza, tohum olacak bir habbe veya bir çekirdekteki garip, acip, muntazam vaziyete bakınız ki, o habbe, tohumu olacak cismin bütün eczasıyla münasebettar olduğu gibi, nev’iyle, yani ebnâ-yı cinsiyle de ve bütün mevcudatla da münasebetleri vardır. Ve onlara karşı o münasebetleri nisbetinde vazifeleri vardır. Eğer o tohumcuk habbenin Kadir-i Mutlaktan nisbeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse, yani kendi kendine olmuştur denilirse, herbir tohumda, herşeyi görecek bir gözün ve herşeye muhit bir ilmin bulunmasını itikad etmek lâzım gelir. Bu ise, sabık temsilde, herbir şeffaf zerrede hakikî bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattir.
Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah | Vacibü'l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah |
acip: hayret verici, şaşırtıcı | acz: acizlik, güçsüzlük |
ahmakane: ahmakça, akılsızca | binaen: dayanarak |
cahilâne: cahilce, bilgisizce | cism: varlık, beden |
ebnâ-yı cins: kendi cinsinden olanlar | ecza: bütünü oluşturan parçalar |
farz edilmek: varsayılmak | garip: tuhaf |
habbe: dane, tohum | hakikî: gerçek |
hamakat: ahmaklık | hasıl olmak: meydana gelmek |
hükmedilmek: karar verilmek | hükmetmek: hüküm ve karar vermek |
hüküm: yargı, karar | ihtiyar: seçme gücü, irade |
in'ikâs etmek: yansımak | irade: dileme sıfatı |
isnad etmek: dayandırmak | itikad etmek: inanmak |
katre: damla | kezalik: bunun gibi |
kudret: güç, iktidar | maada: başka, dışında, ötesinde |
maahaza: bununla beraber, bununla birlikte | mecburiyet: zorunlu olma, mecbur olma |
menzil: yer, konum | mevcudat: varlıklar |
mevcut: var | misil: benzer, eş değer |
muhit: her tarafı kuşatan | muntazam: düzenli |
mutlak: kayıtsız, sınırsız | münasebet: ilişki, bağ |
münasebettar: alâkalı, ilgili | münferiden: tek olarak |
müçtemian: topluca, hepsi birden | nefs: kendisi |
nev': çeşit, tür | nihayetsiz: sınırsız |
nisbet: bağlantı; oran | nisbetinde: ölçüsünde |
nokta-i merkeziye: merkezî nokta | sabık: geçen, önceki |
sair: diğer, başka | sikke: işaret, damga |
takdirde: durumda | tecellî-i esma: Cenâb-ı Hakk’ın isimlerine ait büyük tecelliler, yansımalar |
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetme | timsal: görüntü |
ulûhiyet-i mutlaka: hiçbir kayda ve şarta bağlı olmaksızın ilâh olma, mutlak ve sınırsız bir ilâhlık | vazife: görev |
vaziyet: durum, hal | vücud: varlık |
zerre: atom, maddenin en küçük parçası | zîhayat: canlı |
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatan Allah için bir unvan olarak kullanılır | şeffaf: saydam, parlak |
şems: güneş | şerik: Allah’a ortak koşulan şey |
şua: ışık, parıltı |
|