Cevap: Lem'alar - Sayfa No:26
nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme sahip olan Zât-ı Zülcelâlin hâtem-i has ve sikke-i mahsusasıdır.
Ve keza, sath-ı arz sahifesinde kusursuz, noksansız, sehivsiz, kemâl-i intizamla üç yüz binden fazla risaleleri yazmak, öyle bir Zâtın sikke-i mahsusasıdır ki, herşeyin içyüzü, herşeyin kilidi onun elindedir. Ve hiçbirşey onun teveccühünü başkasından çevirip kendisine hasredemez.
Hülâsa: Sath-ı arzda, altı ay zarfında, beşerin haşrini temsil eden o sayısız haşir ve neşirlerde görünen rububiyetin o tasarruf-u azîminde pek yüksek, büyük ve ince nakışlı bir hâtemi vardır. Mahlûkatın icadında görünen şu intizamlar, suhuletler, sür’atler, imtiyazlar hep o hâtemin parıltısından meydana geliyorlar. Evet, her bahar mevsiminde pek hakîmâne, basîrâne, kerîmâne faaliyetler başlar ve harikulâde san’atlar yapılır. Ve bütün bu ameliyat, kemâl-i sür’atle, suhuletle, muntazaman cereyan etmekte olduğu görünür.
İşte, bu harikulâde faaliyetler öyle bir Zâtın hâtemidir ki, hiçbir mekânda olmadığı halde, her mekânda ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırdır.
YEDİNCİ LEM’A: Bakınız, aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hâtem-i ehadiyet göründüğü gibi, kâinatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vazıh bir surette hâtem-i tevhid görünmektedir.
Evet, bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve envâı, âlât ve edevatı arasında hakîmâne bir muarefe ve tanışmak ve dostâne bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerîmâne bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki, kemâl-i sür’atle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını def eder. Evet, semadaki ecram ve yıldızların birbirine
Zât: Allah | Zât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve şanı yüce Allah |
aktar-ı semavat ve arz: yeryüzü ve gökyüzünün dört bir yanı, her tarafı | basîrâne: görerek, bilerek |
beşer: insan | cereyan etmek: olmak, geçmek, yapılmak |
dostâne: dostça | ecram: gök cisimleri, yıldızlar |
ecza: bütünü oluşturan parçalar | efrad: fertler |
envâ: çeşitler, türler | fabrika-i kâinat: bir fabrika gibi mükemmel işleyen kâinat |
hakîmâne: çok hikmetli bir şekilde | harikulâde: olağanüstü, hayranlık verici |
hasretmek: özgü kılmak | haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma |
haşir ve neşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanılması ve bütün gerçeklerin sergilenmesi | heyet-i mecmua: genel yapı, bireylerin tamamı |
hâtem: mühür, damga | hâtem-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür |
hâtem-i has: özel mühür | hâtem-i tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu gösteren mühür |
hâzır ve nâzır: her an her yerde olan ve gören | hülâsa: özet olarak |
icad: var etme, yaratma | imdad: yardım |
imtiyaz: birbirinden farklı olan varlıkları kolaylıkla birbirinden ayırma | kemâl-i intizam: eksiksiz bir mükemmellikte olan düzen |
kemâl-i sür'at: eksiksiz, mükemmel bir hızla | kerîmâne: çok lütufkâr ve cömert bir şekilde |
keza: aynı, aynı biçimde | kudret: güç, iktidar |
mahlûkat: yaratılmışlar, varlıklar | muarefe: birbirini tanıma |
muavenet: yardımlaşma | muhit: herşeyi içine alan, kuşatan |
muntazam: düzenli | muntazaman: düzenli olarak |
mükâleme: karşılıklı konuşma | nakışlı: işlemeli, süslü |
nihayetsiz: sonsuz | risale: mektup; küçük bir kitabı andıran ve Allah'ı tanıtan varlık |
rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması | sath-ı arz: yeryüzü |
savt: ses | sehivsiz: hatâsız |
sema: gök | sikke-i mahsusa: özel mühür |
suhulet: kolaylık | suret: biçim, şekil |
tasarruf-u azîm: büyük tasarruf, icraat | temsil eden: benzer bir örnekle mühim bir hakikati ortaya koyan |
teveccüh: ilgi, yönelme | vazıh: açık, âşikar |
âlem: dünya, evren | âlât ve edevat: aletler ve bir iş için gerekli olan malzemeler |