muhsin iyii
Member
Letaif Nedir, Letaiflerin Anlamları, İşlevleri, Görevleri Nelerdir? (2)
-Çakralar ile letaifleri karşılaştırdığımızda en büyük farklılık nerelerde görülüyor?
Çakralarda iki letaif noktası eksiktir. Bunlar sır ve hafidir. Tabii bu durum dikkat çekicidir. Nedeni ise çok düşündürücüdür: İleri derecede zikir çekenler, letaif noktalarındaki nurları müşahede edenler bir müddet sonra tıpkı güneş gibi bir nur halesi (tecelli-i nur) ile çevrildiklerini görürler. Şayet bu nur halesi olamasa idi, şeytanların musallatlarından kurtulamazlardı. Yani bu nur halesine ulaşmak hayat memat meselesidir.
Tüm letaif noktaları bu nura ulaşmada tıpkı bir çark gibidir. Sistemde rol sahibidirler. Ben kendi tecrübelerimle şunu kavradım ki, sır ve hafi letaifleri şeytanlara karşı büyük mücadele vermektedirler. Bunlar çakralardan sanki usta bir hırsız eli ile çıkarılmış ve sistem dışına konmuş gibidirler. Tabii bu durumdan en çok fayda temin edenler, cinni şeytanlar olmaktadır. Dolayısıyla bu işte onların uzun ellerininin payı olduğunu düşünmekteyim.
Meditasyon o hale getirilmiş ki, artık faydadan çok zarar getirecek bir hüviyete sokulmuştur. Elbette kişi başlangıçta bunları hissedecek halde değildir. O önceleri vücudunda bazı noktalarda hissettiği hoş hallerle avunur. Sonra ileriki zamanlarda, özellikle yaşlandığında öyle hallere düşer ki, bundan kurtulması mümkün değildir. Şeytan musallatları çok korkunç sıkıntılar verir. Tabii modern tıpta bunları tedavi eden bir merci de yoktur. Asıl işin vahim noktası böyle bir arayışa girince zaten ortaya çıkmaktadır.
-Şeytanlar sofilere musallat olmaz mı?
Elbette letaif noktalarını zikirle açan bir sofi de şeytan musallatlarına maruz kalabilir. Bu sık karşılaşılan bir durum olmasa da ara sıra vakidir. Ama böyle şeytan musallatına maruz kalmış bir sofi, her türlü güçlü ve etkili silahla mücehhez bir askere benzer. Şeytanlar ise onun karşısında çok zayıftırlar. Güya sofiye yaptıkları eziyetler, cinni şeytanların zikir, rabıta ve murakabe neticesinde meydana gelen nur ve feyz karşısında yaşadıkları eziyetin yanında binde birdir.
Şeytan musallatlarının pek çok değişik biçimi vardır. Maalesef böyle bir sıkıntıya düçar olanlar, baştan olguyu bir türlü kavramak istemiyorlar. Böyle bir musallattan sihirli bir sözle, duayla, ayetle, sure ile; iyi bir hocaya verecekleri para ile kurtulmak istiyorlar.
Halbuki bu yollarla elde edecekleri şifa geçicidir. Asıl kesin kurtuluş yolu, kendini güçlü kılmaktır. Bir mürşid-i kamile bağlanarak kalbini ve letaiflerini nurla ve feyzle beslemektir.
Sultani zikirle insan vücudunu bu cinni şeytanlara karşı bir kale durumuna getirebilir. Sultani zikir, bütün vucudun titreşimdeki cep telefonu gibi Allah’ı zikretmesidir. Hücrelerinde bu zikri algılayan sofi dilini damağına yapıştırıp onlarla beraber gizli zikre devam ederse sultani zikir yavaş yavaş tüm vücuda hakim olur. Artar, gelişir. Cinni şeytanların duman biçiminde vücudu ve letaifleri sarmasını engelleyebilir, onlardan kendisini kuratarabilir. Bu sırada nefes tutmanın, bu gizli zikri nefes tutarak yapmanın faydası ise çok büyüktür. Cinni şeytanların dumanlarını, yani kendilerini dağıtır.
Sofiler böyle bir musallat anında rabıtalarını, zikirlerini, murakabelerini artırma yolu ile bir rahatlığa ererler. Bunun dışında şeytanlarla mücadeledeki her yol batıldır. Çıkmaz bir sokaktır. Esassızdır.
Şunu da özellikle belirteyim ki, tembel bir sofi (zikrini, rabıtasını, murakabesini biraz ihmal eden) bile şeytan musallatları nedeni ile büyük sıkıntılara öyle pek düşmez, yani halk tabiri ile öyle kafayı yemez. Böyleleri genellikle cinni şeytanların dişilerine karşı uçkurlarını tutamadığı için manevi olarak pek ilerleyemezler. Yerlerinde sayıp dururlar veya yavaş yavaş geriye giderler. Bazı sıkıntıları da çekebilirler. Yani cinni şeytanlar tembel sofiyi zinayla etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bir de ibadetler sırasında üzerine biraz ağırlık verirler. Bunu yaparken de sofinin üstündeki nurdan ve feyizden dolayı cinni şeytanlar büyük acılar çekerler. Fakat bu tembel sofiler, ruhsal sağlıklarını yitirip de öyle akıl hastanesine falan düşmezler hiçbir zaman Allah’ın izniyle. Ben bu yaşıma kadar da böyle bir hadise duymadım. Tembel sofiler ara sıra zikre, rabıta ve murakabeye sarılarak biraz kendilerine gelirler, şeytanların olumsuz durumlarından kurtulurlar, ama nefisleri tam olarak ıslah olmadığı ve onlarla zinaya karşı büyük bir zaaf içinde bulundukları için bir kısır döngünün içerisine de girebilirler.
Asıl cinni şeytan musallatlarında büyük tehlike, böyle tasavvuf yolundan habersiz insanlarda olmaktadır. Onlar tıpkı bir askerin silahlarından mahrum olduğu zaman yaşadığı gibi, şeytanların karşısında büyük bir sıkıntı duymakta, adeta onların ellerinde oyuncak olmaktadırlar. Tabii cinni şeytanlar herkese musallat olmazlar. Genellikle bu dediğim kesim, hayatlarında büyük bir travma (ruhsal acı) yaşarlar: Boşanma, yakınların ölümü, dayak, iş ve büyük para kaybı gibi beklenmedik hadiseler… cinni şeytanları harekete geçirir, bu durumdaki bazı ruhsal açıdan zayıf kişilere musallat olabilirler. Onların bazı bozuk itikatlarını iyi bildikleri, özellikle tasavvuf yoluna giremeyeceklerini de anladıkları zaman insan soyuna karşı bütün kinlerini bu zavallılara kusarlar. Onları kelimenin tam anlamıyla deli divane yaparlar. Akrabaları, tanıdıkları yardım için onları o veya şu hocaya götürürler ama dökme su ile değirmen dönmez. Böyleleri nurdan, feyizden tamamen mahrum oldukları için pek şifaya da kavuşamazlar. Çoğu kendilerine deli denmemesi için zamanla sıkıntılarını saklama yoluna giderler. Bu yolu tutarlar. Kol kırılır yen içinde kalır, hesabı ile kendilerini kurtarmaya, akıl hastanesine düşmemeye çalışırlar.
Tasavvuf yolunun gayesi, nefsi ıslah etmektir. Her türlü kötülüğü, şerri barındıran nefsi en az Allah’tan razı olan bir makama yükseltmektir. Zikir, rabıta, murakabe her ne kadar letaifleri çalıştırıp besliyor, güçlendiriyorsa da bu gelişen ruh, dolayısıyla letaiflerin gayesi de nefsin derecesini yükseltmek, onda güzel ahlakı meydana getirmektir. Çünkü tasavvufta asıl olan şey, ruhu ve letaifleri tasfiye etmek değil nefsi tezkiye kılmaktır. İnsan bu dünyada nefsi ile imtihan edilmektedir. Ruh ve letaifler yüce makmalara ulaşabilir ama nefis günhaların, kötü ahlakların, dünyaya bağlılığın elinde esirse bu durum kişiye dini açıdan bir şey kazandırmış olmaz. Böyle bir kişinin tasavvuf yolunda elde ettiği şey de koca bir sıfırdır.
Nefis Allah’tan razı olduğunda Allah da o nefisten razı olmaktadır. Böyle yüce bir makama eren kişiye ise hiç bir olumsuz hadise tesir etmemektedir. Başa gelen her türlü bela ve musibet (boşanma, yakınların ölümü, dayak, iş ve büyük para kaybı gibi beklenmedik hadiseler…), günahlarının neticesi veya imtihan sırrı olarak yüce Allah’tan (c.c.) bilindiği zaman travmatik bir etki yapmamaktadırlar. Bilakis nefsi; ruhu, letaifleri güçlü kılmaktadır.
Sabır, en büyük şifa kaynağıdır. Hadisi-i şerife göre imanın da yarısını teşkil etmektedir. Olumsuz hadiseler karşısında sabreden ve bu hadisenin asıl yaratıcısı olarak Allah’ı gören bir mümin, cinni şeytanlara müdahale için hiçbir açık kapı bırakmamaktadır. Sabrın üstüne bir de Allah’tan razı olma durumuna ermişse, bu kutlu nefis artık büyük bir manevi güce erişmektedir. Şeytanlar böyle nefis sahiplerine zarar veremeyeceklerini anladıkları için onlardan genellikle kaçarlar. Onlarla pek uğraşmak istemezler. Çünkü onlar karşısında vesveseleri bile etkisiz kalmaktadır. Bu durum onları büyük bir çaresizliğe, yenilgi duygusuna sevk edip deli divane kılar. Cinni şeytanlar da genellikle kafayı bu sebepten yerler. Evliyalar bazı şeytanların böyle bir nefisten etkilenerek İslam yoluna girdiğini söylemişlerdir.
-Letaifler ile rabıtanın İlişkisi nasıldır?
Kişi rabıta kurduğu anda yani mürşidini düşündüğünde ruhani bir ilişkiye girmektedir. Aslında kimi düşünürseniz onunla ruhani bir temasta bulunuyorsunuz demektir. Rabıta sırasında ruhun manevi organları olan letaifler, harekete geçmekte, mürşidin letaifleri ile temas kurmaktadırlar. Tıpkı kabloların birbirine bağlanması gibi bir durum oluşmaktadır. Mürşidin olgunlaşmış letaiflerinden feyz ve nur, rabıta yapan sofiye intikal etmektedir. Birleşmiş kaplardaki suyun az veya boş bulunan kaplara dengeli dağılması gibi fiziksel bir yasaya bağlı olarak rabıtada da feyz mürşitten rabıta yapanlara dağılır. Bu intikal derecesi rabıtanın kuvvetine göre az veya çok gerçekleşmektedir.
Manevi rabıtada şeyhin sureti zihinde canlandırlımaz. Yanınızda veya karşınızda olduğu varsayılır. Bunun için bu rabıta türü, en az enerji ile yapılanı ve en çok fayda getirenidir. Bu yoldaki kişiler bu rabıtayı her işlerinde kolaylıkla yapabilirler.
Tasavvuf yolunda en büyük kazanç rabıtadadır. Rabıtanın sırrını anlayan, kalbine ve letaiflerine feyzin (manevi enerji) ulaştığını hisseden sofiyi yükselmekten ve ileri gitmekten, yüksek makamlara ulaşmaktan hiçbir şey engelleyemez.
-Kişi tasavvuf yoluna girmemişse kıldığı namaz ve kendince çektiği zikirlerle letaifleri çalışmaz mı?
Elbette bir insan Müslümansa kıldığı namazlarla ve diğer ibadetleri ile letaiflerini canlı tutuyordur ama onları tasavvuftaki anlamları ile çalıştırmak kolay değildir. Bunun için mürşid-i kamilin rabıtası ile zikre ihtiyaç vardır. Yani roket özel bir benzinle çalışıyor. Araba benzini ile bu iş gerçekleşmiyor.
Elbette bir Müslümanın letaifleri nurdan ve feyizden nasipsiz değildir. Belli bir hızla da olsa yükselmektedir.
Letaiflerin Allah’a, emir alemine ulaşması kolay bir şey değildir. Tasavvuf yolundaki insanların belki yüz binde biri bile bu nimete erememektedirler. Ki onlar bir Müslüman olarak günlük ibadetlerinden başka vakitlerinin yarısını, hatta yarısından çoğunu ibadetlere ayırdıkları halde bu nimete ulaşamamaktadırlar.
-Freud’un bulduğu bilinçaltı ile letaiflerin ilişkisi nelerdir?
Freud’un buluduğu biliçaltı öyle kapalı bir kutu ki, içinde pek çok şeyi barındırmaktadır. İnsanın özellikle nefis gerçekliği, içgüdüler bu kapalı kutuda baş köşededir.
Şeytanı kabul etmeyen çağdaş insan bilmeli ki, bu baş köşede bulunan nefsin hemen yanında o oturmaktadır. İnsanın aklına gelen şarkıların çoğu bile şeytanların can sıkıntısından neş’et eder. Aklımıza sanki bizim düşüncelerimizmiş gibi gelen şeylerin büyük çoğunluğu, bu şeytan vesveseleridir.
Yanında şeytanı olmayan bir insansa yoktur. Hadis-i şeriflerde her Müslümanın mutlaka yanında görevli bir şeytanın bulunduğu belirtilmektedir.
Ruha, dolayısıyla letailere gelince onların bilinçaltında yerleri pek hissedilmez. Yani bilinçaltında onların bir yerleri vardır ama sesleri nefsin ve şeytanların gürültüleri arasında kaybolur gider. İnsanlar ruhun temel ihtiyacının nur ve feyz olduğunu bilse de bu bilinç pek onları harekete geçirememektedir. Bunun için günahlardan uzak durmak ve ibadetlere yönelmek insanlara ağır gelmektedir. Nefsin ve şeytanların insana dayattıkları hayvanlar gibi yeme, içme, cinsel ihtiyaçları karşılamayı birinci plana sokan yaşam görüşü daha cazip görülmektedir.
Elbette yüce Allah (c.c.) insanı çok mükerrem yaratmıştır. Meleklerin ilhamını ondan esirgememiştir. İmani, dini konularda insanı rahatlatan düşünceler hep onlardan gelir. Ayrıca hayır işlere teşvik hususunda içimize doğan düşünceler de hep meleklerin ilhamı iledir. Bu meleklerin ilhamı da herkese verilir. Kimse bundan yoksun kılınmaz. Yüce Allah’ın (c.c.) imtihan sırrında sunduğu büyük bir manevi ikramdır bu. Ama insanların büyük çoğunluğuna bu ilham edilen şeyler, ağır gelir. Onlara pek kulak vermezler. Nefis ve şeytanların yollarından giderler. Hak yola karşı ya savaş açarlar ya da o yolu eğip bükmeye gayret ederler.
Aslında insanoğlu öyle kendiliğinden düşünen bir mahluk değildir. Bir kıvılcım olur şeytanın vesvesesinden, meleğin ilhamından veya nefsin manyetik etkisinden kaynaklanan. İnsan da farklı şeyleri karşılaştırmaya, düşünmeye o zaman başlar. Hak ve batıl arasındaki bir noktada bir seçime zorlanır.
Kısacası bilinçaltı tam bir kaostur. Kuran-ı Kerim’in hükümlerini, peygamberimizin (s.a.s) sünnetini, kısacası ehl-i sünnet itikadını temel almadıkça bu karışılıktan çıkmamız, kurtulmamız, ayağımızın kaymaması mümkün değildir.
-Vecd, sekr (manevi sarhoşluk) halleri ile letaiflerin ne gibi ilgileri vardır?
Yüce Allah (c.c.) imtihan sırrı gereği zıtları yaratmıştır. Cinsel ihtiyaç evlilik gibi helal bir yolla da giderilebilir, zina gibi haram bir yolla da.
İçkinin, uyuşturucu maddelerinin insan sağlığında ve toplumsal hayatta ne kadar büyük yıkımlar doğurduğunu bilmeyen kimse yoktur. İnsanlar neden bunlara yöneliyorlar? İnsanları bunları kullanmaya iten temel güdü nereden kaynaklanıyor? Evet, insanlar kendilerinden geçmek istiyorlar. Bu onlara büyük bir haz veriyor. Bu istek ruhlarından, dolayısıyla letaiflerinden geliyor. Ama böyle şeytanların elindeki sıvılarla ve maddelerle gelen haz ruhu bulandırıyor da. Hastalandırıyor da. Yani verdiği hazzı değişik yollarla insanların burnundan fitil fitil çıkartıyor. Öyleyse bu yolun meşru bir şekilde karşılanması gerekiyor. Yüce Allah (c.c.), her negatife karşılık bir pozitif kutup, haram olan her şeyin yerine helalini de yüce hikmeti gereği bizlere çeşitli nimetlerle sunmuştur.
İbadetlerdeki huzur hali, ruha bu manevi vecd ve sekr halini çok kısmi ölçüde vermektedir. Ama bu oran tabii günlük ibadetlerde çok düşüktür. Tıpkı kolanın içerisindeki kakoin maddesindeki oran gibi. Ama tabii bu oran, yani sekr ihtiyacı insanların büyük çoğunluğu için yeter de artar bile.
Bazı insanlar ruhsal yapıları gereği kendinden geçmeye çok eğilimlidirler.
Tasavvuf yolunda ibadetler arttığı için letaif noktalarında vecd ve sekr halleri kendilerini gerçek manada göstermeye başlar.
Bu yola yeni girdiğimde önce kalbimden feyz almaya başladım ve bunu gözümde çok büyüttüm. Hoş bir duygu yaşıyordum ibadetler sırasında. Sonra göğsümdeki beş letaif noktası sırasıyla açıldı ve ben bu noktalarda, göğüs kafesinin bütününde aldığım feyzle namaz kıldığımda adeta kendimden geçiyordum. Bundan öte bir zevk yoktur sanıyordum. Kabe tarafından gelen büyük ve hoş bir basınç (feyz), adeta göğsümü eziyordu. Bu durum zikir ve rabıta sırasında da meydana geliyordu. Bu soyut bir zevk değildi, etimle canımla yaşadığım somut bir zevkti. Sonra kafa üzerinde açılan letaif noktaları ile ilahi feyzi algılayınca öncekiler gözümde çok küçüldü ve sofilerin ‘ilahi sarhoşluk’ tabiri ile ne anlatmak istediklerini daha iyi anladım. Yaşadıkları şeyin gerçekten çok hoş bir sarhoşluk hali olduğunu derinden kavradım. Elbette bu, hem çok güzel bir sarhoşluk hem de çok büyük bir ayıklık halidir. Bu halin şeytanların ellerindeki içki ve uyuşturucu içme ile elde edilen halle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Aslında insan ruhu, dolayısıyla letaifleri hayatta bu büyük zevki aramakta, yaşamak istemekte, ama şeytanların ellerindeki içkilerden ve uyuşturucu maddelerden bunu bulamamakta, bir zaman sonra büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak büyük bir ruhsal yıkıma gitmektedirler. Bazıları bunun için aziz ömrü içki ve uyuşturucu içerek çürütmektedirler. Hem kendilerine hem çevrelerine büyük maddi ve manevi zararlar vermektedirler.
Mevlana’nın (k.s) dediği gibi imanın amacı, tamamen zevktir. Kelimenin tam anlamıyla kendinden geçmek, ilahi aşk yolunda sarhoş olmaktır. Ama tabii iman ağacının büyümesi, meyve vermesi çok geç olmaktadır. Bir ömür genellikle yetmemektedir. İnsanların büyük çoğunluğu için bu kutlu iş ahrete kalmaktadır. Bazılarına, çok az kişiye dünyada iken bu işin zevki tattırılmaktadır.
-İnsanda sadece bilinen letaifler dışında başka letaif noktaları var mı?
Evet, insanın pek çok yerinde letaif noktaları vardır. Özellikle ellerin içerisinde bulunanlar dikkate değerdir. Zikirle uğraşan insanların genellikle bu letaif noktaları açıktır. Bazıları bunu hissederler. Çoğu da bilmezler. Bende ilk açılan letaif noktası olduğu için bunun en önce açılan letaif noktası olduğunu düşünüyorum.
Bu letaif noktaları kişiye özel değildir, isterse her insan zikirle bu ellerdeki letaif noktalarını açabilir.
Dua ettiğim zaman ellerimin üzerine çok büyük bir ağırlık biner. Bu, duadaki samimiyetim ve duanın uzunluğu ölçüsünde artar. Sanki kilolarca pamuk gibi yumuşak ama ağır bir yük (feyz), avuçlarımın içerisine dolar ve orada taşmaya, sonra da oradan bütün vücudumu kaplamaya başlar.
Bu letaif noktası açıldığında herhangi bir yaraya, ağrıyan yere tutulduğunda ısındığı müşahede olunur. Bu ısı sanki çok yüksek derecelerde gibi olur. Eller resmen yanmaya başlar.
Bazı insanlar elerinde hissettikleri bazı duyumlara binaen ‘Biyoenerjiye sahibim.’ diye bu işi bir mesleğe, para kazanmaya dönüştürmüşlerdir. Ben şahsi kanaatimle gerek kan verme gerek organ nakli olsun insan vücuduna yüce Allah’ın (c.c.) karşılıksız olarak verdiği şeylerin satılmasını dini açıdan doğru bulmuyorum. Bu işlerin Allah (c.c.) rızası için yapılması gerektiği kanaatindeyim. Kendim 25 yıldır her sene kan bağında bulunurum. Bunu adet haline getirmişimdir. Bu, hem sağlığım için faydalı bir şeydir, hem de bir hayat kurtarmanın sevabını bana kazandırmaktadır.
Biyoenerji de yüce Allah’ın (c.c.) insana verdiği bir nimettir. Bunun ticareti hoş bir şey değildir, her şeyden önce insan vicdanına terstir. Dini açıdan da sakıncalı görmekteyim. Şifayı veren yüce Allah (c.c.) senin elini vesile kılmışsa, bundan daha büyük bir nimet olabilir mi? Karşı taraftaki insan da, yani hasta da, gerçekten böyle bir elden şifa aldığına inanıyorsa, bu işin de Allah rızası için yapıldığını da görmüşse, ondan gelecek bir dua hiç paraya değişilebilinir mi?
Gerçekten elden gelen bu biyoenerji şifa veriyor mu? Evet, yüce Allah (c.c.) bunu şifa için vesile kılabilir. Ama bunu para ile yapan kişilerde o güçte bir biyoenerji olacağı bana pek makul gelmemektedir. Diğer letaiflerin çalışması ile ellerdeki letaifler ancak istenilen ölçüde bir seviyeye gelebilir. Çünkü letaif noktaları bir bütündür, ruhun temel organlarıdır. Birbirleri ile güçlü bağları vardır. Birindeki bir olgunlaşma diğerlerini de etkilemekte, her biri insicamlı bir şekilde gelişmektedirler. Yoksa ellerde hissedilen ufak tefek karıncalanma, yanma, batma ile bu ellerin letaiflerinin şifa verecek kapasiteye ulaşmalarını imkânsız görmekteyim. Daha doğrusu bir insanın baştan sona bütün letaifleri çalışmadıkça, nur ve feyz kaynağı kesilmedikçe, yani ilahi nurları veya nuru gözlerini kapadığında görmedikçe insanlara şifa dağıtacağına inanmıyorum. Bu seviyeye ulaşan kişi ise, ne gariptir ki, insanlara şifa için pek ellerini kullanmamaktadır.
Bir diğer letaif noktası da bizzat gözlerin içerisindedir. Nazar, nefis letaifinin (nefs-i emmarenin) kötü bir ışınıdır. Bu herkeste az çok vardır. İnsan kibirle haset ettiğinde bu nazar üst seviyeye ulaşır. Bu nefis terbiye edilip en az mutmainne makamına erişirse o zaman gözlerden büyük bir şifa kaynağı akmaya başlar. Mürşitlerin, veli kişilerin hoş bir nazarlarına ermek çok büyük bir nimettir, devlettir. Bunun kıymetini tarif etmek mümkün değildir. Tabii bunun için önce onların gönüllerini alacak bir şeyler yapmak, sonra da onların hoş nazarlarını üzerimize celbetmek gerekir. Bu gözlerden gelen şifa kişinin maddi ve manevi her derdine, dert olarak gördüğü her şeye deva olabilir. Ellerden gelen şifa bir lira değerinde ise bu gibi zatların gözlerinden gelecek şifa milyon değerindedir. Bir de her türlü müşküle, probleme uygun düşer. Tabii bu hoş nazar herkese pek kısmet olmaz.
Mürşit gönülden isterse bir nazarla uygun olan müridini yüce mertebelere eriştirebilir.
Mürşitlerin, veli kişilerin kötü nazarla bakmaları ise büyük yıkım, uğursuzluk ve ölüm getirir.
-Rüya ile letaiflerin ilişkisi nedir?
Rüyayı ruh letaifleri aracılığı ile görür.
Rüyanın çeşitleri vardır: Şeytani, nefsani, hak.
Şeytani rüyalar, şeytanların letaiflere aynı kelimeleri uyku süresince fısıldamaları ile görülür. Bunlar genellikle kaygı veren veya cinsel içerikli rüyalardır.
Nefsani rüyalar, hak rüyalarla genellikle karıştırılır. Çünkü nefsani rüyada aynı rüya defalarca kez görülebilir. Bu yüzden hak rüya sanılabilir. Nefis isteğinde hep ısrarlıdır. Örneğin evlenmede çeşitli problemleri olan genç kızlar, hep aynı türden rüyalar görerek gerçek hayatta yaşadıkları veya karşılaştıkları problemleri rüyalarında dile getirirler.
Freud, nefsani rüyaları başarılı bir şekilde analiz etmiştir.
Hak rüyalar ise gerçekleşir. Gelecekten haber verirler. Amaçları imanı, özellikle kadere imanı güçlendirmek ve tahkiki seviyeye ulaştırmaktır. Allah’ın (c.c.) büyük bir hediyesidirler. Hadis-i şerife göre, nübüvvetin 46’da birisidirler. Herkese nasip olmaz. Nefsini biraz temizlemiş kişilere görmek müyesser olur.
Nefis tezkiye olduğunda letaifler, misal alemine yükselerek levh-i mahfuza ulaşmakta, orada geleceğe dair malumattan haber almaktadırlar.
Yüce Allah (c.c.) rızası dahilinde, ehl-i sünnet inancı doğrultunda yaşamayı ve ölmeyi nasip eylesin. Ayaklarımızı kaydırmasın. Âmin.
Muhsin İyi.
-Çakralar ile letaifleri karşılaştırdığımızda en büyük farklılık nerelerde görülüyor?
Çakralarda iki letaif noktası eksiktir. Bunlar sır ve hafidir. Tabii bu durum dikkat çekicidir. Nedeni ise çok düşündürücüdür: İleri derecede zikir çekenler, letaif noktalarındaki nurları müşahede edenler bir müddet sonra tıpkı güneş gibi bir nur halesi (tecelli-i nur) ile çevrildiklerini görürler. Şayet bu nur halesi olamasa idi, şeytanların musallatlarından kurtulamazlardı. Yani bu nur halesine ulaşmak hayat memat meselesidir.
Tüm letaif noktaları bu nura ulaşmada tıpkı bir çark gibidir. Sistemde rol sahibidirler. Ben kendi tecrübelerimle şunu kavradım ki, sır ve hafi letaifleri şeytanlara karşı büyük mücadele vermektedirler. Bunlar çakralardan sanki usta bir hırsız eli ile çıkarılmış ve sistem dışına konmuş gibidirler. Tabii bu durumdan en çok fayda temin edenler, cinni şeytanlar olmaktadır. Dolayısıyla bu işte onların uzun ellerininin payı olduğunu düşünmekteyim.
Meditasyon o hale getirilmiş ki, artık faydadan çok zarar getirecek bir hüviyete sokulmuştur. Elbette kişi başlangıçta bunları hissedecek halde değildir. O önceleri vücudunda bazı noktalarda hissettiği hoş hallerle avunur. Sonra ileriki zamanlarda, özellikle yaşlandığında öyle hallere düşer ki, bundan kurtulması mümkün değildir. Şeytan musallatları çok korkunç sıkıntılar verir. Tabii modern tıpta bunları tedavi eden bir merci de yoktur. Asıl işin vahim noktası böyle bir arayışa girince zaten ortaya çıkmaktadır.
-Şeytanlar sofilere musallat olmaz mı?
Elbette letaif noktalarını zikirle açan bir sofi de şeytan musallatlarına maruz kalabilir. Bu sık karşılaşılan bir durum olmasa da ara sıra vakidir. Ama böyle şeytan musallatına maruz kalmış bir sofi, her türlü güçlü ve etkili silahla mücehhez bir askere benzer. Şeytanlar ise onun karşısında çok zayıftırlar. Güya sofiye yaptıkları eziyetler, cinni şeytanların zikir, rabıta ve murakabe neticesinde meydana gelen nur ve feyz karşısında yaşadıkları eziyetin yanında binde birdir.
Şeytan musallatlarının pek çok değişik biçimi vardır. Maalesef böyle bir sıkıntıya düçar olanlar, baştan olguyu bir türlü kavramak istemiyorlar. Böyle bir musallattan sihirli bir sözle, duayla, ayetle, sure ile; iyi bir hocaya verecekleri para ile kurtulmak istiyorlar.
Halbuki bu yollarla elde edecekleri şifa geçicidir. Asıl kesin kurtuluş yolu, kendini güçlü kılmaktır. Bir mürşid-i kamile bağlanarak kalbini ve letaiflerini nurla ve feyzle beslemektir.
Sultani zikirle insan vücudunu bu cinni şeytanlara karşı bir kale durumuna getirebilir. Sultani zikir, bütün vucudun titreşimdeki cep telefonu gibi Allah’ı zikretmesidir. Hücrelerinde bu zikri algılayan sofi dilini damağına yapıştırıp onlarla beraber gizli zikre devam ederse sultani zikir yavaş yavaş tüm vücuda hakim olur. Artar, gelişir. Cinni şeytanların duman biçiminde vücudu ve letaifleri sarmasını engelleyebilir, onlardan kendisini kuratarabilir. Bu sırada nefes tutmanın, bu gizli zikri nefes tutarak yapmanın faydası ise çok büyüktür. Cinni şeytanların dumanlarını, yani kendilerini dağıtır.
Sofiler böyle bir musallat anında rabıtalarını, zikirlerini, murakabelerini artırma yolu ile bir rahatlığa ererler. Bunun dışında şeytanlarla mücadeledeki her yol batıldır. Çıkmaz bir sokaktır. Esassızdır.
Şunu da özellikle belirteyim ki, tembel bir sofi (zikrini, rabıtasını, murakabesini biraz ihmal eden) bile şeytan musallatları nedeni ile büyük sıkıntılara öyle pek düşmez, yani halk tabiri ile öyle kafayı yemez. Böyleleri genellikle cinni şeytanların dişilerine karşı uçkurlarını tutamadığı için manevi olarak pek ilerleyemezler. Yerlerinde sayıp dururlar veya yavaş yavaş geriye giderler. Bazı sıkıntıları da çekebilirler. Yani cinni şeytanlar tembel sofiyi zinayla etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bir de ibadetler sırasında üzerine biraz ağırlık verirler. Bunu yaparken de sofinin üstündeki nurdan ve feyizden dolayı cinni şeytanlar büyük acılar çekerler. Fakat bu tembel sofiler, ruhsal sağlıklarını yitirip de öyle akıl hastanesine falan düşmezler hiçbir zaman Allah’ın izniyle. Ben bu yaşıma kadar da böyle bir hadise duymadım. Tembel sofiler ara sıra zikre, rabıta ve murakabeye sarılarak biraz kendilerine gelirler, şeytanların olumsuz durumlarından kurtulurlar, ama nefisleri tam olarak ıslah olmadığı ve onlarla zinaya karşı büyük bir zaaf içinde bulundukları için bir kısır döngünün içerisine de girebilirler.
Asıl cinni şeytan musallatlarında büyük tehlike, böyle tasavvuf yolundan habersiz insanlarda olmaktadır. Onlar tıpkı bir askerin silahlarından mahrum olduğu zaman yaşadığı gibi, şeytanların karşısında büyük bir sıkıntı duymakta, adeta onların ellerinde oyuncak olmaktadırlar. Tabii cinni şeytanlar herkese musallat olmazlar. Genellikle bu dediğim kesim, hayatlarında büyük bir travma (ruhsal acı) yaşarlar: Boşanma, yakınların ölümü, dayak, iş ve büyük para kaybı gibi beklenmedik hadiseler… cinni şeytanları harekete geçirir, bu durumdaki bazı ruhsal açıdan zayıf kişilere musallat olabilirler. Onların bazı bozuk itikatlarını iyi bildikleri, özellikle tasavvuf yoluna giremeyeceklerini de anladıkları zaman insan soyuna karşı bütün kinlerini bu zavallılara kusarlar. Onları kelimenin tam anlamıyla deli divane yaparlar. Akrabaları, tanıdıkları yardım için onları o veya şu hocaya götürürler ama dökme su ile değirmen dönmez. Böyleleri nurdan, feyizden tamamen mahrum oldukları için pek şifaya da kavuşamazlar. Çoğu kendilerine deli denmemesi için zamanla sıkıntılarını saklama yoluna giderler. Bu yolu tutarlar. Kol kırılır yen içinde kalır, hesabı ile kendilerini kurtarmaya, akıl hastanesine düşmemeye çalışırlar.
Tasavvuf yolunun gayesi, nefsi ıslah etmektir. Her türlü kötülüğü, şerri barındıran nefsi en az Allah’tan razı olan bir makama yükseltmektir. Zikir, rabıta, murakabe her ne kadar letaifleri çalıştırıp besliyor, güçlendiriyorsa da bu gelişen ruh, dolayısıyla letaiflerin gayesi de nefsin derecesini yükseltmek, onda güzel ahlakı meydana getirmektir. Çünkü tasavvufta asıl olan şey, ruhu ve letaifleri tasfiye etmek değil nefsi tezkiye kılmaktır. İnsan bu dünyada nefsi ile imtihan edilmektedir. Ruh ve letaifler yüce makmalara ulaşabilir ama nefis günhaların, kötü ahlakların, dünyaya bağlılığın elinde esirse bu durum kişiye dini açıdan bir şey kazandırmış olmaz. Böyle bir kişinin tasavvuf yolunda elde ettiği şey de koca bir sıfırdır.
Nefis Allah’tan razı olduğunda Allah da o nefisten razı olmaktadır. Böyle yüce bir makama eren kişiye ise hiç bir olumsuz hadise tesir etmemektedir. Başa gelen her türlü bela ve musibet (boşanma, yakınların ölümü, dayak, iş ve büyük para kaybı gibi beklenmedik hadiseler…), günahlarının neticesi veya imtihan sırrı olarak yüce Allah’tan (c.c.) bilindiği zaman travmatik bir etki yapmamaktadırlar. Bilakis nefsi; ruhu, letaifleri güçlü kılmaktadır.
Sabır, en büyük şifa kaynağıdır. Hadisi-i şerife göre imanın da yarısını teşkil etmektedir. Olumsuz hadiseler karşısında sabreden ve bu hadisenin asıl yaratıcısı olarak Allah’ı gören bir mümin, cinni şeytanlara müdahale için hiçbir açık kapı bırakmamaktadır. Sabrın üstüne bir de Allah’tan razı olma durumuna ermişse, bu kutlu nefis artık büyük bir manevi güce erişmektedir. Şeytanlar böyle nefis sahiplerine zarar veremeyeceklerini anladıkları için onlardan genellikle kaçarlar. Onlarla pek uğraşmak istemezler. Çünkü onlar karşısında vesveseleri bile etkisiz kalmaktadır. Bu durum onları büyük bir çaresizliğe, yenilgi duygusuna sevk edip deli divane kılar. Cinni şeytanlar da genellikle kafayı bu sebepten yerler. Evliyalar bazı şeytanların böyle bir nefisten etkilenerek İslam yoluna girdiğini söylemişlerdir.
-Letaifler ile rabıtanın İlişkisi nasıldır?
Kişi rabıta kurduğu anda yani mürşidini düşündüğünde ruhani bir ilişkiye girmektedir. Aslında kimi düşünürseniz onunla ruhani bir temasta bulunuyorsunuz demektir. Rabıta sırasında ruhun manevi organları olan letaifler, harekete geçmekte, mürşidin letaifleri ile temas kurmaktadırlar. Tıpkı kabloların birbirine bağlanması gibi bir durum oluşmaktadır. Mürşidin olgunlaşmış letaiflerinden feyz ve nur, rabıta yapan sofiye intikal etmektedir. Birleşmiş kaplardaki suyun az veya boş bulunan kaplara dengeli dağılması gibi fiziksel bir yasaya bağlı olarak rabıtada da feyz mürşitten rabıta yapanlara dağılır. Bu intikal derecesi rabıtanın kuvvetine göre az veya çok gerçekleşmektedir.
Manevi rabıtada şeyhin sureti zihinde canlandırlımaz. Yanınızda veya karşınızda olduğu varsayılır. Bunun için bu rabıta türü, en az enerji ile yapılanı ve en çok fayda getirenidir. Bu yoldaki kişiler bu rabıtayı her işlerinde kolaylıkla yapabilirler.
Tasavvuf yolunda en büyük kazanç rabıtadadır. Rabıtanın sırrını anlayan, kalbine ve letaiflerine feyzin (manevi enerji) ulaştığını hisseden sofiyi yükselmekten ve ileri gitmekten, yüksek makamlara ulaşmaktan hiçbir şey engelleyemez.
-Kişi tasavvuf yoluna girmemişse kıldığı namaz ve kendince çektiği zikirlerle letaifleri çalışmaz mı?
Elbette bir insan Müslümansa kıldığı namazlarla ve diğer ibadetleri ile letaiflerini canlı tutuyordur ama onları tasavvuftaki anlamları ile çalıştırmak kolay değildir. Bunun için mürşid-i kamilin rabıtası ile zikre ihtiyaç vardır. Yani roket özel bir benzinle çalışıyor. Araba benzini ile bu iş gerçekleşmiyor.
Elbette bir Müslümanın letaifleri nurdan ve feyizden nasipsiz değildir. Belli bir hızla da olsa yükselmektedir.
Letaiflerin Allah’a, emir alemine ulaşması kolay bir şey değildir. Tasavvuf yolundaki insanların belki yüz binde biri bile bu nimete erememektedirler. Ki onlar bir Müslüman olarak günlük ibadetlerinden başka vakitlerinin yarısını, hatta yarısından çoğunu ibadetlere ayırdıkları halde bu nimete ulaşamamaktadırlar.
-Freud’un bulduğu bilinçaltı ile letaiflerin ilişkisi nelerdir?
Freud’un buluduğu biliçaltı öyle kapalı bir kutu ki, içinde pek çok şeyi barındırmaktadır. İnsanın özellikle nefis gerçekliği, içgüdüler bu kapalı kutuda baş köşededir.
Şeytanı kabul etmeyen çağdaş insan bilmeli ki, bu baş köşede bulunan nefsin hemen yanında o oturmaktadır. İnsanın aklına gelen şarkıların çoğu bile şeytanların can sıkıntısından neş’et eder. Aklımıza sanki bizim düşüncelerimizmiş gibi gelen şeylerin büyük çoğunluğu, bu şeytan vesveseleridir.
Yanında şeytanı olmayan bir insansa yoktur. Hadis-i şeriflerde her Müslümanın mutlaka yanında görevli bir şeytanın bulunduğu belirtilmektedir.
Ruha, dolayısıyla letailere gelince onların bilinçaltında yerleri pek hissedilmez. Yani bilinçaltında onların bir yerleri vardır ama sesleri nefsin ve şeytanların gürültüleri arasında kaybolur gider. İnsanlar ruhun temel ihtiyacının nur ve feyz olduğunu bilse de bu bilinç pek onları harekete geçirememektedir. Bunun için günahlardan uzak durmak ve ibadetlere yönelmek insanlara ağır gelmektedir. Nefsin ve şeytanların insana dayattıkları hayvanlar gibi yeme, içme, cinsel ihtiyaçları karşılamayı birinci plana sokan yaşam görüşü daha cazip görülmektedir.
Elbette yüce Allah (c.c.) insanı çok mükerrem yaratmıştır. Meleklerin ilhamını ondan esirgememiştir. İmani, dini konularda insanı rahatlatan düşünceler hep onlardan gelir. Ayrıca hayır işlere teşvik hususunda içimize doğan düşünceler de hep meleklerin ilhamı iledir. Bu meleklerin ilhamı da herkese verilir. Kimse bundan yoksun kılınmaz. Yüce Allah’ın (c.c.) imtihan sırrında sunduğu büyük bir manevi ikramdır bu. Ama insanların büyük çoğunluğuna bu ilham edilen şeyler, ağır gelir. Onlara pek kulak vermezler. Nefis ve şeytanların yollarından giderler. Hak yola karşı ya savaş açarlar ya da o yolu eğip bükmeye gayret ederler.
Aslında insanoğlu öyle kendiliğinden düşünen bir mahluk değildir. Bir kıvılcım olur şeytanın vesvesesinden, meleğin ilhamından veya nefsin manyetik etkisinden kaynaklanan. İnsan da farklı şeyleri karşılaştırmaya, düşünmeye o zaman başlar. Hak ve batıl arasındaki bir noktada bir seçime zorlanır.
Kısacası bilinçaltı tam bir kaostur. Kuran-ı Kerim’in hükümlerini, peygamberimizin (s.a.s) sünnetini, kısacası ehl-i sünnet itikadını temel almadıkça bu karışılıktan çıkmamız, kurtulmamız, ayağımızın kaymaması mümkün değildir.
-Vecd, sekr (manevi sarhoşluk) halleri ile letaiflerin ne gibi ilgileri vardır?
Yüce Allah (c.c.) imtihan sırrı gereği zıtları yaratmıştır. Cinsel ihtiyaç evlilik gibi helal bir yolla da giderilebilir, zina gibi haram bir yolla da.
İçkinin, uyuşturucu maddelerinin insan sağlığında ve toplumsal hayatta ne kadar büyük yıkımlar doğurduğunu bilmeyen kimse yoktur. İnsanlar neden bunlara yöneliyorlar? İnsanları bunları kullanmaya iten temel güdü nereden kaynaklanıyor? Evet, insanlar kendilerinden geçmek istiyorlar. Bu onlara büyük bir haz veriyor. Bu istek ruhlarından, dolayısıyla letaiflerinden geliyor. Ama böyle şeytanların elindeki sıvılarla ve maddelerle gelen haz ruhu bulandırıyor da. Hastalandırıyor da. Yani verdiği hazzı değişik yollarla insanların burnundan fitil fitil çıkartıyor. Öyleyse bu yolun meşru bir şekilde karşılanması gerekiyor. Yüce Allah (c.c.), her negatife karşılık bir pozitif kutup, haram olan her şeyin yerine helalini de yüce hikmeti gereği bizlere çeşitli nimetlerle sunmuştur.
İbadetlerdeki huzur hali, ruha bu manevi vecd ve sekr halini çok kısmi ölçüde vermektedir. Ama bu oran tabii günlük ibadetlerde çok düşüktür. Tıpkı kolanın içerisindeki kakoin maddesindeki oran gibi. Ama tabii bu oran, yani sekr ihtiyacı insanların büyük çoğunluğu için yeter de artar bile.
Bazı insanlar ruhsal yapıları gereği kendinden geçmeye çok eğilimlidirler.
Tasavvuf yolunda ibadetler arttığı için letaif noktalarında vecd ve sekr halleri kendilerini gerçek manada göstermeye başlar.
Bu yola yeni girdiğimde önce kalbimden feyz almaya başladım ve bunu gözümde çok büyüttüm. Hoş bir duygu yaşıyordum ibadetler sırasında. Sonra göğsümdeki beş letaif noktası sırasıyla açıldı ve ben bu noktalarda, göğüs kafesinin bütününde aldığım feyzle namaz kıldığımda adeta kendimden geçiyordum. Bundan öte bir zevk yoktur sanıyordum. Kabe tarafından gelen büyük ve hoş bir basınç (feyz), adeta göğsümü eziyordu. Bu durum zikir ve rabıta sırasında da meydana geliyordu. Bu soyut bir zevk değildi, etimle canımla yaşadığım somut bir zevkti. Sonra kafa üzerinde açılan letaif noktaları ile ilahi feyzi algılayınca öncekiler gözümde çok küçüldü ve sofilerin ‘ilahi sarhoşluk’ tabiri ile ne anlatmak istediklerini daha iyi anladım. Yaşadıkları şeyin gerçekten çok hoş bir sarhoşluk hali olduğunu derinden kavradım. Elbette bu, hem çok güzel bir sarhoşluk hem de çok büyük bir ayıklık halidir. Bu halin şeytanların ellerindeki içki ve uyuşturucu içme ile elde edilen halle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Aslında insan ruhu, dolayısıyla letaifleri hayatta bu büyük zevki aramakta, yaşamak istemekte, ama şeytanların ellerindeki içkilerden ve uyuşturucu maddelerden bunu bulamamakta, bir zaman sonra büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak büyük bir ruhsal yıkıma gitmektedirler. Bazıları bunun için aziz ömrü içki ve uyuşturucu içerek çürütmektedirler. Hem kendilerine hem çevrelerine büyük maddi ve manevi zararlar vermektedirler.
Mevlana’nın (k.s) dediği gibi imanın amacı, tamamen zevktir. Kelimenin tam anlamıyla kendinden geçmek, ilahi aşk yolunda sarhoş olmaktır. Ama tabii iman ağacının büyümesi, meyve vermesi çok geç olmaktadır. Bir ömür genellikle yetmemektedir. İnsanların büyük çoğunluğu için bu kutlu iş ahrete kalmaktadır. Bazılarına, çok az kişiye dünyada iken bu işin zevki tattırılmaktadır.
-İnsanda sadece bilinen letaifler dışında başka letaif noktaları var mı?
Evet, insanın pek çok yerinde letaif noktaları vardır. Özellikle ellerin içerisinde bulunanlar dikkate değerdir. Zikirle uğraşan insanların genellikle bu letaif noktaları açıktır. Bazıları bunu hissederler. Çoğu da bilmezler. Bende ilk açılan letaif noktası olduğu için bunun en önce açılan letaif noktası olduğunu düşünüyorum.
Bu letaif noktaları kişiye özel değildir, isterse her insan zikirle bu ellerdeki letaif noktalarını açabilir.
Dua ettiğim zaman ellerimin üzerine çok büyük bir ağırlık biner. Bu, duadaki samimiyetim ve duanın uzunluğu ölçüsünde artar. Sanki kilolarca pamuk gibi yumuşak ama ağır bir yük (feyz), avuçlarımın içerisine dolar ve orada taşmaya, sonra da oradan bütün vücudumu kaplamaya başlar.
Bu letaif noktası açıldığında herhangi bir yaraya, ağrıyan yere tutulduğunda ısındığı müşahede olunur. Bu ısı sanki çok yüksek derecelerde gibi olur. Eller resmen yanmaya başlar.
Bazı insanlar elerinde hissettikleri bazı duyumlara binaen ‘Biyoenerjiye sahibim.’ diye bu işi bir mesleğe, para kazanmaya dönüştürmüşlerdir. Ben şahsi kanaatimle gerek kan verme gerek organ nakli olsun insan vücuduna yüce Allah’ın (c.c.) karşılıksız olarak verdiği şeylerin satılmasını dini açıdan doğru bulmuyorum. Bu işlerin Allah (c.c.) rızası için yapılması gerektiği kanaatindeyim. Kendim 25 yıldır her sene kan bağında bulunurum. Bunu adet haline getirmişimdir. Bu, hem sağlığım için faydalı bir şeydir, hem de bir hayat kurtarmanın sevabını bana kazandırmaktadır.
Biyoenerji de yüce Allah’ın (c.c.) insana verdiği bir nimettir. Bunun ticareti hoş bir şey değildir, her şeyden önce insan vicdanına terstir. Dini açıdan da sakıncalı görmekteyim. Şifayı veren yüce Allah (c.c.) senin elini vesile kılmışsa, bundan daha büyük bir nimet olabilir mi? Karşı taraftaki insan da, yani hasta da, gerçekten böyle bir elden şifa aldığına inanıyorsa, bu işin de Allah rızası için yapıldığını da görmüşse, ondan gelecek bir dua hiç paraya değişilebilinir mi?
Gerçekten elden gelen bu biyoenerji şifa veriyor mu? Evet, yüce Allah (c.c.) bunu şifa için vesile kılabilir. Ama bunu para ile yapan kişilerde o güçte bir biyoenerji olacağı bana pek makul gelmemektedir. Diğer letaiflerin çalışması ile ellerdeki letaifler ancak istenilen ölçüde bir seviyeye gelebilir. Çünkü letaif noktaları bir bütündür, ruhun temel organlarıdır. Birbirleri ile güçlü bağları vardır. Birindeki bir olgunlaşma diğerlerini de etkilemekte, her biri insicamlı bir şekilde gelişmektedirler. Yoksa ellerde hissedilen ufak tefek karıncalanma, yanma, batma ile bu ellerin letaiflerinin şifa verecek kapasiteye ulaşmalarını imkânsız görmekteyim. Daha doğrusu bir insanın baştan sona bütün letaifleri çalışmadıkça, nur ve feyz kaynağı kesilmedikçe, yani ilahi nurları veya nuru gözlerini kapadığında görmedikçe insanlara şifa dağıtacağına inanmıyorum. Bu seviyeye ulaşan kişi ise, ne gariptir ki, insanlara şifa için pek ellerini kullanmamaktadır.
Bir diğer letaif noktası da bizzat gözlerin içerisindedir. Nazar, nefis letaifinin (nefs-i emmarenin) kötü bir ışınıdır. Bu herkeste az çok vardır. İnsan kibirle haset ettiğinde bu nazar üst seviyeye ulaşır. Bu nefis terbiye edilip en az mutmainne makamına erişirse o zaman gözlerden büyük bir şifa kaynağı akmaya başlar. Mürşitlerin, veli kişilerin hoş bir nazarlarına ermek çok büyük bir nimettir, devlettir. Bunun kıymetini tarif etmek mümkün değildir. Tabii bunun için önce onların gönüllerini alacak bir şeyler yapmak, sonra da onların hoş nazarlarını üzerimize celbetmek gerekir. Bu gözlerden gelen şifa kişinin maddi ve manevi her derdine, dert olarak gördüğü her şeye deva olabilir. Ellerden gelen şifa bir lira değerinde ise bu gibi zatların gözlerinden gelecek şifa milyon değerindedir. Bir de her türlü müşküle, probleme uygun düşer. Tabii bu hoş nazar herkese pek kısmet olmaz.
Mürşit gönülden isterse bir nazarla uygun olan müridini yüce mertebelere eriştirebilir.
Mürşitlerin, veli kişilerin kötü nazarla bakmaları ise büyük yıkım, uğursuzluk ve ölüm getirir.
-Rüya ile letaiflerin ilişkisi nedir?
Rüyayı ruh letaifleri aracılığı ile görür.
Rüyanın çeşitleri vardır: Şeytani, nefsani, hak.
Şeytani rüyalar, şeytanların letaiflere aynı kelimeleri uyku süresince fısıldamaları ile görülür. Bunlar genellikle kaygı veren veya cinsel içerikli rüyalardır.
Nefsani rüyalar, hak rüyalarla genellikle karıştırılır. Çünkü nefsani rüyada aynı rüya defalarca kez görülebilir. Bu yüzden hak rüya sanılabilir. Nefis isteğinde hep ısrarlıdır. Örneğin evlenmede çeşitli problemleri olan genç kızlar, hep aynı türden rüyalar görerek gerçek hayatta yaşadıkları veya karşılaştıkları problemleri rüyalarında dile getirirler.
Freud, nefsani rüyaları başarılı bir şekilde analiz etmiştir.
Hak rüyalar ise gerçekleşir. Gelecekten haber verirler. Amaçları imanı, özellikle kadere imanı güçlendirmek ve tahkiki seviyeye ulaştırmaktır. Allah’ın (c.c.) büyük bir hediyesidirler. Hadis-i şerife göre, nübüvvetin 46’da birisidirler. Herkese nasip olmaz. Nefsini biraz temizlemiş kişilere görmek müyesser olur.
Nefis tezkiye olduğunda letaifler, misal alemine yükselerek levh-i mahfuza ulaşmakta, orada geleceğe dair malumattan haber almaktadırlar.
Yüce Allah (c.c.) rızası dahilinde, ehl-i sünnet inancı doğrultunda yaşamayı ve ölmeyi nasip eylesin. Ayaklarımızı kaydırmasın. Âmin.
Muhsin İyi.