MaDeM MiSaFiRSiN, EDEPSiZLiK eTMeYeSiN..!
" İmansız, İslamiyet, Sebeb-i necat olmadığı gibi; İslamiyetsiz, İman da Medar-ı Necat olamaz.. "
Herşeyin başı İman olmakla birlikte, İmanı olduğunu söylediği halde İslamiyeti yaşamayanların da İmanları sallantıdadır ve İmansız Kabre girme ihtimalleri büyüktür..
Ortada kilitli bir kapı var... İman O Kilidin Anahtarı ise; İbadette Anahtarı Kilide sokup, kapıyı açma eylemidir.. Kapının açılmasını istiyorsak Anahtarı elimizde tutmak yetmez.... Eylem geçmek ve İslamiyeti elimizden geldiğince yaşamak lazım.. Bunun ilk şartı da Hakka taraftar olmaktır...
Yoksa elimizde anahtarla kapının dışında bekler dururuz..
"Her seyi maddede arayanların akılları gözlerindedir; göz ise maneviyata kördür... (R.N.K)"
Belki damlaya damlaya göl olur diye; Akıl ışığını yakacak; Kalb Gözünü açacak, Kısa ama Öz sözlerle Aklı, Rabbimizi tefekkür etmeye yönlendiren cümleler..
" Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş’i dahi o halketmiştir."..
Çünki herbir göz Güneş ile; Güneş ise Kainat ile irtibat halindedir.. Bu irtibatı bilmeyen, Ne gözü bilir; Ne güneşi.. Güneşi emirber bir nefer gibi gezdiren kim ise; Gözü ve gördüğü herşeyi yaratan da ancak O olabilir...
[
" Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir."..
Her bir midenin ihtiyacı olan gıdayı bilen bir Rezzak-ı Kerim olmalı ki; kesretle ve hikmetle o gıdaları bizlere ikram etsin.. Hemde ihtiyacımız olduğu şekilde taksim etsin.. Hemde o cansız besinlerle bize hayat versin ve hayatımızı idame ettirsin..
Eğer bir tek lokmanın vucudumuza girdikten sonraki taksimatını bizler kendi irade ve aklımız ile yapmaya kalksaydık; Herhalde bir ömürde bir lokmayı ancak işleyebilrdik.. Oysa bir tek nefes bir anda 100 milyarlarca hücreye gider, vazifesini kusursuzca yapar ve çıkar...
"Çamın gayet bir küçük tohumunda koca çam ağacının fihristesini ve mukadderatını yazan kalem, elbette semavatı yıldızlarla yazan kalem olabilir.."
Küçük bir arının kafasına kainat bahçesindeki çiçekleri tanıyıp bal yapma sanatını ilham eden ve o balı da insanlara şifa olarak ikram eden kim ise; hayatı veren de O dur..
"Ey kendini İnsan bilen İnsan !.. Kendini Oku.."
Kendimizi okumamız lazım.. Kimin kalemi ile yazıldık, ne ifade ediyoruz, nerden geldi ve nereye gidiyoruz.. Burda işimiz ve vazifemiz ne..? Bu soruları sormaz isek; Hayvan ve Camid hükmünde bir insan gibi olmak ihtimali var..!
" Kâinat mescid-i kebirinde Kur’an kâinatı okuyor!"
Bu söz beni çok etkiliyor.. Kur'an-ı bir de böyle okumak lazım.. Sanki kainatın dışına çıkıp, zamanın ötesinden ALLAH Kelamı olduğunu bilerek.. oyunun içinden değilde, dışından bir seyirci gibi..
"Melikin atiyyelerini ancak matiyyeleri taşıyabilir."
ALLAHı bilen ve tanıyan herkes; Ona yakın olmak ister.. Oysa Güneş Işığını ancak aynalar yansıtır.. Ayna pis ise yansıtmaz.. Kalb de ALLAH'ın ilahi isimlerinin teccelligahı olan bir yansıtıcıdır.. Ne kadar saf ve Dünya kirlerinden uzak ise; Rabbine o kadar yakındır.. Bir şeye yaklaşmak, başka bir şeyden uzaklaşmak demektir.. Mesela İstanbuldan, Ankaraya giden birisi; Ankaraya yaklaştığı nispetle, İstanbuldan da uzaklaşmış demektir.. İşte ALLAHa yaklaşmanın bir ölçüsüde Dünyadan uzaklaşmaktır.. Bu uzaklaşma Madden değil, Manen olmalıdır...
Yani Rabbimizin İhsan-ı İlahisini taşıyanlar; o ihsana layık bir manevi makama erenlerdir.. Bu sözün bir yansımasıda şu olabilir..
"ALLAH'ı Bulan Neyi Kaybeder..? Onu kaybeden Neyi Kazanır.. ? "
" Ey Sersem Nefis !.. Şu vazife-i ubudiyet neticesizmidir?.. Ücreti azmıdır.? Ki, usanç duyuyorsun.! "
Önümüzdeki dava Ebedi bir hayatı kazanıp, kaybetmek davasıdır..
İbadetleri ihtiyaç haline getirmek lazım ki; Değil usanç, lezzet alınsın..
Çünki bir şeyde ihtiyaç tekerrür etmesi usanç değil, Lezzet verir..
Yemek ve nefes almak gibi..
Nefsimizin esaretinden kurtulup;
Ruhumuzun özüne inebilsek elbet ibadetten gelen bu zevki bizde hissedeceğiz..
"Meşru daire Keyfe Kafidir.."
Evet; Dünyanın Meşru dairesi her türlü keyfe kafidir.. harama girmeye lüzum yok...
“Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahibsiz olamaz. Bir harf kâtibsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?"
Şu kainat muhteşem bir memleket, mükemmel bir fabrika hükmünde, ilahi kanunların perdesi altında işlettiriliyor.. Kusursuz bir sistem içerisinde, mükemmel bir faaliyet var.. Hiç birşey durmuyor, dönüyor.. Herşey bir vazife ile vazifelendirilmiş.. Gereksiz hiç bir şey yok..
İnsanlar bazen evlerini süslemek için aksesuar kullanırlar.. Mesela duvara bir tablo asarlar.. Bu kainatta hiç aksesuar yok.. Ama herşey tablo gibi..
Basit bir iğne ustasız olamıyorsa; Şu insan sahipsiz, şu kainat ustasız olabilir mi hiç.. ?
"Zerrat Alemi bir tarladır.. Mahsulatı, Alem-i Şehadetten, Alem-i Gayba; Daire-i Kudretten, Daire-i ilme gönderiyor.."Kaybolan hiçbir şey kaybolmuyor.... Herşey kayıt altına alınıyor.. Cenab-ı Hak Zerreler ile bu kainat tarlasını işliyor ve an be an mahsulatını alıyor.. Yani sürekli olarak tecelli ediyor.. Yani..
"Şu kainatın Ustası, sürekli olarak iş
başında.."
" Hayat, Halik'in Ehadiyetine bürhan olduğu gibi, mevt de devam ve bekasına bir delildir."
Akan bir nehirde parıldayan ve kaybolan kabarcıklar, nasıl daimi bir Güneş'i gösterirse; Şu Dünya üzerinde görtünüp kaybolan hayatlarda daimi ve baki bir hayat vericiyi gösterir ve ispat eder..
Baki ve Sermedi bir Hayyı Kayyumsa fani müştaklara razı olmaz..
"Kainat ne Zaattır; Ne Sıfat.."
Şu Kainat bir Kadir-i Zülcelalin kitabıdır.. Okuyabilene... Nasılsı bir kitapta yazarın ne ilmi var, ne de kendisi.. Ama yazarın ilminin tecellisi o kitapta oluyor.. Aynen öylede Cenab-ı Hakkın sıfatlarının tecellisi de bu kainatta, hususan insandadır... Sadece bakıp okumak lazım..
şu kainattan maksad-ı ala; tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir...."
Cenab-ı Hakkın Rububiyetinin ortaya çıkması ve tüm mahlukat üzerindeki tecellisi mutlaktır.. Güneşin vucudu kadar zahirdir.. Her ihtiyaç sahibinin ihtiyacı mükemmel bir şekilde karşılanır...
İşte bu Rububiyet ister ki; Şuur sahibi olan insan bu hakikate karşı Külli bir Kulluk göstersin..
Fakat Sadece Hz. Muhammed (s.a.v.) in varlığı ve ubudiyeti bile tüm o neticeyi vermektedir... Yapan ne yaparsa kendine dir yaptığı...
[
"Kainatın; Ruhu, Nuru, Mayası, Esası, Neticesi, Hülasası Hayattır.. Hayatı veren kim ise,
bütün Kainatın Halıkıda O dur.."
Hayat bizim kendi irade ve tercihimiz ile sahip olduğumuz bir şey değil.. Mahiyeti meçhul bir hakikat.. Hiç bir akıl sahibi Hayatı inkar edemez.. Bu hayata o kadar aşina olmuşuz ki; Ne mahiyetini düşünüyoruz, ne sahibini.. Sadece bütün gücümüzle hayatımızı muhafaza etmek için çalışıyoruz.. Ama tüm bu çabaya rağmen hayat elimizde durmuyor.. Onu veren, onu bizden geri alıyor..
Veren kim ise; Alan da O dur.. Dönüşümüzde O Hayatı verene olacak.. Elimizde tutamadığımız bu hayatımızı, gayesine uygun olarak İman ile Nurlandırıp, İbadet ile süslemeliyiz; ki.. Emanete hıyanet edenlerden olmıyalım....
"La tağdab!".. Öfkelenme !..
Hadis kaynaklarında zikr edilen en kısa hadis budur.. Kısalığına rağmen ihtiva ettiği manalar çok zengindir.... Bu sözle murad olunan manaların bir kısmı..
- Dünya ve Ahiret saadeti.. Zira Öfke; kişileri birbirlerinden ayırır ve Öfkenelinen kişiye zulm edilmesine vesile olur.
- İnsanın en büyük düşmanı; Şeytan ve Nefistir.. Öfke bunları besler, Ruhu ve Kalbi çürütür..
- Öfkeli insan Adil olamaz ve doğru hüküm veremez..
- Öfke; Gıybet ve kini artırır.. bu ise tüm amelleri boşa götürür..
- Bir manasıda; Öfkenin Emr ettiği şeyi yapma demektir.. Zira ALLAH Öfkeleneni ve adaletsizliği sevmez...
Öfkeden kurtulmanın en güzel yolu.. ALLAH'ı hatırlamaktır.. Tevhid ve İman, öfkeyi yokeder..
"Ey İnsan..! Yolculuk nereye ?.."
Cennette ışınlanarak, Rahm-ı Maderden şu Dünya gemisine binen insan merak etmezmi ki bu yolculuk nereye..? Gelenler ve gidenler; Nerden gelip, nere giderler...? Kabir açmış ağzını bekler.. İnecek başka durak var mı.?
Kabir kapısı kapanmadan; Ölüm, Öldürülmeden... Ahiretten başka mekan var mı .. ?
"Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme."
Mezarlıklar işi bitmemiş insanlar ile dolu... Dünya malı Dünyada kalıyor..İnsan Maddesi ile birlikte ancak toprak olup kayboluyor..... Dünya ahiretin tarlası ise; oraya lazım olacak ürünleri ekmek lazım.. Günde 1 saatini ebedi bir hayat için harcamayanlar; Çok pişman olacaklar
"Ey İnsan.! Bu Dünyada Memur ve Misafir olduğunu unutma.!"
İnsan dünyada vazifeli bir memurdur.. Vazifesi yaratıcısına kul ve ayine olmak, vatan-ı aslisi olan cennete hazırlanmaktır...
Ve misafirdir.. Geldiği gibi gidecektir.. Hiç bir güç onu burda tutmaya yetmez.. Madem misafirdir, edepsizlik etmesin.!
Resim Daha Büyüğünü Görmek için Buraya Tıklayınuz. Resimin Orjinal Boyutu 720x535 Boyutu 294KB.
" İmansız, İslamiyet, Sebeb-i necat olmadığı gibi; İslamiyetsiz, İman da Medar-ı Necat olamaz.. "
Herşeyin başı İman olmakla birlikte, İmanı olduğunu söylediği halde İslamiyeti yaşamayanların da İmanları sallantıdadır ve İmansız Kabre girme ihtimalleri büyüktür..
Ortada kilitli bir kapı var... İman O Kilidin Anahtarı ise; İbadette Anahtarı Kilide sokup, kapıyı açma eylemidir.. Kapının açılmasını istiyorsak Anahtarı elimizde tutmak yetmez.... Eylem geçmek ve İslamiyeti elimizden geldiğince yaşamak lazım.. Bunun ilk şartı da Hakka taraftar olmaktır...
Yoksa elimizde anahtarla kapının dışında bekler dururuz..
"Her seyi maddede arayanların akılları gözlerindedir; göz ise maneviyata kördür... (R.N.K)"
Belki damlaya damlaya göl olur diye; Akıl ışığını yakacak; Kalb Gözünü açacak, Kısa ama Öz sözlerle Aklı, Rabbimizi tefekkür etmeye yönlendiren cümleler..
" Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş’i dahi o halketmiştir."..
Çünki herbir göz Güneş ile; Güneş ise Kainat ile irtibat halindedir.. Bu irtibatı bilmeyen, Ne gözü bilir; Ne güneşi.. Güneşi emirber bir nefer gibi gezdiren kim ise; Gözü ve gördüğü herşeyi yaratan da ancak O olabilir...
[
" Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir."..
Her bir midenin ihtiyacı olan gıdayı bilen bir Rezzak-ı Kerim olmalı ki; kesretle ve hikmetle o gıdaları bizlere ikram etsin.. Hemde ihtiyacımız olduğu şekilde taksim etsin.. Hemde o cansız besinlerle bize hayat versin ve hayatımızı idame ettirsin..
Eğer bir tek lokmanın vucudumuza girdikten sonraki taksimatını bizler kendi irade ve aklımız ile yapmaya kalksaydık; Herhalde bir ömürde bir lokmayı ancak işleyebilrdik.. Oysa bir tek nefes bir anda 100 milyarlarca hücreye gider, vazifesini kusursuzca yapar ve çıkar...
"Çamın gayet bir küçük tohumunda koca çam ağacının fihristesini ve mukadderatını yazan kalem, elbette semavatı yıldızlarla yazan kalem olabilir.."
Küçük bir arının kafasına kainat bahçesindeki çiçekleri tanıyıp bal yapma sanatını ilham eden ve o balı da insanlara şifa olarak ikram eden kim ise; hayatı veren de O dur..
"Ey kendini İnsan bilen İnsan !.. Kendini Oku.."
Kendimizi okumamız lazım.. Kimin kalemi ile yazıldık, ne ifade ediyoruz, nerden geldi ve nereye gidiyoruz.. Burda işimiz ve vazifemiz ne..? Bu soruları sormaz isek; Hayvan ve Camid hükmünde bir insan gibi olmak ihtimali var..!
" Kâinat mescid-i kebirinde Kur’an kâinatı okuyor!"
Bu söz beni çok etkiliyor.. Kur'an-ı bir de böyle okumak lazım.. Sanki kainatın dışına çıkıp, zamanın ötesinden ALLAH Kelamı olduğunu bilerek.. oyunun içinden değilde, dışından bir seyirci gibi..
"Melikin atiyyelerini ancak matiyyeleri taşıyabilir."
ALLAHı bilen ve tanıyan herkes; Ona yakın olmak ister.. Oysa Güneş Işığını ancak aynalar yansıtır.. Ayna pis ise yansıtmaz.. Kalb de ALLAH'ın ilahi isimlerinin teccelligahı olan bir yansıtıcıdır.. Ne kadar saf ve Dünya kirlerinden uzak ise; Rabbine o kadar yakındır.. Bir şeye yaklaşmak, başka bir şeyden uzaklaşmak demektir.. Mesela İstanbuldan, Ankaraya giden birisi; Ankaraya yaklaştığı nispetle, İstanbuldan da uzaklaşmış demektir.. İşte ALLAHa yaklaşmanın bir ölçüsüde Dünyadan uzaklaşmaktır.. Bu uzaklaşma Madden değil, Manen olmalıdır...
Yani Rabbimizin İhsan-ı İlahisini taşıyanlar; o ihsana layık bir manevi makama erenlerdir.. Bu sözün bir yansımasıda şu olabilir..
"ALLAH'ı Bulan Neyi Kaybeder..? Onu kaybeden Neyi Kazanır.. ? "
" Ey Sersem Nefis !.. Şu vazife-i ubudiyet neticesizmidir?.. Ücreti azmıdır.? Ki, usanç duyuyorsun.! "
Önümüzdeki dava Ebedi bir hayatı kazanıp, kaybetmek davasıdır..
İbadetleri ihtiyaç haline getirmek lazım ki; Değil usanç, lezzet alınsın..
Çünki bir şeyde ihtiyaç tekerrür etmesi usanç değil, Lezzet verir..
Yemek ve nefes almak gibi..
Nefsimizin esaretinden kurtulup;
Ruhumuzun özüne inebilsek elbet ibadetten gelen bu zevki bizde hissedeceğiz..
"Meşru daire Keyfe Kafidir.."
Evet; Dünyanın Meşru dairesi her türlü keyfe kafidir.. harama girmeye lüzum yok...
“Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahibsiz olamaz. Bir harf kâtibsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?"
Şu kainat muhteşem bir memleket, mükemmel bir fabrika hükmünde, ilahi kanunların perdesi altında işlettiriliyor.. Kusursuz bir sistem içerisinde, mükemmel bir faaliyet var.. Hiç birşey durmuyor, dönüyor.. Herşey bir vazife ile vazifelendirilmiş.. Gereksiz hiç bir şey yok..
İnsanlar bazen evlerini süslemek için aksesuar kullanırlar.. Mesela duvara bir tablo asarlar.. Bu kainatta hiç aksesuar yok.. Ama herşey tablo gibi..
Basit bir iğne ustasız olamıyorsa; Şu insan sahipsiz, şu kainat ustasız olabilir mi hiç.. ?
"Zerrat Alemi bir tarladır.. Mahsulatı, Alem-i Şehadetten, Alem-i Gayba; Daire-i Kudretten, Daire-i ilme gönderiyor.."Kaybolan hiçbir şey kaybolmuyor.... Herşey kayıt altına alınıyor.. Cenab-ı Hak Zerreler ile bu kainat tarlasını işliyor ve an be an mahsulatını alıyor.. Yani sürekli olarak tecelli ediyor.. Yani..
"Şu kainatın Ustası, sürekli olarak iş
başında.."
" Hayat, Halik'in Ehadiyetine bürhan olduğu gibi, mevt de devam ve bekasına bir delildir."
Akan bir nehirde parıldayan ve kaybolan kabarcıklar, nasıl daimi bir Güneş'i gösterirse; Şu Dünya üzerinde görtünüp kaybolan hayatlarda daimi ve baki bir hayat vericiyi gösterir ve ispat eder..
Baki ve Sermedi bir Hayyı Kayyumsa fani müştaklara razı olmaz..
"Kainat ne Zaattır; Ne Sıfat.."
Şu Kainat bir Kadir-i Zülcelalin kitabıdır.. Okuyabilene... Nasılsı bir kitapta yazarın ne ilmi var, ne de kendisi.. Ama yazarın ilminin tecellisi o kitapta oluyor.. Aynen öylede Cenab-ı Hakkın sıfatlarının tecellisi de bu kainatta, hususan insandadır... Sadece bakıp okumak lazım..
şu kainattan maksad-ı ala; tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir...."
Cenab-ı Hakkın Rububiyetinin ortaya çıkması ve tüm mahlukat üzerindeki tecellisi mutlaktır.. Güneşin vucudu kadar zahirdir.. Her ihtiyaç sahibinin ihtiyacı mükemmel bir şekilde karşılanır...
İşte bu Rububiyet ister ki; Şuur sahibi olan insan bu hakikate karşı Külli bir Kulluk göstersin..
Fakat Sadece Hz. Muhammed (s.a.v.) in varlığı ve ubudiyeti bile tüm o neticeyi vermektedir... Yapan ne yaparsa kendine dir yaptığı...
[
"Kainatın; Ruhu, Nuru, Mayası, Esası, Neticesi, Hülasası Hayattır.. Hayatı veren kim ise,
bütün Kainatın Halıkıda O dur.."
Hayat bizim kendi irade ve tercihimiz ile sahip olduğumuz bir şey değil.. Mahiyeti meçhul bir hakikat.. Hiç bir akıl sahibi Hayatı inkar edemez.. Bu hayata o kadar aşina olmuşuz ki; Ne mahiyetini düşünüyoruz, ne sahibini.. Sadece bütün gücümüzle hayatımızı muhafaza etmek için çalışıyoruz.. Ama tüm bu çabaya rağmen hayat elimizde durmuyor.. Onu veren, onu bizden geri alıyor..
Veren kim ise; Alan da O dur.. Dönüşümüzde O Hayatı verene olacak.. Elimizde tutamadığımız bu hayatımızı, gayesine uygun olarak İman ile Nurlandırıp, İbadet ile süslemeliyiz; ki.. Emanete hıyanet edenlerden olmıyalım....
"La tağdab!".. Öfkelenme !..
Hadis kaynaklarında zikr edilen en kısa hadis budur.. Kısalığına rağmen ihtiva ettiği manalar çok zengindir.... Bu sözle murad olunan manaların bir kısmı..
- Dünya ve Ahiret saadeti.. Zira Öfke; kişileri birbirlerinden ayırır ve Öfkenelinen kişiye zulm edilmesine vesile olur.
- İnsanın en büyük düşmanı; Şeytan ve Nefistir.. Öfke bunları besler, Ruhu ve Kalbi çürütür..
- Öfkeli insan Adil olamaz ve doğru hüküm veremez..
- Öfke; Gıybet ve kini artırır.. bu ise tüm amelleri boşa götürür..
- Bir manasıda; Öfkenin Emr ettiği şeyi yapma demektir.. Zira ALLAH Öfkeleneni ve adaletsizliği sevmez...
Öfkeden kurtulmanın en güzel yolu.. ALLAH'ı hatırlamaktır.. Tevhid ve İman, öfkeyi yokeder..
"Ey İnsan..! Yolculuk nereye ?.."
Cennette ışınlanarak, Rahm-ı Maderden şu Dünya gemisine binen insan merak etmezmi ki bu yolculuk nereye..? Gelenler ve gidenler; Nerden gelip, nere giderler...? Kabir açmış ağzını bekler.. İnecek başka durak var mı.?
Kabir kapısı kapanmadan; Ölüm, Öldürülmeden... Ahiretten başka mekan var mı .. ?
"Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme."
Mezarlıklar işi bitmemiş insanlar ile dolu... Dünya malı Dünyada kalıyor..İnsan Maddesi ile birlikte ancak toprak olup kayboluyor..... Dünya ahiretin tarlası ise; oraya lazım olacak ürünleri ekmek lazım.. Günde 1 saatini ebedi bir hayat için harcamayanlar; Çok pişman olacaklar
"Ey İnsan.! Bu Dünyada Memur ve Misafir olduğunu unutma.!"
İnsan dünyada vazifeli bir memurdur.. Vazifesi yaratıcısına kul ve ayine olmak, vatan-ı aslisi olan cennete hazırlanmaktır...
Ve misafirdir.. Geldiği gibi gidecektir.. Hiç bir güç onu burda tutmaya yetmez.. Madem misafirdir, edepsizlik etmesin.!