Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Hasan el-Basrî, "Ben ölümden korkuyor ve onu sevmiyorum" diyen birine şu cevabı vermiştir:
- Malını geride bıraktığın için ölümü sevmiyorsun. Eğer malını ileriye (ahirete) gönderseydin, peşinden gitmek isteyecektin.
Mezar Taşı
Behlül Dânâ'ya biri sorar:
- Oğlum öldü. Mezar taşına ne yazdırayım?
Behlül Dânâ şu cevabı verir:
- Şunu yazdır: "Dün altında olan çimenler bugün üstünde yeşerdi. Ey yolcu anla ki, şu toprak günahtan gayri her şeyi örter."
Hırka
Vaktiyle adamcağızın biri, Abdülkadir Geylânî Hazretlerine gelerek: - Aman yâ Hazret, mübarek hırkanı bana giydir de, senin hâlin ile hâlleneyim demiş.
Geylanî Hazretleri de şöyle cevap vermiş: - Sen kendin o hâli bulmadıkça, hırkamı değil kendimi giydirsem fayda vermez
Halid bin Safvan'a: "En aciz, en beceriksiz insan kimdir?" diye sormuşlar.
O da bu soruya şu cevabı vermiş:
"En aciz, en beceriksiz insan; dost aramayandır.
Ondan daha acizi, daha beceriksizi ise, bulduğu dostu kaybedendir."
Hak-Batıl
Mevlânâ Hazretleri, Hakk'a ulaşmak istediğini söyleyen birisine: -"Bâtılı bırak!" buyurdu. - "Bâtıldan nasıl kurtulmalı?" sorusuna da: -"Hakk'ı tutarak," cevabını verdi.
Saltanat
Selçuklu Sultanlarından biri Mevlânâ'yı ziyaret etmek istemiş. Bu ziyaretini
gerçekleştirdiğinde ona, saltanatları arasında ne gibi bir farkın olduğunu sormuş.
Hz. Mevlânâ söz konusu soruya şu cevabı vermiş:
"Senin saltanatın gözlerin açık olduğu müddetçe vardır. Oysa benim saltanatım, gözlerimi kapadığımda başlar."
Ne Gibidir
Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri, bir gün Padişah Ahmed'in gönderdiği hediyeyi kabul etmeyip, geri iade etmiş. Bunun üzerine Padişah da o hediyeyi bir başka alim olan Abdülmecid Sivasi'ye göndermiş.
Abdülmecid Sivasi ise Padişahın gönderdiği hediyeyi kabul etmiş.
Bunun üzerine Padişah:
"Abdülmecid Efendi! Aziz Mahmud senin kabul ettiğin hediyeyi kabul etmemişti," dediğinde
Abdülmecid Efendi şöyle demiş:
"Aziz Mahmud, anka kuşu gibidir. O öyle şeylere itibar etmez ki..."
Sultan Ahmed, bu kez de Aziz Mahmud'a:
"Senin kabul etmemiş olduğun hediyeyi Abdülmecid Sivasi kabul etti," dediğinde,
Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri şöyle demiş:
"O deniz gibidir; içine bir damla necasetin düşmesiyle pislenmez."
İmâm-ı Azam Hazretleri, bir gün kendisine doğru gelmekte olan bir hayvana yol verip kenara çekilmiş. Orada bulunanlar Ebu Hanife'ye niye kenara çekildiğini sorduklarında ondan şu cevabı almışlar:
"Onun boynuzları var, benim ise aklım."
Neden Boşuna Para Alıyorsun
İmam Ebu Yusuf'a birisi öğrenmek istediği bazı konularda sorular sormuş. Ebu Yusuf, soruların bazılarına:
"Bilmiyorum" cevabını vermesi üzerine sorduğu soruların bir kısmına cevap alamayan şahıs:
"Bilmiyorsun madem devlet hazinesinden neden boşuna para alıyorsun?" diye fırça atmaya kalkınca, İmam Ebu Yusuf şöyle diyerek muhatabını susturmuş:
"Ben devlet hazinesinden bildiklerim için para alıyorum. Bilmediklerim için para almış olsaydım devlet hazinesinde para kalmazdı."
Devasız Dert
İbn-i Sina'ya:
"Dünyada devâsı olmayan bir dert var mı?" diye sorduklarında ondan şu cevabı almışlar:
Bir gün Halife Harun Reşid'in hururunda devrin musikişinaslarından olan İbrahim Musuli Efendi yeni bestelediği bir güfteyi okur. Okunan bu güfte halifenin çok hoşuna gittiği için: "Çok güzel," der.
"Allah sana ihsan etsin." Bunun üzerine İbrahim Musuli Efendi, şöyle der:
"Allah'ın bize ihsanı sizin vasıtanızladır efendim."
Hasta
Devrin Halifesi Hz. Şibli'nin hastalandığını duyunca onu tedavi etmesi amacıyla bir doktor göndermişti. Mecusi olan doktor hastasına: "Bir isteğin var mı? Ne istiyorsun?" diye sordu. Hz. Şibli: "Senin Müslüman olmanı istiyorum."
Doktor:
"Peki ben Müslüman olursam sen iyileşip hasta yatağından kalkacak mısın?" diye sorunca da ondan şu cevabı aldı: "Evet." Mecusi doktor bunun üzerine Müslüman olduğunu açıkladı.
Doktorun Müslüman olduğunu işiten Hz. Şibli hasta yatağından kalkıp iyileşti. Bu haber halifeye iletildiğinde ise halife şöyle dedi:
"Ben hastaya doktor gönderdiğimi zannetmiştim, oysa doktora hasta göndermişim."
Daha Güzel
Mu'tasım bir gün veziri Hâkân'ı ziyarete gitmiş. O sırada henüz küçük olan Hâkân'ın oğlu Fatih'e, Halife şöyle sormuş:
"Mü'minlerin emirinin sarayı mı, yoksa babanın sarayı mı daha güzel?" Fatih ise şu cevabı vermiş:
"Mü'minlerin emiri içinde olunca, babamınki daha güzel."
Utanılacak Birisi Yok
Mervani Meliklerinden Velid, Abdullah ile satranç oynadığı bir sırada kapıcı gelip:
"Efendim, ulu bir kişi geldi sizinle görüşmek istiyor," demiş. Hemen satrancı saklamışlar ve söz konusu kişiyi içeriye davet etmişler. Gelen şahsın başında büyük bir sarık varmış.
Sakalı uzun olan bu şahıs, ilk görünüşte takva sahibi biri intibahını veriyormuş. Az sonra da şöyle demiş: "Ben savaştan geliyorum, sizi de bir ziyaret edeyim dedim." Velid, şu soruyla başlatmış aralarındaki sohbeti:
"Kur'an-ı Kerim'i ezbere biliyor musunuz?"
"Hayır."
"Ezberinizde hadis-i şerif var mı?"
"Hayır,"
"Peki herhangi bir bilginin bilgilerinden, herhangi bir şairin şiirinden ezberlediğiniz var mı?"
"O konularla hiç ilgilenmedim."
"Hikmetli bir söz veya olay bilir misiniz?" sorusuna ise:
"Bunlara karşı herhangi bir ilgim olmadı," cevabını vermiş misafir olarak gelen kişi. Velid, sorduğu sorulara aldığı bu cevaplardan sonra Abdulllah'a şöyle demiş:
"Abdullah, getir satrancı, biz oyunumuzu tamamlayalım. Yanımızda utanılacak birisi yok."
Fatih Sultan Mehmed bir Anadolu seferi dönüşünde, Balıkesir'den geçiyordu. Hava oldukça sıcaktı. Bu sıcaktan herkes gibi Fatih Sultan Mehmed de nasibine düşeni almıştı. Öylesine yorgundu ki... Kendisini bu halde gören bir köylü kadını bir tas içerisinde ona ayran ikram etti.
Ayranın üstünde iki üç tane saman çöplerini üfleye üfleye ayranı içti. Sonra da kendisini bir ana şefkatiyle seyreden ihtiyar köylü kadına: "Allah razı olsun," dedi.
"Ama şu saman çöpleri ayranı bir nefeste içmeme engel oldu." İhtiyar kadın Fatih'in bu sözlerine anne şefkatinin boyutlarını gözler önüne seren, şu cevabı verdi:
"Oğul, ben onları ayranın üzerine kasıtlı koydum.Sen uzak yoldan geliyorsun. Sonra terlemişsin de. Soğuk ayranı bir yudumda içersin de hasta olursun, hasta olmayasın diye böyle yaptım.
Kılıcın Hakkını Unutma
Fatih, İstanbul'u fethetmişti. Şimdi atının üzerinde ordusuyla şehre giriyordu. Dervişlerden biri Fatih'in atının yularına yapışıp Padişaha şöyle dedi:
"Padişahım! İstanbul'u biz dervişlerin duaları sayesinde aldığını unutma.
Fatih, dervişin bu haline ve sözüne hafifçe gülümsedi ve:
"Doğru söylersin" dedi. Eliyle kılıcını işaret ettikten sonra da şöyle dedi:
"Ama sen de şu kılıcın hakkını unutma."
Alçak Sesle Söyle
Fatih bir gün dilencinin birine bir altın vermişti. Dilenci, Padişahın verdiği altını az bularak şöyle bir soru sordu: "Bu nasıl olur Padişahım? Ben senin kardeşin olduğum halde nasıl olur da bana bir altın verirsin?"
Dilencinin ne demek istediğini tam anlamayan Fatih sordu: "Sen benim nereden kardeşim oluyorsun?"
Dilenci şu açıklamayı yaptı: "İkimizde de Adem babamız ve Havva anamızdan dünyaya gelmedik mi? Böyle bir durumda kardeş sayılmıyor muyuz?"
Fatih gülümsedi. Bu cevap hoşuna gitmişti çünkü. Dilencinin kulağına eğilerek şöyle dedi:
"Aman alçak sesle söyle. Bu söylediğini diğer kardeşlerimiz de işitip gelirlerse, senin payına bir altın bile düşmez."
Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi devletin ekonomisini oldukça sıkıntıya düşürmüştü.
Ordunun masraflarını devlet hazinesi tam karşılamayınca bu ihtiyacı gidermek için Galata'daki sarraflardan senet karşılığında borç almıştı.
(Bu borçlardan hepsi sefer tamamlanınca kuruşuna gelinceye kadar ödenmiştir.)
Yalnız borç alınan tüccarlardan biri devletten alacağını alamadan ölmüştü.
Bugünkü tabiriyle zamanın maliye bakanı, durumu padişaha iletip tüccarın çocuklarına bu kadar para vermenin doğru olmayacağını gerekçe göstererek bir kısım para ve malın devlet hazinesine alınmasını yazılı halde teklif etmişti.
Yavuz Sultan Selim bu öneriye çok sinirlenmiş,
kendisine yazılı halde iletilen bu kağıdın altına şu notu yazarak iâde etmişti:
"Müteveffaya rahmet; malına, mülküne, parasına bereket; evladına afiyet;
senin gibi gammaza ise lanet."
Devir Değişiyor
Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı fethettikten sonra, Mısır Ordusu Başkumandanı Kutatbay'ı
karşısına alıp savaşın sonuçları hakkında konuşmaya başlamış.
Kutatbay, Yavuz Sultan Selim'e yenilmelerinin sebebini şöyle ifade etmiş:
"Hünkarım, bizim mağlup olmamızın sebeplerinden birisi de ölüm saçan o dehşetli toplarınızdır.
Zamanında bir Berberi, Venedik'ten bir top getirip bize satmak istemiş.
Ama bizim devlet büyüklerimiz o zaman: Top, Hz. Peygamberimiz'in: 'Kılıç ve ok kullanınız,' emrine aykırıdır, top bir bid'attir, kullanmak caiz olmaz" diyerek almamışlar...
Yavuz Sultan Selim, Kutatbay'ı dikkatle dinledikten sonra şöyle demiş:
"Hiç şüphemiz yok ki; kuvvet Allah'tandır (c.c.). Madem siz böylesine Kur'an'a ve Sünnete bağlıydınız da Hz. Peygamberimizin:
'Silaha aynı silahla mukabele edin; emrine niçin itaat etmediniz?
Hz. Peygamberimizden bu yana 900 sene geçti, o zaman kılıç ve ok devriydi. Bugün ise top devri..."
Hakimi Değil Hadimiyiz
Yavuz Sultan Selim'e Mekke hakimi şehrin anahtarlarını teslim etmişti. Bu olaydan sonra ilk cuma namazı kılındı. Cumanın ilk sünnet eda edildikten sonra İmam hutbeye çıktı.
Son derece heyecanlıydı. Hutbede ilk defa bugün Sultan Selim'in adı okunacaktı.
İşte şimdi hutbenin bu kısmında Padişahın isminin anılması vardı.
İmam sesini yükseltti ve şöyle dedi.
"Mukaddes yerlerin hakimi, Sultan Selim Han..." İmam Efendi'nin söyleyecekleri henüz bitmeden, Padişahın sesi duyuldu:
"Hayır! Biz mukaddes yerlerin hakimi değil, hadimiyiz (hizmetkarıyız).
Hutbe bu şekilde değiştirilsin..." Ve böyle de oldu.
Hutbede bu ifade Yavuz Sultan Selim'in isteği üzerine imam tarafından değiştirilerek şöyle okundu:
"Hadimü'l-Harameyn eş-Şerefeyn Sultan Selim Han bin Bayezid Han..."
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri bir gün yolda giderken karşıdan gelen bir adamın yolunu değiştirerek karşı tarafa geçtiğini görünce sormuş:
"Beni görünce neden yolunu değiştirdin?" Soruya muhatap olan şahıs utana sıkıla:
"Size olan borcumu hâlâ ödeyemediğim için sizden utanıyorum. Ben bu yüzden sizi görünce yolumu değiştirmek için karşıya geçtim. Sizinle karşılaşmaktan uyanıyorum," demiş.
Bunun üzerine İmam-ı Azam Hazretleri şöyle demiş:
"Bundan sonra bana artık herhangi bir borcun yok. Şu andan itibaren bana olan borcunu siliyorum. Bu zamana kadar beni her gördüğünde seni huzursuz ettiğim için bana hakkını helâl et."