Mehmet Erdoğan

SaYa

Well-known member
Elinizde bir yara varsa “elim, elim!” diye feryat edersiniz, sızlanırsınız veya acıyı içinize gömüp sabredersiniz. Ayağınızda bir yara varsa da öyle, bir başka yerinizde de aynı..

Yüreğinizde bir yara varsa veya kalbiniz hassas ise işte o zaman vay halinize. Bütün olaylar sanki orayı darbeliyormuş gibi gelir. Her hâdise sanki oraya dokunuyormuş gibi acı duyarsınız. Bir bakış, bir nefes, bir söz, bir eda, bir tavır sizi tâ özünüzden vurur ve feryad ü figan ettirir.

Yüreğiniz acıyorsa işiniz yamandır. En büyük çile ve en amansız ızdırap yüreği acıyan adamda gizlidir. Vicdanı sızlayan adam da, özü pek hassas, kalbi alabildiğine yufka kişi de...

Ya vurdumduymaz davrananlar! Kıyamet kopsa hiç aldırma yanlar. Kalpleri katı, ruhları laçkalaşmış, özleri nasır bağlamış olanlar. Hâdiselere kör bakanlar. Hassasiyet basireti kapanmış olanlar. Namus ve iffet mevzularından milli ve manevi değerlere kadar hiçbir mevzunun onları etkilemediği serazat zavallılar. Onların hali ise, negatif plânda yaman el yamandır.

Esas acı, yürek yufkalığındadır. Bence acımak duygusu hassasiyetle ilgili. Belki yüreği acıyan adam, o toplumun en yaralı bir uzvu gibi, daima sızı sızı şiir, makale, hitabet sunar çevreye... Anlaşıldığı da olur anlaşılmadığı da. O anlaşılsa da anlaşılmasa da bir ömür boyu bülbül gibi ötmeye, kanarya gibi şakımaya amadedir. Asla bıkmaz usanmaz. Zira nasıl arıya bal yapma emr-i ilahi ile öğretilir, bülbüle yuva yapma da öyle, ipek böceğine ipek üretmek de. İşte o da gaybi bir emir gelir gibi bir hisle söyler söyleyeceğini. O da yazmak, söylemek, çizmek, âbideleştirmek mecburiyetindedir duyup hissettiklerini, fikredip, düşündüklerini. Yoksa mahvolur, perişan olur. Emri dinlemediği için, duyarlılığıyla elde ettiklerini halka dağıtmadığı için kurur, pörsür, ölür gider.

Hissetmeyen, mankafa, keçeleşmiş yüreklerin bu duygudan yoksun olduğunu söylemek belki de bazıları için malumu ilamdır. Arife tarif ne gerek!

Yüreği acıyan adamlar geleceğin mimarlarıdır. Hissedip söyleyen, duyup yazan, fikredip ortaya bir eser koyan, acıyıp, acıyan duygularını tasvir ederken merhem sadedinde piyasaya birtakım ilaçlar sunan kişiler... Onların olmadığı bir toplum geleceğini, katı kalplilere, azgın ve acımasız yüreklilere, ızdıraptan yoksun ve halden anlamayan zavallılara teslim etmiş demektir.

Osmanlı padişahlarının en fazla koruduğu bu tarz kişilerdi. Bunda ne methiyelerin ne de kasidelerin büyük bir payı vardır. Belki en büyük pay duyarlılık ve insanların çektiğini hisseden bir yürek taşımaları, belki de onlara en iyi tercüman olmalarında gizlidir. Bu Fuzuli’de de böyleydi, Baki’de de, Nabi’de ve Şeyh Galib’de de... Böyle kişiler ekmek su gibi toplum için gerekli insanlardı. Onlar olmazsa toplum aç kalırdı mânâ yönüyle, beyin yönüyle, ruh ve vicdan yönüyle aç kalıp sonunda kahir bir hastalığın pençesinde ölüme giderdi.

Bir toplumu gerçekten seven kişiler bu hassasiyetteki şahısları korumalıdırlar. Onlar toplumun vicdan ibresi veya yürek pusulasıdır. Çekilen büyük bir acı ve sıkıntıların derecesi o ibre ve pusuladan kolaylıkla anlaşılır. Bir barometre gibi toplum üzerindeki idari veya ferdi baskıları yine siz onların (fıtri olan veya olmayan yönüyle) gönül çizelgelerinde veya onların yansıması olan yazı veya hitabetlerinde görüp, duyup, anlaya bilirsiniz. Hani hasta vücudun hayatiyetine işaret olan ateş ve ter gibi... Toplumun ölmediğini şu veya bu yaraları tedavi edilirse dirliğe kavuşacağını işaret eden, tesbit ve teşhis ibreleri..

Gelin soyu tükenmeye yüz tutmuş bu tarz kişileri, hassas yüreklileri, ince kalplileri, ızdırap ve acı insanlarını, vicdanı ölmemiş ve aklı sönmemişleri korumaya alalım. Onların bilgece sözlerini ve filozofça beyanlarını, dervişçe yaşayışlarını, diğergâmca hamlelerini örnek bir levha, ibretli bir panaroma bilelim. Bir yığın fasarya gibi bakmayalım onların söz ve davranışlarına. Belki altın ve elmas kıymetinde olduklarını idrak edelim. Yürek ve vicdan imbiklerinden süzüp topluma sundukları iksirleri, ma-i zülâlleri hiçliğe savurmayalım. Alelâde bilmeyelim. Böylece onları küstürmeyelim.

Hani halk arasında “toprak küstü artık ürün vermiyor, hava bize küstü yağmur indirmiyor!” gibi tabirler vardır. Bu tabiatlı kişilerin nadide tabiatlarını da küstürüp insanlığa sundukları bengisulardan toplumu ve fertleri mahrum bırakmayalım. Onları iltifatlarla marifet ufuklarına kanatlandıralım. Belki her dem onların iltifata ihtiyacı olduğunu düşünüp bir kenara çekilmelerine ve ölümü beklemelerine, özlerini kurutup çölleştirmelerine engel olalım. Zira böyle hassasiyet ibreleri ve gönül haritaları yahut vicdan pusulalarını sık sık paslandıran ve küflenmeye terkeden toplumlar, bir gün bütün işaret ve beşaretlerini şeytana kaptırmış, yönünü ve istikamet çizgisini yitirmiş gemiler gibi yokluk ve zeval kayalıklarında pare pare olurlar.

Acıyan yürekler, hassas vicdanlar, rikkatli özler bu milletin hayat kaynağı, ilham gözeleri, ümit ve ati pınarlarıdır. Onların sunduğu hayat suyu ile yetişen toplumlar en ince özlerine kadar yeşillik, hayat ve diriliş taşırlar. Zahiri bir bahar değil onlardaki. Belki en içten duygularından ve en dıştaki hissedişlerine kadar her noktalarında bir yeniden diriliş sarmaşığı yeşerir durur. Öz-söz, iç-dış, zahir-batın, hücre-cisim, ruh- his, akıl-fikir, mantık-latife hep bu bahar rengi ve soluğuyla sarılır böyle kişilerde. Bu ince sürgünler, yeşil filizler, güzide tomurcuklar bir gün toplumun bütün kesimlerini ve taba kat-ı beşerin bütün ünitelerini o yeşil hayat besteleriyle ve nakışlarıyla örer. Zaten bir devre bahar böyle gelir. Üç beş tohumla, birkaç çekirdekle, birkaç soluk ve nefesle. Sonra onların büyümesi ve gelişmesi içtimaî bünyemizi sarması bu işin, bu kutsi hamlenin neticesidir. Başlangıcı ezelde verilmiş bir koşunun dünya kulvarında asır badiresini geçip gelecekte ipi göğüslemesidir bu..

Ama maya bütün duygu ve hisleri, gençleri, orta yaşlıları, ihtiyarları, öğretmen, öğrenci, mühendis, doktor, milletvekili, başvekil gibi her seviyedeki insanı kucaklayıcı mahiyetteyse fetih bir başka olur. Hedefi buluş, menzili tutuş bir başka sağlamlıkta ve olgunlukta gerçekleşir. Bu da acıyan, hassas yüreklerden yükselen bir bahar soluğu ve zafer mevsimi, doğruluş destanı, hak ve hakikate ama de oluş ve böylece ebedi kurtuluşa eriş hamlesidir...
 
Üst