Meselâ, hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sâir bir kısım melekler hakkında muhbir-i sâdıkın tasvir ettiği, meselâ kırk binler başlı, herbir başda kırk binler lisân ve her lisânda kırk binler tarzda tesbihât ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs'at-i ubûdiyetlerini ifade eden hakikate çıkmak için, şuna dikkat et ki: Zât-ı Zülcelâl,

Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. (İsrâ Sûresi: 44.)
Biz dağları onun [Dâvud'un] emrine verdik ki, onunla beraber tesbih eder. (Sad Sûresi: 18.)
Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. (Ahzâb Sûresi: 72.)
gibi âyetlerle tasrih ediyor ki, mevcudâtın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve azametine münâsip bir tarzda tesbihât ettiğini gösteriyor; ve öyle de görünüyor.
Evet, müteaddit eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı mânevîsi olacaktır. Eğer o cemiyet, imtizâc edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı mânevîsi, bir nevi ruh-u mânevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.
İşte bak; misâl olarak bu Barla ağzının, şu dağ lisânının bir muazzam kelimesi olan bu odamızın önündeki çınar ağacına bak, gör. Ağacın şu üç başının her başında, kaç yüz dal dilleri var; ve her dilde, bak, kaç yüz mevzun ve muntazam meyve kelimeleri var; ve her meyvede, dikkat et, kaç yüz kanatlı mevzun tohumcuk harfleri, emr-i
'e mâlik Sâni-i Zülcelâline ne kadar beliğ bir medih ve fasîh bir tesbih ettiğini işittiğin, gördüğün gibi, ona müekkel melek dahi, ona göre âlem-i mânâda müteaddit diller ile tesbihâtını temsil ediyor ve hikmeten öyle olmak gerektir.