Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç:
“Sema ediyorum diye herkes her yerde dönmemeli”
Günümüzde Mevlana ve Mevlevilik denince akla daha çok sema ve semazenlik geliyor. Mevlevilik sadece bundan mı ibarettir?
Mevlevilik Hz. Mevlana’ya nispet edilen bir maneviyat eğitim ekolü, mektebidir. Bu eğitim mektebinin, her eğitim mektebinde olduğu gibi bir eğitim programı vardır, müfredatı vardır. Bu eğitimde –günümüz diliyle konuşacak olursak– beden eğitimi dersi de vardır, müzik dersi de vardır, matematiği de vardır, biyolojisi de vardır, fiziği de vardır, kimyası da vardır. Bu bir paket programdır, bir sistemdir. Bunun içerisinde –din diliyle konuşacak olursak– şeriat eğitimi, tarikat eğitimi, marifet eğitimi, hakikat eğitimi gibi mertebeler vardır.
Bunlar tasavvuf eğitimi için genel kurallardır, sadece Mevleviler’e has değildir. Bütün turuk-u âliye buna tabiidir. Tasavvuf ocağının eğitim gayesi bu hakikate erdirmektir. Yani “İlahî rızake matlubî” düsturu, yani “Senin rızana, Sana ermektir gaye”. Bu gayeye, bu hedefe varıncaya kadar kullanılacak olan bütün unsurlar birer araçtır. Bunun bilinmesi gerekiyor. Şeriat bir araçtır, tarikat bir araçtır. Bunlar hiçbiri amaç değildir. Bunlar izlenmek suretiyle bir yerlere varılacaktır.
Tarikatların, tasavvuf ocaklarının bazı temrinleri, bazı pratikleri vardır. Bu pratikler bir tane değildir iki tane değildir. Bunların bazısı spontane gelişmiş şeylerdir; yani kendiliğinden, planlanmadan, yolun kurucusu pirin gönlüne o anki haline, o anki vecdine, cezbesine uygun olarak birdenbire gelişen bir şeydir. Bu Âmiş Efendi Hazretleri’nde Fatih Camii’nin arkasında Çingene Mahallesi’nden geçerken Çingenelerin düğününden duyduğu bir darbuka sesiyle vecde girmesi şeklinde olabiliyor. Hz. Mevlana da biliyorsunuz cezbe ehlidir, aşk ehlidir, müstağrak bir haldedir, İlahî cezbe içerisine gark olmuştur... Gark olduğu içindir ki bir an gelir, bir hal gelir… Hz. Mevlana kuyumcular çarşısından geçerken, kuyumcuların çekiç ve örs seslerinden çıkan ritim sesiyle vecde geliyor ve birden başlıyor dönmeye. Bu dönme spontane bir dönme, birden bire gelişen bir dönmedir; planlanmış bir dönme hareketi değil.
Mevlana Hazretleri, “Sema âşıkların gıdasıdır. Çünkü semada Allah ile buluşma hayali vardır” diyor. Bu tarif ışığında semayı nasıl anlamalıyız?
Sema, malum, kelime itibariyle işitmek, duymak demek. Yani bir yerlerden bir şeyler işitirsen dönersin. Dolayısıyla yani biraz belki bilinen müesses tasavvuf anlayışına farklı bir şey söyleyeceğim; işitmeden dönenler var bugün. İşitmiyorsun ve dönüyorsun! Tabii bu biraz nasıl oluyor sorusunu da beraberinde getiriyor. Ona da şöyle bir cevap verelim. Önce dönerler, sonra inşaallah işitirler. Ama orijinalinde önce işitirlerdi, bu işitmek neticesinde, Yârdan duydukları ses karşısında ihtizaza gelir ve dönerlerdi.
İşitme tabirini biraz açabilir misiniz?
Bu İlahî nidanın teknik boyutları uzundur. Özel bir haldir. Bunun karşılığı “Kulum bana o kadar yaklaşır ki ben artık onun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı, konuşan dili olurum” mealindeki hadis-i kudsiye dayanır. Yani kul ile Rabbi arasındaki bu takarrub, yakınlaşma neticesinde artık siz ötelerden, uzaklardan birisinden değil, çok yakın birisinden bahsedersiniz. Ve işitirsiniz. Artık ne işitildiğini, işitenler bilir. Bunlar psikolojik, patolojik haller falan değildir, onlarla karıştırmamak lazım. Onların psiko-patolojide ne oldukları bellidir. O işitme başka bir işitmedir, bu başka bir şeydir.
Günümüzdeki sema törenlerinden bahsedecek olursak neler söylersiniz?
Biliyorsunuz 30 Kasım 1925’te Tekke ve Zevaya Kanunu’nun çıkmasıyla beraber bütün tekkeler kapatılmıştır. Ancak zaman içerisinde özellikle Konya Mevlana Asitanesinde biraz da turistik ve folklorik müzikal gayelerle sema gösterisine izin verilmiştir. Oysaki sema bir ibadettir, bir ayindir, bir ritüeldir, bir programın parçasıdır. O program bütünü içerisinde alınmalıdır. Bütünü bir tarafa atılıp içinden sadece sema cımbızla çekildiği zaman orada profesyonel semazen tipi çıkmaktadır. Herhangi bir tasavvuf seyr-ü sülûku görmemiş, tasavvuf eğitimi almamış ama meslek icabı, profesyonel semazen tipi ortaya çıkmıştır. Ben bunun bu şekildeki oluşumuna pek sıcak bakmayan birisiyim. O zaman ruhta bir kayıp oluşuyor.
Ardından tabii 17 Aralık Şeb-i Arus Törenleri gerçekleşiyor. Politik iradelerin de bir tür teşhir mekânı haline geliyor. Tabii ki ülkenin siyasî görüşlerinin de, muhalefetiyle, iktidarıyla, sağıyla-soluyla, birleştirici bir şahsiyetin etrafında birleşmeleri çok güzel, harika bir şey. Ama bunun öncesinde siyasî konuşmalar yapılmasını ben şiddetle tenkit ediyorum. Yerli ve yabancı birçok Mevlana dostumuzdan bu görüşleri alıyorum. Siyasî bir şahsın 10 dakikalık bir selamlama konuşması yapması uygundur ama maalesef bir yerlere gelmek isteyen her türlü taşra bürokratı bu fırsatı değerlendirerek biri iniyor, diğeri çıkıyor, biri iniyor, diğeri çıkıyor… Bir buçuk, iki saate yakın konuşmalar oluyor. Hele hele yabancılar bilmedikleri dille demeçler dinliyorlar.
Bunlara şahsen karşıyım ve benim gibi binlerce kişi bunlara karşı. Siyasî bir arena haline getirilmemeli. Orası bir ritüeldir, bir ibadettir. Orada siyasî parti, rütbe vs. olmaz. Camiye girildiği zaman “Ben şöyle bir parti lideriyim” falan denilir mi? Orada bir hiyerarşi var mı? Hayır, olmadığı gibi, oraya da edebiyle girilir, dinlenir ve ayrılır. Onun için biraz içerik dönüşümü söz konusu beni rahatsız eden.
Hocam, bir takım organizasyonlarda, düğünlerde derneklerde, bazı turistik mekânlarda, hatta lokantalarda sahneye çıkıp dönenler için neler söylersiniz? Bu işin biraz adabı-erkânı olmalı değil mi?
Bu bir şarlatanlıktır. Bu işin bir denetim mekanizması olmadığı için herkes her yerde dönebiliyor. Benim yabancı dostlarım bana söylerler: İstanbul’a, Konya’ya geldikleri zaman bir lokantada yemek yerken yanına İngilizce konuşan birileri yanaşır ve der ki: “50 dolar verin, siz yemek yerken yanınızda döneyim.” Bunlar bu işin sulandırılmış şeklidir.