Mevlânâ'dan hikâyeler

mihrimah

Well-known member
Aşağıdaki hikâyeleri Mevlânâ hazretlerinden derledik. Umulur ki orucun manevi kapılarına uygun düşer, ibret alınır. Aslan döğmesi

Bir Kazvinli, tellâğın yanına gidip "Bana bir döğme yap; fakat canımı acıtma" dedi. Tellâk "Söyle yiğidim; ne resmi döğeyim?" diye sorunca, "Bir kükremiş aslan resmi döğ" dedi. Sonra da devam etti; "Talihim aslandır, onun için aslan resmi olsun. Gayret et, döğmeyi adamakıllı yap!" Tellâk, "Vücûdunun neresine döğeyim?" dedi. Kazvinli, "İki omzumun arasına" dedi. Tellâk iğneyi saplamaya başlayınca yiğidin sırtı acıdı ve, "Aman usta, beni öldürdün gitti. Ne yapıyorsun?" diye bağırdı. Usta, "Aslan yap dedin ya" dedi. Kazvinli sordu: "Neresinden başladın?" Usta, "Kuyruğundan" dedi. Kazvinli dedi ki: "Aman iki gözüm, bırak kuyruğunu. Aslanın kuyruğu ile kuyruk sokumum sızladı, nefesim kesildi, boğazım tıkandı. Aslan, varsın kuyruksuz olsun. İğne yarasından yüreğime fenalık geldi, bayılacağım." Usta, Kazvinliyi kayırmadan, merhametsizce aslanın bir başka tarafını döğmeye başladı. Yiğit yine bağırdı: "Burası neresi?" Usta, "Kulağı" dedi. Kazvinli, "Bırak kulaksız olsun. Orasını da yapma" dedi. Usta bu sefer başka bir yerine başlayınca Kazvinli yine feryat etti: "Bu üçüncü iğne de neresini döğüyor?" Usta, "Azizim, karnını" dedi. Kazvinli, "Fena acıyor, iğneyi bu kadar çok batırma; bırak karınsız olsun" deyince Tellâk şaşırdı, hayli müddet parmağı ağzında kaldı. İğneyi yere atıp, "Âlemde kimse böyle bir hâle düştü mü ki? Kuyruksuz, başsız, karınsız aslanı kim gördü? Tanrı bile böyle bir aslanı yaratmamıştır." dedi. (I/ 240-241)
Cenaze önünde feryad
Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, sallana sallana ellerini başına vurmaktaydı. "Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar. Öyle dar, öyle elemli bir eve götürüyorlar ki, orada ne halı var, ne hasır; ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek... Ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser... Ne mâmur bir kapı var, ne damında bir yol... Ne sığınacak bir komşu!... Halkın öptüğü ellerin, hürmet ettiği bedenin o elemli yurda nasıl gidecek? Amansız bir ev, dar bir yer... Orada ne bet kalır, ne beniz" demekte, bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar saçmaktaydı. Cuha, babasına dedi ki: "Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar." Babası Cuha'ya, "Ahmak olma!" dedi. Cuha, "Baba şu nişaneleri bir dinle! Birer birer saydıklarının hepsi şeksiz şüphesiz bizim evi anlatıyor. Ne hasır var, ne ışık. Ne yemek, ne yemek kokusu. Hatta ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!.." (II / 239-240)
Kul ile Allah arasında
Bir yoksul, Herat'ta, Horasan amidinin (maliye bakanı) süslenmiş, bezenmiş kullarını gördü. Arap atlarına binmişler, altın sırmalı elbiseler, altınlı külahlar giymişler, daha başka çeşit süslenmişler, bezenmişlerdi. "Bunlar hangi beyler, nerenin pâdişahları?" diye sordu. Dediler ki: "Bunlar bey değil, köle. Horasan amidinin köleleri. Yoksul başını göğe kaldırdı da, "Ey Tanrı dedi, kula bakmayı amidden öğren!"
Özenilen amidi bir gün padişah tutuklamış ve kullarından, onun definesinin yerini söylemelerini istemişti. Bir ay boyunca bütün kölelerine işkence etmiş fakat bir tanesi bile efendilerinin definesinin yerini söylememişlerdi. "Bu sırada, (amidin kullarına imrenen) yoksul uyurken hâtiften bir ses geldi: Ey ulu er, gel sen de kul olmayı bunlardan öğren!" (V/259-260)
Hayır dua
Ekmeğe muhtaç erkek bir yoksul, bir zenbilli dilenci, bir gün Geylan'lı zengin birisinden ekmek alınca, dedi ki: Ya Rabbi sen bu kulunu hoşlukla, selametle evine barkına kavuştur. Geylan'lı kızıp "A çirkin herif" dedi, "eğer ev bark, benim gördüğüm ev barksa, oraya Tanrı, seni kavuştursun!.." (VI / 101)
BERCESTE


Can çekişmekten ise canımı versem bari Can fedâ eyleme bir iş mi sevince yâri Şinasi


İskender PALA
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
SAĞIRIN HASTA ZİYARETİ

…….. iyi kalpli bir sağır adam, komşusunun hasta olduğunu öğrenir. Der ki;

“- Ben sağır bir adamım O da hasta, sesi çıkmaz. Zaten hastaya malum şeyler sorulur, malum cevaplar alınır. Ben “nasılsınız” diyeceğim O “iyiyim, teşekkür ederim” diyecek… “Ne yiyorsun?” desem, elbet bir yemek ismi söyleyecek. Ben de “afiyet olsun” derim. Doktorunu sorsam, bir doktor adı verecek, ben de “iyi doktordur” derim. Olur biter, diye düşünür. Hastayı ziyaret eder. Başucuna oturur;

“-Nasılsınız?” Diye hal hatır sorar . Hasta:

“-Ölüyorum.” Diye cevap verince

“-Oh, Oh! Çok memnun oldum” diye karşılık verir. Hasta:

“-Bu ne demek, adam ölümüme memnun oluyor” diye kızar. Sağır sorar:

“-Ne yiyorsunuz?” Hasta kızgın:

“-Zehir!” der. Sağır:

“-Afiyet olsun!” diye karşılık verir…

“-Tedavi için doktorlardan kim geliyor?”

“-Hadi be defol Azrail geliyor.” deyince, sağır:

“-Çok bilgin, tecrübeli bir doktor. İnşAllah yakında çaresini bulur” deyince hasta dayanamaz…

“-Kahrol!...” diye bağırır. Sağır ise komşuluk hakkını yerine getirdiği için çok memnun ayrılır.

Bu hikayenin bizzat Hz. Mevlânâ dahil, pek çok şarihce yorumu yapılmıştır. Der ki Mevlânâ:

“-… Senin duygu kulağın sağırsa, gönül kulağın açık olmalı. Gönül kulağı her şeyi duyar, işitir.” (C.1. beyit:3303 – 3395) “Ey murâîler! Gösteriş için iş yapanlar! Tutuştur-duğunuz ateşten sakınınız. Siz onu günahlarınızla çoğalttınız. Günahınızla alevlendirdiniz.” (B.3389)
 
Üst