Mevlanayı mevlana yapan...şemsin hakikatinde allahın manasını görmesidir.

Turab3

Well-known member
Cemâl kelimesi, Allah'ın sonsuz güzelliği anlamına gelir. Yoklukta ve hiçlikte tezahür eden bir güzelliktir. Bu Mevlâna'nın özelliği idi. Mevlâna yoktu zaten, Şems'in karşısında yok oldu. Yani kendisini tamamen ona açtı ve hocasından alması gereken her şeyi aksettirdi, o yokluğun üzerine. İşte yoklukta güzelliğin tecel...lisine biz Cemâl diyoruz. Bu güzelliğin zuhur, başlangıç, kaynak noktasına, enerji gibi ortaya çıkışına da Celâl diyoruz. Bu özellik Şems'de vardı. Mevlâna'yı yok etti ve yeniden varetti. İşte böyle bakılınca Mevlâna, Allah'la irtibatlı olarak bütün bildiklerini Şems'de gördü ve yaşadı diyebiliyoruz. Mevlâna daha önce görmüyordu, Şems'de gördü ve yaşadı. Daha önce biliyordu sadece. Onun için öğretmensiz Allah'a varmak mümkün değildir. Her şeyi bilebilirsiniz, her noktada en üstün yere varmış olabilirsiniz ama öğretmen olmadığı zaman yokolamazsınız. Yokolamayınca göremezsiniz, göremeyince bilgi olarak kalır. Acaba anlatabiliyor muyum söylemek istediklerimi?


Dolayısıyla Hz. Şems'in mânâsında muazzam bir Celâl var. O göstermek üzere gelmiş, bildirmek üzere o vazifeyle gelmiş. Biliyorsunuz Allah'ın çeşitli tecellileri var, işte bu tarz bir tecelli sarsar, yakar, yıkar, yokeder, yeniden vareder.


Bu genellikle Mürşid-i Kâmil'de ki tecellidir. Meselâ Abdülkadir Geylâni bir bakışıyla, nazarıyla yokedermiş karşısındaki insanı. Yani ilmi nazarla karşısındaki gönlün içine aksettirirmiş. Böylesine bir tecelli var Hz. Şems'de ve bunu başkasına gösterme hakkı da yok. Allah yasaklamış, sadece Mevlâna'ya gösterecek bu mânâyı ve bu uğurda da başını verecek, o vaziveyle gelmiş. Şems'de öylesine deli-dolu bir oluşum var ki bunun anlaşılabilmesi de çok zor. Çünkü o andaki tecelliye göre konuşuyor. O andaki tecelli de yokolmak lâzım ki, o tecelliyi hissedip ne demek istediğini tam olarak anlayabilmek için. Nesiller boyunca da pek anlaşılamamış Mevlâna ve Şems ilişkisi bu nedenle. İnsanlar ancak kendi bildikleri kalıplar içine oturtarak kavramaya çalışmışlar. O da onların hakkıdır tabii.


Makalat adlı eseri de, kendisinin yazdığı bir eser değil, çünkü oturup kitap yazacak bir Sultan değil. O andaki tecelliye göre yaptığı konuşmalardan huzurda bulunanların kaleme almış olduğu şekliyle toparlanmış bir eser.




Bütün bunlara rağmen Şems gidiyor. Bundan sonra Mevlana'nın büyük özlemi ve yanışı giriyor devreye. Neden gitti Şems sizce?


Asıl neden planın böyle oluşu idi. Hz. Mevlâna Şems'de Allah'ı gördü. Şems orada kalsaydı varlık olarak, Hz. Mevlâna, Şems'de gördüğünü Allah zannedecekti. Şems aradan çekilince Mevlâna gördüğü hakikatin kendindeki hakikat olduğunu anladı ve kendi mânâsını hissetti, gördü. Bunu Şems gitmeden de yapabilirdi elbette ama Şems, Allah'a söz vermişti gitmek için, başvermek için.


Hz. Mevlâna, Şems'den sonra Maşûk oldu. Yani herkes onda görmeye başladı. Sevilen haline geldi. Tıpkı Hz. Muhammed'in Miraç'dan evvel aşık, Miraç'tan sonra Maşûk oluşu gibi. Hz. Şems'in bu hakikati yayma izni yoktu, Hz. Mevlâna'nın ise bu hakikati yayma izni vardı. Şöyle diyordu: "Hepimiz aynı mumuz ama ben mecburen biraz yükselmek zorundayım, etrafı daha yukarıdan aydınlatmam emredildi."


Şems ile Mevlâna ilişkisinde hangisinin mürit, hangisinin mürşit olduğu bu açıdan bakılırsa biraz karışıyor. Çünkü mürit durumunda Hz. Mevlâna gibi bir şahsiyet var. Böyle de değil ilişki, bana sorarsanız Mevlâna ile Şems diye iki kişi de yoktu. Onlar bir hakikatin iki yüzüydüler. Biri Cemâl, diğeri Celâl. Ya da şöyle söyleyeyim bir fen'ci olarak aynı enerjinin iki farklı görüntüsü olarak düşünülebilir. Biri kinetik enerji, diğeri potansiyel enerji. Şems'in enerjisi kinetik, Mevlâna'nın enerjisi potansiyel enerjidir. Sonrasında Mevlâna kinetik enerji durumuna geçmiş ve tüm insanlık potansiyel enerji olarak onun enerjisini yüklenmiştir.




Sevgi nedir? İlâhi Aşk nedir? size göre. Okuyucularımız için kısaca söz edebilir misiniz bu kavramlardan?


Karşınızdaki insanda Allah'ın tecellisini gördüğünüz zaman duyduğunuz hisse "AŞK" denir. Bu kişiye karşı değil, Allah'a duyulan aşktır. Tecelliye duyulan hisse aşk denir. O tecelliyi taşıdığı için kişiye duyulan hisse de sevgi denir.


İnsanlar birbirlerine aşık oldukları zaman da aslında bir mânâya aşık olurlar. İşte o mânânın peşinden gidersek hemen, çabucak vazgeçemeyiz aşkımızdan ve o devam edip gider. Ama sadece karşımızdaki kişinin bir özelliğine aşık olup, diğer özelliklerini tanıyınca ondan vazgeçersek o zaten aşk değildir, kendimizi sevmektir. O halde demek ki mânâ aşk oluyor, madde aşk olmuyor.


Mevlâna aşkı Şems'in mânâsında Allah'ı bularak yaşadı. Vücudunda değil. Ancak hakiki öğretmeni bulmuş olanlar bunu anlayabilirler. Vücudunu sevmiş olsaydı onun adı aşk olmayacaktı. Mevlâna da Mevlâna olmayacaktı. Onun için bugün kim kimin vücuduna hayransa veya ondaki ilme, bilgiye hayransa, ondaki hakikate hayran değilse onun adına aşk denmez. Cezbe olabilir, ihtiras olabilir yahut kendisine dönük olan sevgi olabilir.


Mevlâna'yı, Mevlâna yapan; Şems'in hakikatinde Allah'ın mânâsını görmektir. Görmese idi Mevlâna olamazdı. Tabii bunu yaşamayan insana da bunu anlatmak çok zor
 
Üst