Mezhepler üzerine I - II

İlim-irfan

Well-known member
Soru: Mezhepler (Hanefi, Şafi, Hanbeli, Maliki) hakkında yazabilir misiniz? Kişi tabi olduğu mezhebi neye göre belirler? Mezhepler arsı geçiş var hangi hallerde olabilir? Özetle, mezhepler konusunda detaylı açıklama yapma imkanınız olabilir mi?

Cevap: Günlük hayatın hemen her anında mezhep meselesini ilgilendiren bir durumla karşılaşıyoruz. Bu sebeple mezhep meselesinin bu derece sık gündeme gelmesini yadırgamamak gerekir.
Mezhep, kısaca hayatı vahyin gösterdiği istikamette yaşayabilmek için, bir başka ifadeyle vahyi hakkı verilmiş bir anlama faaliyetinin konusu yapabilmek için gerekli usul ve ilkelerin adıdır.
Bunun kolay bir iş olmadığı, dahası, masa başı ve münferit birtakım faaliyetlerle yapılamayacağı, anlamamız gereken ilk husustur. Bu itibarla bir kimsenin, eline aldığı bir Kur'an mealiyle yahut Hadis kitabıyla doğrudan amel etmeye kalkışması, züccaciye dükkânına dalan filin yol açtığından farklı bir manzara doğurmayacaktır. Zira mesele sadece okuma yazma bilmekle ve Kur'an ve Hadis metnine vakıfı olmakla sınırlandırılamayacak kadar hayatî ve hassastır.
Söz gelimi Kur'an ve Sünnet nasslarının yapısı, bu iki kaynağın birbirleriyle ilişkisi, kaynağını bunlardan alan diğer usul umdeleri bu noktada merkezî öneme sahip hususlardır.
Allah Teala'nın ve Resulü'nün bizden nasıl bir hayat istediğini sahih bir şekilde anlayabilmek için, vahyin nüzulüne ve Sünnet'in vüruduna kimi zaman sebep teşkil etmiş, kimi zaman doğrudan şahit olmuş bulunan Sahabe neslinin tutumu da behemehal dikkate alınmak durumundadır. Daha önce de değişik vesilelerle vurguladığım gibi, Peygamberi (s.a.v) terk-i dünya etmiş bir ümmetin, Peygamber (s.a.v)'e arkadaşlık, yoldaşlık etmiş ilk ve tek kuşağının olaylar karşısındaki tutum ve tavrında o Peygamber (s.a.v)'in etkisinin bulunmayacağını söylemek herhangi bir kasıt söz konusu değilse cahillikten başka bir şeyin ifadesi olamaz!
Kısacası Kur'an ve Sünnet'in bizden ne istediğini tam anlamıyla kavrayabilmek için, öncelikle belli bir Usul'e ihtiyaç vardır. İşte mezhep bize bu Usul'ü ve bu Usul doğrultusunda ortaya konulmuş füruu/pratiği veren biricik sistemdir. Bu noktada yaşanan bir kafa karışıklığına parmak basmanın sırasıdır: "Kur'an ve Sünnet elimizde olduğu halde mezhep imamlarının ve ulemasının görüşlerine niçin ihtiyacımız olsun?" derler.
Bu çerçevede gündeme gelen herhangi bir soruya, "dinî cevabı ayrı, mezhebî cevabı ayrı" gibi bir yaklaşımla mukabelede bulunmak, yahut herhangi bir ibadeti -mesela namazı- Kur'an ve Sünnet'e göre kılınması durumunda ayrı, mezheplere göre kılınması durumunda ayrı bir mahiyet kazanacakmış gibi takdim etmek meseleyi çarpıtmaktan, ya da cehaleti ifşadan başka bir anlama gelmez.
Zira mezhep Din'in, yani Kur'an ve Sünnet'in "alternatifi" değildir! Meseleye böyle bakıldığında mezhebi reddetmek dinin gereğiymiş, veya mezhebi reddetmedikçe Din'in özüne vakıf olunamayacakmış gibi bir düşüncenin oluşmaması mümkün değildir.
Oysa dediğim gibi Din'in ve konunun kaynaklarının bizden ne istediğini mezhep olmadan anlamak ve o anlaşılan şey doğrultusunda bir hayat yaşamak mümkün değildir.
Devam edecek.
17/01/2010
 

İlim-irfan

Well-known member
Mezhepler üzerine 2

Okuyucu sorusunun, "Kişi tabi olduğu mezhebi neye göre belirler?" kısmının cevabı şudur: Elbette bir imamı taklid etmek durumundaki kişi (mukallid), taklid edilen kişi konumundaki insanların ilmî seviyelerini, ya da usullerini değerlendirecek konumda değildir. Bu itibarla mezhep seçiminde daha başka hususlar belirleyici olmaktadır. Bunların başında, taklid edilecek kişinin ya da mezhebin özellikleri gelmektedir.
Söz gelimi "İmam Ebû Hanîfe nassların yapısına, delalet vecihlerine, gayelerine, lafızların altında yatan manalara daha fazla ehemmiyet atfeder" diye düşünerek bu imamın mezhebini taklidi tercih etmek böyledir. Yahut "İmam Mâlik Medine'de yaşadı; Medine'de yaşamış alim sahabilerin mezhep ve uygulamaları ona intikal etti" diyerek onun mezhebi tercih edilebilir. İmam eş-Şâfi'î'nin "Kureyş alimi" ünvanına sahip olduğu, Hanefî mezhebine muttali olma avantajıyla mezhebini oluşturduğu söylenerek ya da İmam Ahmed b. Hanbel'in, kendisinden önceki imamların mezheplerinin fıkhî birikimine varis olmuş bir Hadis imamı olduğu ve hadislere daha büyük bir önem atfede re'yden sakındığı gibi gerekçelere dayanarak mezhep tercihinde bulunulabilir.
Bütün bunların ötesinde, kişinin, sadece yaşadığı çevrenin etkisinde kalarak mezhep tercihinde bulunması da bahis konusu olabilir. Bunu da küçümsememek gerekir. Zira böylece kişi, tabi olduğu mezhebin hükümlerini kolayca sorup detaylarıyla öğrenme imkânına/avantajına sahip olmaktadır.
Sorunun diğer kısmına, yani " Mezhepler arsı geçiş var hangi hallerde olabilir?" sorusuna gelince; özellikle içinde bulunduğumuz zaman diliminde bu soru ve cevabı hayli önem arz etmektedir. Zira modern hayatın bize "armağan" ettiği kolaylık ve rahat düşkünlüğü, mezhepler arası geçiş meselesinin istismar edilmesi durumunda "dindarlıkta gevşeklik" gibi bir arızaya yol açabilmektedir.
Tasavvuf ehlinin, sürekli azimetlerle amel etme gayesiyle hareket ettiği malumumuzdur. Bunun altında yatan biricik saik, nefse olabildiğince muhalefet ederek onu terbiye altına almaktır. Modern zamanlarda ruhsatların peşine düşen müslümanın, bir süre sonra bunu alışkanlık haline getirerek nefsinin isteklerinin zebunu olması pekala söz konusu olabilmektedir.
Bu itibarla mezhepler arası geçişi şöyle bir çerçeveyle sınırlandırmak -Allahu a'lem- en doğrusudur: Herhangi bir meselede tabi olduğu mezhebin hükmüyle amel etmesi halinde büyük bir sıkıntıyla karşılaşacaksa, böyle bir durumda kişi, diğer bir mezhebin hükmüyle amel edebilir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var:
1. Kişi bunu bir alışkanlık haline getirmemelidir. Zira bu durumda bir süre sonra mezhep konusunda bir algı arızasının meydana gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.
2. Amel edilen ikinci mezhebin hükmü güzelce ve bütün detaylarıyla öğrenilmelidir. Ki bu çoğu zaman ihmal edilmektedir. Diğer mezhebin hükümlerini iyi bilen bir alime sorarak amel etmelidir.
3. Tek bir konuda birden fazla mezhebin hükmünü birleştirerek telfik yapmamalıdır.
4. Ruhsatların peşine düşmemelidir. Zira bize sürekli olarak kolaylık, rahatlık ve konfor telkin eden modern hayat, sürekli kolaylık arama alışkanlığıyla bir süre sonra nefsî heva ve telkinleri "din hükmü" olarak gösterebilir.
Mezhepler arası geçişin "sıkıntı anına" münhasır olarak uygulanması, sair zamanlarda tek bir mezhebi iltizam tavrının benimsenmesi, aynı zamanda din algısına da olumlu tesir eden bir hassasiyettir. Elbette münhasıran tek bir mezhebin hükmüyle amel etmek,hiçbir ahvalde ondan ayrılmamak diye bir mecburiyet yoktur. Ama Tasavvuf ehlinin tavrında da almamız gereken büyük bir ibret vardır!
nokta.gif


EbuBekir Sifil - Milli Gazete
24/01/2010
 


Bu alana bir cevap yazın...
Üst