Fethullah Gülen'in Muallâ Validesi Merhume Refia Gülen
Yedi-sekiz yaşlarındayken, bir ara geceleri birden ayağa kalkıp 'Lebbeyk Ya Rasulallah!' demeye başladı. Ben, onun bu halinden çok endişe ediyor ve sabahlara kadar uyuyamıyordum. Kendisine bir şey görüp görmediğini soruyordum; her defasında görmediği cevabını alıyordum. Bu durum kendisinde günlerce devam etti. Babasına durumu söyledim. Bir gün sabaha kadar başında o bekledi ve o gece ayağa kalkmadı. Ertesi gün ben bekledim, yine: 'Lebbeyk Ya Rasulallah!' diyerek ayağa kalktı.
Bir ara uyku arasında konuşmaya başladı. Konuşuyor, konuşuyor, durmadan konuşuyordu; ancak ne babası ne de ben ne konuştuğunu, daha doğrusu hangi dilde konuştuğunu bir türlü anlamıyorduk. Bu arada yine 'Lebbeyk Ya Rasulallah!' diyerek kalkması da devam ediyordu. Hatta bazen gecede iki defa kalkıyordu.
Bir gün bir şey görüp görmediğini yine sordum. Bana 'Sen gördün mü?' diye karşılık verdi. Ben de onu konuşturmak için bir rüyamı anlattım: Gökyüzünde baştan sona Kur'an-ı Kerim yazılı gördüm. En başta da Lailahe illallah Muhammed'ür-Rasulullah yazılıydı. Ve sordum: Sen de böyle bir rüya gördün mü?
Yok, ana ben bunu görmedim, dedi. Ve sözü kapattı.
Yaşı 12 olduğu günlerden birinde, bekledim bekledim, eve gelmedi. Geldiğinde kızdım. Oğlum nerdeydin, bak seni merak ettim, dedim. Bana: 'Ana dedi, mesciddeydim. 70 rekat namaz kıldım. Oğlum ne namazı kıldın? diye tekrar sordum. 'Kaza namazı kıldım' cevabını verdi.
Mübarek gecelerde camiden çıkmasını bilmez çok geç vakitlere kadar camide kalırdı. Ona, 'Baban imam olduğu halde çoktan gelip yattı, sen niye geç kaldın?' diye çıkışırdım. Namaz kıldığını söylerdi.
Bir gün, geç kaldığı için ona hakkımı helal etmeyeceğimi söyledim, beni üzüyorsun, dedim. Hemen elime ayağıma kapandı, 'Aman ana, kurbanın olayım, bana hakkını helal et' diye ağladı. Ben de 'Peki helal ettim, ama bir daha beni üzme' dedim. Olur ana üzmem, dedi.
Ve yine bir gün rüya görüp görmediğini sordum. Bana 'Sen gördün mü? dedi. Ben de o gün gördüğüm bir rüyayı naklettim:
Rüyamda çok şiddetli susadım. Kendi kendime 'Bir su olsa da içsem' diyordum. O sırada bir ses bana: 'İşte rızık deryası, gel buradan iç' diyordu. Elimde, kahve fincanı kadar çinko bir kap vardı. Onu o deryaya daldırdım. Suyun rengi yeşile çalıyordu. Deryanın etrafı da duvarla çevriliydi. Kabı daldırırken duvar göğsüme değmişti. Tam suyu ağzıma götüreceğim sırada yine bir ses duydum. Bana: 'Onun hepsini içme. Birazını deryaya dök. Kanaat, Allah'ın büyük hazinesidir' dedi.
Ben rüyayı anlattıktan sora, 'Bak, dedim, ben bunu gördüm, sen de gördün mü?' Cevap verdi: 'İnşallah, ana, ben de görüp sana söyleyeceğim.'
Bazen çocukluğunda, ders okumamak için saklandığı olurdu. Oradan çıkarır, döver, nasihat eder ve yine okuturdum. Daha sonraları kendisi okumaya heveslendiği için, böyle bir durum olmadı.
Cuma namazından döndüklerinde Sıbğatullah'a (kardeşi) da O'na da sorardım: 'Babanız bugün neler anlattı. Bana da anlatın da ben de öğreneyim' Sıbğatullah: 'Ana camiden çıkınca hepsini unuttum' derdi. O ise, bir bir babasının anlattıklarını bana naklederdi. Sonra da: 'Ana, bak, kurbanın olayım, bunları babama anlatma. Anlatırsan bir daha sana bir şey anlatmam' derdi. Ben de babasına bir şey demedim.
Bir Ramazan günü, Kazım efendi adında çok mübarek ve alim bir zat, Hocaefendi'ye, babasının sarığını ve cübbesini giydirir. Kucaklayarak kürsüye çıkarır. O gün babasının kürsüsünde o vaaz eder. Ve o gün henüz 14 yaşındadır.
15 yaşına girdiği sıralardaydı. Üzveren, denen yerde okumaya gitti. ancak yolda bir adamla karşılaşmış. Adam ona nereye gittiğini sormuş, o da okumak için Üzveren'e gittiğini söylemiş. Adam ona, orası sana göre yer değil, sen geriye dön, demiş ve o da geriye dönmüştü.
12 veya 13 yaşlarındaydı. Bir gün yatsı namazını kılmadan yatmıştı. 'Namazını kıl, sonra yat' dedim. Bana: 'Ana, yorgunum, gece kalkıp kılarım' dedi. Ben: 'Bak ben de çok yorgunum, seni kaldıramam, kıl öyle yat' dedim. Oralı olmadığını görünce de, 'Eğer namaz kılmadan yatarsan sabah senin cenazeni göreyim' dedim. Ben öyle deyince kalkıp namazını kıldı ve öyle yattı.
Babam da, kayınpederim Şamil Ağa da namaza çok düşkün insanlardı. Ben onları hiç uyurken görmedim. Gecenin hangi vaktinde uyansam, onları hep namaz kılarken görürdüm.
Kayınvalidem Munise hanım da aynı şekildeydi. Günde bir öğün yemek yer, günlerinin çoğunu ise oruçlu geçirirdi. 12 sene bila fasıla oruç tuttu. Yanında birisi Kur'an okusa onun kucağı su dolardı, öyle ağlardı. Öleceği zaman da dört halifenin ismini saydı, Lailahe illallah, Muhammed'ür-Rasulullah dedi ve ruhunu öyle teslim etti.
Çocukluğunda da hafızası çok kuvvetliydi. Bir yeri, bir veya iki defa okusa hemen ezberlerdi.
Bir gün, çocuklardan birisiyle güreş tutmuş ve yıkılmış. Akşam babası, bir daha, dedi, güreşte yıkılırsan, ben sana o zaman gösteririm.
Yedi-sekiz yaşlarındayken, bir ara geceleri birden ayağa kalkıp 'Lebbeyk Ya Rasulallah!' demeye başladı. Ben, onun bu halinden çok endişe ediyor ve sabahlara kadar uyuyamıyordum. Kendisine bir şey görüp görmediğini soruyordum; her defasında görmediği cevabını alıyordum. Bu durum kendisinde günlerce devam etti. Babasına durumu söyledim. Bir gün sabaha kadar başında o bekledi ve o gece ayağa kalkmadı. Ertesi gün ben bekledim, yine: 'Lebbeyk Ya Rasulallah!' diyerek ayağa kalktı.
Bir ara uyku arasında konuşmaya başladı. Konuşuyor, konuşuyor, durmadan konuşuyordu; ancak ne babası ne de ben ne konuştuğunu, daha doğrusu hangi dilde konuştuğunu bir türlü anlamıyorduk. Bu arada yine 'Lebbeyk Ya Rasulallah!' diyerek kalkması da devam ediyordu. Hatta bazen gecede iki defa kalkıyordu.
Bir gün bir şey görüp görmediğini yine sordum. Bana 'Sen gördün mü?' diye karşılık verdi. Ben de onu konuşturmak için bir rüyamı anlattım: Gökyüzünde baştan sona Kur'an-ı Kerim yazılı gördüm. En başta da Lailahe illallah Muhammed'ür-Rasulullah yazılıydı. Ve sordum: Sen de böyle bir rüya gördün mü?
Yok, ana ben bunu görmedim, dedi. Ve sözü kapattı.
Yaşı 12 olduğu günlerden birinde, bekledim bekledim, eve gelmedi. Geldiğinde kızdım. Oğlum nerdeydin, bak seni merak ettim, dedim. Bana: 'Ana dedi, mesciddeydim. 70 rekat namaz kıldım. Oğlum ne namazı kıldın? diye tekrar sordum. 'Kaza namazı kıldım' cevabını verdi.
Mübarek gecelerde camiden çıkmasını bilmez çok geç vakitlere kadar camide kalırdı. Ona, 'Baban imam olduğu halde çoktan gelip yattı, sen niye geç kaldın?' diye çıkışırdım. Namaz kıldığını söylerdi.
Bir gün, geç kaldığı için ona hakkımı helal etmeyeceğimi söyledim, beni üzüyorsun, dedim. Hemen elime ayağıma kapandı, 'Aman ana, kurbanın olayım, bana hakkını helal et' diye ağladı. Ben de 'Peki helal ettim, ama bir daha beni üzme' dedim. Olur ana üzmem, dedi.
Ve yine bir gün rüya görüp görmediğini sordum. Bana 'Sen gördün mü? dedi. Ben de o gün gördüğüm bir rüyayı naklettim:
Rüyamda çok şiddetli susadım. Kendi kendime 'Bir su olsa da içsem' diyordum. O sırada bir ses bana: 'İşte rızık deryası, gel buradan iç' diyordu. Elimde, kahve fincanı kadar çinko bir kap vardı. Onu o deryaya daldırdım. Suyun rengi yeşile çalıyordu. Deryanın etrafı da duvarla çevriliydi. Kabı daldırırken duvar göğsüme değmişti. Tam suyu ağzıma götüreceğim sırada yine bir ses duydum. Bana: 'Onun hepsini içme. Birazını deryaya dök. Kanaat, Allah'ın büyük hazinesidir' dedi.
Ben rüyayı anlattıktan sora, 'Bak, dedim, ben bunu gördüm, sen de gördün mü?' Cevap verdi: 'İnşallah, ana, ben de görüp sana söyleyeceğim.'
Bazen çocukluğunda, ders okumamak için saklandığı olurdu. Oradan çıkarır, döver, nasihat eder ve yine okuturdum. Daha sonraları kendisi okumaya heveslendiği için, böyle bir durum olmadı.
Cuma namazından döndüklerinde Sıbğatullah'a (kardeşi) da O'na da sorardım: 'Babanız bugün neler anlattı. Bana da anlatın da ben de öğreneyim' Sıbğatullah: 'Ana camiden çıkınca hepsini unuttum' derdi. O ise, bir bir babasının anlattıklarını bana naklederdi. Sonra da: 'Ana, bak, kurbanın olayım, bunları babama anlatma. Anlatırsan bir daha sana bir şey anlatmam' derdi. Ben de babasına bir şey demedim.
Bir Ramazan günü, Kazım efendi adında çok mübarek ve alim bir zat, Hocaefendi'ye, babasının sarığını ve cübbesini giydirir. Kucaklayarak kürsüye çıkarır. O gün babasının kürsüsünde o vaaz eder. Ve o gün henüz 14 yaşındadır.
15 yaşına girdiği sıralardaydı. Üzveren, denen yerde okumaya gitti. ancak yolda bir adamla karşılaşmış. Adam ona nereye gittiğini sormuş, o da okumak için Üzveren'e gittiğini söylemiş. Adam ona, orası sana göre yer değil, sen geriye dön, demiş ve o da geriye dönmüştü.
12 veya 13 yaşlarındaydı. Bir gün yatsı namazını kılmadan yatmıştı. 'Namazını kıl, sonra yat' dedim. Bana: 'Ana, yorgunum, gece kalkıp kılarım' dedi. Ben: 'Bak ben de çok yorgunum, seni kaldıramam, kıl öyle yat' dedim. Oralı olmadığını görünce de, 'Eğer namaz kılmadan yatarsan sabah senin cenazeni göreyim' dedim. Ben öyle deyince kalkıp namazını kıldı ve öyle yattı.
Babam da, kayınpederim Şamil Ağa da namaza çok düşkün insanlardı. Ben onları hiç uyurken görmedim. Gecenin hangi vaktinde uyansam, onları hep namaz kılarken görürdüm.
Kayınvalidem Munise hanım da aynı şekildeydi. Günde bir öğün yemek yer, günlerinin çoğunu ise oruçlu geçirirdi. 12 sene bila fasıla oruç tuttu. Yanında birisi Kur'an okusa onun kucağı su dolardı, öyle ağlardı. Öleceği zaman da dört halifenin ismini saydı, Lailahe illallah, Muhammed'ür-Rasulullah dedi ve ruhunu öyle teslim etti.
Çocukluğunda da hafızası çok kuvvetliydi. Bir yeri, bir veya iki defa okusa hemen ezberlerdi.
Bir gün, çocuklardan birisiyle güreş tutmuş ve yıkılmış. Akşam babası, bir daha, dedi, güreşte yıkılırsan, ben sana o zaman gösteririm.