Cevap: Mu
Mu’cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) Zeylinin bir parçası, sadisen den sonraki hem heleri biraz açar mısınız?
Hem Sâni-i Âlemin nihayet cemâlde olan kemâl-i san’atı üzerine enzâr-ı dikkati celb etmek, teşhir etmek istemesine mukàbil, en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşahede o zâttır.
Allah kendi sonsuz güzelliğini ve mükemmelliğini insanlara gösterip ilan etmek istemiş ve bu ilan ve göstermeye en mükemmel cevabı ve karşılığı Hazreti Muhammed (sav) Efendimiz vermiştir.
Hem bütün âlemlerin Rabbi, kesret tabakatında vahdâniyetini ilân etmek istemesine mukàbil, en âzamî bir derecede, bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure o zâttır.
Allah çokluk tabakası olan kainatta varlığını ve birliğini ilan etmek istemesine karşılık, Hazret Peygamber Efendimiz bu İlahi maksadı bütün incelikleri ve mertebeleri ile ilan edip cevap veriyor. Evet İslam alemindeki bütün meslek ve meşreplerin tevhit anlayışları Hazreti Peygamberin terbiye ve tasarrufundan çıkıyor.
Hem Sahib-i Âlemin nihayet derecede âsârındaki cemâlin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü zâtîsini ve cemâlinin mehâsinini ve hüsnünün letâifini âyinelerde mukteza-yı hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukàbil, en şâşaalı bir surette âyinedarlık eden ve gösteren ve sevip ve başkasına sevdiren, yine bilbedâhe o zâttır.
Allah kendi Zatındaki sonsuz güzelliği hem görmek hem de göstermek istiyor. Bu İlahi isteği mükemmel bir şekilde hem üzerinde gösterip hem de gören yine Peygamber Efendimizden başkası değildir. Yani Peygamber Efendimiz Allah’ın sonsuz cemaline dev bir aynadır.
Hem şu saray-ı âlemin Sânii, gayet hârika mu’cizeleriyle ve gayet kıymettar cevherler ile dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemâlâtını tarif etmek ve bildirmek istemesine mukàbil, en âzamî bir surette teşhir edici ve tavsif edici ve tarif edici, yine bilbedâhe o zâttır.
Allah yine Zatına ve isimlerine ait sonsuz mükemmelliğini görmek ve göstermek istiyor. Bu İlahi isteği en güzel bir şekilde görüp gösteren yine Allah’ın habibidir. Yani Peygamber Efendimiz cemalde olduğu gibi kemalde de dev bir ilan aynasıdır.
Hem şu kâinatın Sânii, şu kâinatı envâ-ı acaip ve ziynetlerle süslendirmek suretinde yapması ve zîşuur mahlûkatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal etmesi ve mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsar ve sanayiin mânâlarını, kıymetlerini ehl-i temâşâ ve tefekküre bildirmek istemesine mukàbil, en âzamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve melâikelere de Kur’ân-ı Hakîm vasıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedâhe o zâttır.
Allah sonsuz hikmetini yine kainatta ve mahlukatta görmek ve göstermek istiyor bu İlahi isteği yine aynı hikmet ve mükemmellikle görüp gösteren Allah’ın habibi olan Peygamber Efendimizdir.
Hem şu kâinatın Hâkim-i Hakîmi, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksat ve gayeyi tazammun eden tılsım-ı muğlâkını ve mevcudatın “nereden, nereye ve ne oldukları” olan şu üç sual-i müşkilin muammâsını bir elçi vasıtasıyla umum zîşuurlara açtırmak istemesine mukàbil, en vâzıh bir surette ve en âzamî bir derecede hakaik-i Kur’âniye vasıtasıyla o tılsımı açan ve o muammâyı halleden, yine bilbedâhe o zâttır.
Allah hem yaratmış olduğu kainat sarayının hikmetlerini ders verecek hem de insanlığa bu kainatın nasıl okunması gerektiğini talim edecek ve insanlığın çıplak akıl ile içinden çıkamadığı nerden geliyor, nereye gidiyor ve necisin? sorununun cevabını verecek bir elçi murat etmesine mukabil en mükemmel cevabı ve karşılığı yine Peygamber Efendimiz veriyor.
Hem şu âlemin Sâni-i Zülcelâli, bütün güzel masnuatıyla kendini zîşuur olanlara tanıttırması ve kıymetli nimetlerle kendini onlara sevdirmesi, bizzarure, onun mukàbilinde, zîşuur olanlara marziyâtı ve arzu-yu İlâhiyelerini bir elçi vasıtasıyla bildirmesini istemesine mukàbil, en âlâ ve ekmel bir surette, Kur’ân vasıtasıyla o marziyât ve arzuları beyan eden ve getiren, yine bilbedâhe o zâttır.
Allah bütün süslü ve estetik sanatları ile bize kendisini sevdirmek istiyor. Aynı zamanda eşyaya takmış olduğu sayısız fayda ve maslahatlar dili ile bize kendini tanıttırmak istiyor. Bu sevdirme ve tanıtma isteğinin en somut şekli ise razı olduğu ve olmadığı şeylerin insanlığa kitaplar vasıtası ile bildirilmesidir ki, bu vazifeyi de en kamil manada yapan ve Kur’an gibi muazzam bir rehberle bu vazifeyi ifa eden yine Habib-i Ekrem’dir.
Hem Rabbü’l-Âlemîn, meyve-i âlem olan insana, âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidat verdiğinden ve bir ubûdiyet-i külliyeye müheyyâ ettiğinden ve hissiyatça kesrete ve dünyaya müptelâ olduğundan bir rehber vasıtasıyla yüzlerini kesretten vahdete, fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukàbil, en âzam bir derecede, en eblâğ bir surette, Kur’ân vasıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifa eden, yine bilbedâhe o zâttır.
İşte, mevcudatın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eşref olan zîşuur ve zîşuur içinde en eşref olan hakikî insan ve hakikî insan içinde geçmiş vezâifi en âzamî bir derecede, en ekmel bir surette ifa eden zât, elbette bir Mirac-ı Azâm ile Kàb-ı Kavseyne çıkacak, saadet-i ebediye kapısını çalacak, hazine-i rahmeti açacak, imanın hakaik-i gaybiyesini görecek, yine o olacaktır. On Dokuzuncu Mektup
İnsanın fıtratında çok hissiyatlar ve cihazlar vardır. Bunların bir kısmının yönü nefis, heva, akibeti düşünmeyen kör hissiyatlar gibi kesrete, yani Allah’ın haricindeki masivayadır. Ve insanın şuur ve nazarını meşgul edecek çok arızalar ve marazlar da bu alemde mevcuttur. Ama bunun yanında kabiliyet olarak mahlukat içinde Allah’a kul olmakta en cami ve külli varlık’da insandır. Bu yüzden insanların bu hallerini doğruya yönlendirecek bir nebi ve bir din lazımdır. İşte dinler ve Peygamberler, mahlukata yönelmiş akılları ve nazarları Allah’a tevcih etmek için görevlendirilmiştir. Şayet dinler ve Peygamberler gelmese idi, insanlık kesretten vahdete, yani mahlukattan Allah’a yönelemeyeceklerdi. Akıl ve kalpleri layık olmayan şeylerle oyalanacaktı bad-ı heva zayi olup gidecekti.
Özet olarak, insanlığı batıldan hakka, yanlıştan doğruya, dalaletten hidayete, elemden saadete, kesretten vahdete çevirecek ve sevk edecek yegane saik din ve peygamberlerdir ki, bu mananın en güzel ve en mükemmel şekli Peygamber Efendimizde ve onun dini olan İslam'da tezahür etmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editör