Müslümanlardaki Zaaflar: Korkaklık

Huseyni

Müdavim
İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avâmın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar.

Meselâ, nasıl ki damda bir adamı tehlikeye atmak için, bir dessas adam, o evhamlının nazarında zararlı görünen bir şeyi gösterip, vehmini tahrik edip, kova kova, tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi, çok ehemmiyetsiz evhamla çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hattâ, bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer...

29. Mektup s.403


..."Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir."


İşte, ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhâdın dalkavukları sizi korkutmakla kudsî cihad-ı mânevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler, onlara deyiniz:

"Biz hizbü'l-Kur'ân'ız.
b843.gif
["Şüphesiz ki Kur'ân'ı Biz indirdik; onu koruyan da elbette Biziz." Hicr Sûresi: 15:9.]
sırrıyla, Kur'ân'ın kalesindeyiz.
b171.gif
["Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." Âl-i İmrân Sûresi: 3:173.] etrafımızda çevrilmiş muhkem bir surdur. Binler ihtimalden bir ihtimalle şu kısa hayat-ı fâniyeye küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüz, binler zarar verecek bir yola bizi ihtiyarımızla sevk edemezsiniz."


29. Mektup s.404
 

Huseyni

Müdavim
Ve deyiniz:
"Acaba hizmet-i Kur'âniyede arkadaşımız ve o hizmet-i kudsiyenin tedbirinde üstadımız ve ustabaşımız olan Said Nursî'nin yüzünden, bizim gibi hak yolunda ona dost olan ehl-i haktan kim zarar görmüş?

Ve onun has talebelerinden kim belâ görmüş ki biz de göreceğiz ve o görmek ihtimaliyle telâş edeceğiz? Bu kardeşimizin binler uhrevî dostları ve kardeşleri var. Yirmi otuz senedir dünya hayat-ı içtimaiyesine tesirli bir surette karıştığı hâlde, onun yüzünden bir kardeşinin zarar gördüğünü işitmedik.

Hususan o zaman elinde siyaset topuzu vardı. Şimdi o topuz yerine nur-u hakikat var.

Eskiden 31 Mart hadisesinde çendan onu da karıştırdılar, bazı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyün etti ki, mesele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler.

Hem o zaman çok dostlarını da kurtardı. Buna binaen, bin değil, binler ihtimalden birtek ihtimal-i tehlike korkusuyla bir hazine-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, sizin gibi şeytanların hatırına gelmemeli" deyip, ehl-i dalâletin dalkavuklarının ağzına vurup tard etmelisiniz.

29. Mektup s.405
 

Huseyni

Müdavim
İhanetin Cezası

Hem o dalkavuklara deyiniz ki:
"Yüz binler ihtimalden bir ihtimal değil, yüzden yüz ihtimalle bir helâket gelse, zerre kadar aklımız varsa, korkup, onu bırakıp kaçmayacağız."

Çünkü, mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor ki, büyük kardeşine veyahut üstadına tehlike zamanında ihanet edenlerin, gelen belâ en evvel onların başında patlar. Hem merhametsizcesine onlara ceza verilmiş ve alçak nazarıyla bakılmış. Hem cesedi ölmüş, hem ruhu zillet içinde mânen ölmüş. Onlara ceza verenler, kalblerinde bir merhamet hissetmezler. Çünkü derler:

"Bunlar madem kendilerine sadık ve müşfik üstadlarına hain çıktılar; elbette çok alçaktırlar, merhamete değil tahkire lâyıktırlar."

Madem hakikat budur. Hem madem bir zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını katî ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur.

Hem o canavar, vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşcî eder. Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesed-i bir şehid-i mazlum olur.

Evet, tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine!

29. Mektup s.405
 

Huseyni

Müdavim
Siperden Kaçan En Çok Yaralanır.

.....o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurâne üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. "Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!" demiştim. Şimdi diyorum:

Ey kardeşlerim! İngiliz gibi cebbar bir hükümetin istilâ ettiği bir zamanda, bu tarzda matbaa lisanıyla onlara mukabele etmek, tehlike yüzde yüz iken hıfz-ı Kur'ânî bana kâfi geldiği hâlde, size de yüzde bir ihtimalle ehemmiyetsiz zalimlerin elinden gelen zararlara karşı, elbette yüz derece daha kâfidir.

Hem, ey kardeşlerim, çoğunuz askerlik etmişsiniz. Etmeyenler de elbette işitmişlerdir. İşitmeyenler de benden işitsinler ki, en ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir.

b845.gif
mânâ-yı işarîsiyle gösteriyor ki; "firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyade karşılıyorlar."



29. Mektup s.405-406
 

Huseyni

Müdavim
Döneklik ve Sebat

Hakikatı bulma ve ona gönül verme ne kadar ehemmiyetli ise, bulduktan sonra vefalı olup, o yolda sebat göstermek de o kadar önemli ve üzerinde titizlikle durulmaya değer bir husustur. Vâkıa, ruhunda hakikatin aydınlığına ermiş birisinin kolay kolay yol ve yön değiştireceği de düşünülmez ya..!

Sabah-akşam durmadan mihrap değiştirenlere gelince bunlar, hakikatı bulamamış bir kısım talihsizler veya onun kıymetini kavrayamamış idraksizlerdir.

Gönüllerini hakikat ummanına sahil yapmış bahtiyarlar, doyma bilmeyen bir arzu ve iştiyakla, o deryadan gelen dalgaları bağırlarında eritir ve "Daha var mı?" diye ün ederler. Bunlar, aramayı bitirmiş, mihrabını bulmuş ve ruhta oturaklaşmış kimselerdir.

Devamlı dalgalanıp duranlara gelince; onlar, ya arama usûlünü bilmeyen bir düzine görgüsüz, ya da arama ile bulmayı birbirine karıştıran muhakemesizlerdir. Sadece arayanlar bulur; bulanlar, yerinde kalır; bulduğunu zanneden sergerdanlar ise, bütün hayat boyu hep aynı yerde döner dururlar.

Yerinde durup mevziini koruma, düşmanını altetme ve hedefe varmanın en birinci vesilesidir. Cepheyi terkedip ayrılanlar ise, yerlerinden ayrıldıkları andan itibaren kaybetme yoluna girmiş sayılırlar.

Her cephe firarîsi, evvelâ kendi vicdanında, sonra tarih ve gelecek nesiller karşısında kendini mahkum etmiş, dolayısıyla da maksadının aksiyle tokat yemiş sayılır. Her yüce dâvâda, yerinde sebat edip cepheyi koruma, bir yiğitlik nişânesidir.

Esintilere göre yüzüp-gezen nefsin âzat kabul etmez kulları, bunu anlamasalar, anlamak istemeseler de, insan olan insan, hakikati bir kere anlayıp idrak ettikten sonra, menfaatler onun ayağına zincir vuramaz; korku, yolunu kesip onu engelleyemez; şehvet, onun önünü alamaz. O, havada uçar gibi aşar gider bunların hepsini.

Bir hizmette, durmadan düşünce ve yer değiştirenler, kendilerine karşı itimat ve güven duygusunu sarstıkları gibi, dâvâ arkadaşları adına da hep ümit kırıcı olmuşlardır. Nasıl ki, aşk u şevk içinde yürüyen bir cemaatten bir şahsın kayıp sıradan çıkması, birliğin hareket ritmini bozarak onda karışıklığa sebebiyet verir, öyle de, birbirine kenetlenmiş bir mefkûre kadrosundan bazılarının kopup gitmesi, dostları sarsıntı, bedbînlik ve inkisara, düşmanları da sevince gark eder.

Sık sık ahd ü peymânını bozarak kararsızlığa düşenler, gün gelir, kendilerine karşı da güven hissini kaybederek, yavaş yavaş başkalarının tesirine girerler. Zamanla bütün bütün şahsiyetlerini de yitiren bu meflûç ruhlar, artık hem kendilerine, hem de içinde bulundukları cemiyete zararlı birer unsur hâline gelirler.

Bugün bir kısım küçük hesaplar altında kalıp ezilenler ve makam, mansıp, şöhret, şehvet gibi şeylere takılıp kalanlar, menfaatlerin gökkuşağı gibi ufkumuzu saracağı, korku ve endişelerin iradelerimize kement salacağı günlerde bilmem ki ne yapacaklar..?

Beşer tarihi, kalelerin, şehirlerin, binlerce levent ve serdengeçtinin kan-ter içinde mücadelesi ile elde edildiğini, çok defa da, bir hâin ve bir nâmerdin kalleşçe davranışlarıyla ebediyen kaybedildiğini gösteren vak'alarla doludur. Bunların sadece bir millete âit olanı bile, kâmuslara sığmayacak kadar çoktur...

Ah, katil şöhret, imansız şehvet, nâmert tamahkârlık!.. Nice ruhlar, semtinize bir kere uğramakla sararıp soldu. Nice gönüller, sizin ikliminizde hazan vurmuş gibi yaprak yaprak dökülüp gitti. Ve nice servi kâmetler, sizin şûh kahkahanızla mâbetten ayrılıp, meyhâneye düştü.

Evet, atmosferinize uğrayan yiğitler kılıbıklaştı, sünepeleşti; civanlar da civarınızda pîr olup gitti!..

Sızıntı, Ocak 1984, Cilt 5, Sayı 60

kaynak: http://tr.fgulen.com/content/view/897/3/
 
Üst