Nasıl olacak...

gulcakmak

Yeni Üye
Selamün aleyküm,değerli kardeşlerim...
Benim için mühim bir sorunumu paylaşmak,fikir almak isterim çünkü ikiye bölünmüş durumdayım...
Çalışmak zorundayım..Ama yaştan dolayı artık kolay iş bulamıyorum..Şimdi herkez ve her şey şekilci olmuş..Öyleki başı açık çalışabilme fırsatı olduğu halde başını açtırıyorlar,üstelik özel sektör üstelik inançlı kurum sahipleri tarafından..
Benim sıksıntımsa daha büyük..İlla kendine bakmak zorundayım,iyi giyinmeliyim ve bakımlı olmalıyım o iş yerinin vitriniyim...Bakımlı olmalıyım..
Ancak namaz kılmak için ojeleri çıkarmalıyım,biliyorum,onaylıyorum,inanıyorum doğrusu bu!
Ama her defasında namaz kılmak için ojeleri çıkarmak zor oluyor..çıkarsamda tekrar tekrar sürmek zorundayım..Ben ne yapacaagım..içim acıyo..yaşadığım şartlardan nefret ediyorum..Ben bu bedende acı çekiyorum..Yaşamak istediğim hayat bu değil..Ama bu görüntüyle çalışabiliyorum..
Ben ne yapmalıyım..ojeyle abdestsiz olduğumu ve abdestsiz namaz kılınmayacağınıda biliyorum..Ne yapacağım ben..:030::006:
 

ziyakarababa

Well-known member
yaşadığım şartlardan nefret ediyorum..Ben bu bedende acı çekiyorum
isyan etmeyiniz inşallah
inşallah her zamanda her durum için bir cıkar yol vardır
sabır edelim
rabbim yar ve yardımcınız olsun
 

gulcakmak

Yeni Üye
Allah razı olsun hepinizden...Ancak ümitsizliğe düşmemek imkansız gibi..İşe alırken kapalı aldıkları insanların başını açtırıyorlar...Hemen yanı başımda..Bir çıkar yol bulamadım..Bu konuda yardım istiyorum hepinizden..benim durumuma uayan bir yol varsa bana bir çıkar yol gösterirseniz duacınız olurum..Allaha emanet olun
 

ebrar172

Well-known member
tarih:şu an
yer:dünya

35 yaşında bir adam çalışan iki çocuğu olan genç bir adam
birdenbire ortaya çıkan bir baş ağrısıyla doktora gitti , herkes migren yada onun gibi birşey çıkacağını düşünürken doktor beyninde bir tümör olduğunu söyledi ve acilen fakülte hastanesine sevk etti..

evet hastaydı ama elbet bu hastalığın bir çaresi yada ameliyatı olmalıydı çünkü zaman bilim ve teknik zamanıydı.fakülte hastanesinde yapılan ilk testlerin ardından doktorların söylediği şey ameliyat olamayacağı çünkü tümörün en hassas noktada olduğuydu.ümitsizce ilaçla küçültme yöntemine başvuruldu.ilaçlar tümörü küçültmedi ve gün be gün adam değişmeye başladı.sol tarafı artık tutmuyordu , anlık hafıza kayıpları başladı her gece hastaneye gidiliyor ve rahatlatıcı bir sürü iğneden sonra eve dönülüyordu...

adamın bilinci yerindeydi ve herşeyin farkındaydı, doktoru son ziyaretlerinde artık yapılabilecek hiçbirşey olmadığını söyledi yüzlerine.eşinin psikolijisi tamamen bozuldu davranışları değişti , normalde yapmayacağı şeyleri yapıyor ve fevri davranışlarla hem adamı hem çocukları incitiyordu.Adam çaresiz ölümü beklerken eşinin bu durumuyla mücadele ediyordu bir de! iki çocuk babalarının neden böyle olduğunu annelerinin neden bu denli değiştiğini anlayamasalarda biliyorlardı kötü birşeyler olduğunu.

ve şimdi o adam evinde ölümü bekliyor, her sabah uyandığında her gece uykusuz kalıp yine kendinden geçene kadar...aynı soru beyninde ne zaman!

bu bir hikaye değil ve "derdim" var diyen herkese ithaf olunmuştur!!


 

Huseyni

Müdavim
Anlamadığınız kelimelerin üzerine çift tıklayarak anlamlarını öğrenebilirsiniz. Allah işinizi ras getirsin. Hakkınızda hayırlısı olsun, amin.


DÖRDÜNCÜ İKAZ


Ey sersem nefsim!

Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir?
Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor?
Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır; ve fütursuz çalışırsın.

Acaba
bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gınâ;
ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya;
ve herhalde mahkemen olan mahşerde sened ve berat;
ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat köprüsünde nur ve burâk olacak bir namaz neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?

Bir adam sana yüz liralık bir hediye va’d etse, yüz gün seni çalıştırır.

Hulfü’l-va’d edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin.
Acaba hulfü’l-va’d hakkında muhal olan bir Zât,
Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va’d etse,
pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse;
sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle
Onu va’dinde itham ve hediyesini istihfaf etsen,
pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun?


Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde,
Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?



BEŞİNCİ İKAZ


Ey dünyaperest nefsim!
Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgıl-i dünyeviyenin kesretinden midir
veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır?
Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?


Sen istidat cihetiyle bütün hayvânâtın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedarikte iktidar cihetiyle bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun.
Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil,
belki hakikî bir insan gibi hakikî bir hayat-ı daime için sa’y etmektir?


Bununla beraber, meşâgıl-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyâni meşgalelerdir.
En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmatla vakit geçiriyorsun.
Meselâ “Zuhal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle, kıymettar vaktini geçiriyorsun.
Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun!


Eğer desen, “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.”Öyle ise, ben de sana derim ki:

Eğer yüz kuruş bir gündelikle çalışsan, sonra biri gelse, dese ki: “Gel, on dakika kadar şurayı kaz; yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.


Aynen onun gibi, sen şu bağında nafakan için işliyorsun.
Eğer farz namazı terk etsen,
bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır.
Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen, o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki maden-i mânevî bulursun.


Birinci maden:
Bütün bağındaki (HAŞİYE) yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyetle, bir hisse alıyorsun.

İkinci maden:
Hem bu bağdan çıkan mahsulâttan kim yese-hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şartla ki, sen Rezzâk-ı Hakikî namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan...

İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder. Ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder. Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım,” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti niçin çekeceğim?” diyecek, kendini tembelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ kabrime daha ziyade ışık göndereceğim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.”


Elhasıl
: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil; lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.

Tamamı için tıklayın.

Sorularla Risale | Ana Sayfa
 

GÖNÜLSIZIM

Well-known member
allah yardımcınız olsun..
hüseyin abi sizdende allah razı olsun gulcakmak sorusuna gayet net ve açık bir cevap oldu galiba...

Tefsirlerde meşhur olduğu üzere Et-Talâk sûresi ikinci ayetinin nuzül sebebinde şöyle bir hadis rivayet olunuyor:
Mâlik oğlu Avf isminde bir sahabî Hazreti Rasûl'e gelip fakirlik ve ihtiyarlığından şikayet etti:
“Ya Rasûlallah aleyhissalâtu vesselam, benim oğlum Sâlim, müşriklerce esir alındı. Malûm ben ihtiyarım, fakirim; annesi de kısır olmuştur; bana ne emir buyurursunuz?“ diye sordu.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem onun şikayetini dinledikten sonra, isteğine
muvafık değil, üslûb-u hakîm kabilinden şöyle buyurmuştur:
“Gerçekte Allah Teâlâ sana ferah yolunu açacaktır. Git oğluna haber gönder; çok lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâ-il-aliyy-il-azîm desin. Siz de..”

Bunun üzerine Avf bin Mâlik ümidli, yorgun, bitkin ehline dönerek hanımına şöyle demiştir: Gel. Rasûullah’a Sâlim’in esaretini çektiğimizin ızdırabını bildirdim; O da bize havkale’yi hediye etti. Oturalım, söyleyelim.
İkisi açlıktan bitkin oldukları halde hizmetçilerine de söylediler; birlikte oturup havkale’ye devam ettiler. ...
Sâlim, müşrikler tarafından esir edilmiş; develerin kayıdlarıyla kelepçelenmiş olduğu bir halde ana ve babasının havkale zikrinin bereketi kendisine yetişiyor; iüler açılıyor; Sâlim kalkıyor, yakınında bir deve buluyor, deveye biniyor, yola koyuluyor.. Sâlim demiştir ki: “Bir koyun sürüsüne, (bazı rivayetlerde: deve sürüsüne) rastladım. Vallâhi ben onları çağırmak için seslenince peşimden koştular.“ ..
Sabaha doğru babasının kapısını çalıyor. Anası, babası ve hizmetçileri birbirlerine: “Ka’be’nin Rabb’ine andolsun, Sâlim’in sesidir” diyerek kapıya koşuşuyorlar. Ne baksınlar, Sâlim ve bir sürü deve veya koyun.. Nedir bunlar soruyorlar. “Bilmiyorum, ipler çözüldü, deveye bindim; yolda gelirken bunlara rastladım; çobanlar uyuyorlardı; seslendim; hepsi peşimde geldim.“ .. Avf bin Mâlik: Hayır hayır, bu bize helal değildir. Rasûlullah’a gidelim de ondan soralım; bize helal ise alalım; şimdi dokunmayalım.“
Birlikte Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gelince, namazında:

وَمَن يَتَّقِ ٱللَّهَ يَجۡعَل لَّهُ ۥ مَخۡرَجً۬ا (٢) وَيَرۡزُقۡهُ مِنۡ حَيۡثُ لَا يَحۡتَسِبُ*ۚ وَمَن يَتَوَكَّلۡ عَلَى ٱللَّهِ فَهُوَ حَسۡبُهُ ۥۤ*ۚ إِنَّ ٱللَّهَ بَـٰلِغُ أَمۡرِهِۦ*ۚ قَدۡ جَعَلَ ٱللَّهُ لِكُلِّ شَىۡءٍ۬ قَدۡرً۬ا (٣)


"...Kim Allah’tan korkarsa, Allah da ona bir çıkış yolu ihsan eder. Onu hatır ve hayaline gelmeyecek bir cihetten de rızıklandırır. Kim Allah’a dayanarak tevekkül ederse, O da kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine gitirendir. Allah her şey için muayyen bir vakit koymuştur.“ [Et-Talâk/2-3] mealindeki ayetleri okuduğunu işitmişler.
Namazdan sonra, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e Avf bin Mâlik ve Sâlim birlikte, düşmanların sürüsünün getirilmesini ve olayı arzetmişlet; bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
“Sen onları istediğin gibi yap; malına yaptığın gibi.“ buyurmuştur.
İbnu Ebî Hâtem de bu hadîsi tahric etmiştir.

Şu halde sebepsiz rızkın gelişine imkanlar vardır. Ve fakat biz asrı saadette yaşayanlar gibi değiliz; bizde zaafiyet vardır; takva ve tevekküö derecesi bizde zayıflamıştır…
Halk dilinde “Allah bacadan rızkı gönderir mi?“ sorusu yanlıştır. Evet Allah Teâlâ rızkı, kisbî ve tevekkül olmak üzere iki sûrette sevk eder. Aslında rızk insanın peşine, insan ecelin peşine koşar. Bazan sebeb perdesi arkasında rızk gizlenir.. Bu soruyu sorana diyebiliriz: Ağız ve burnunun pencerelerinden gelen rızkın bacadan geldiğini görmez misin?. Eğer bu rızk kesilirse, huniyle midene baklava indirsen sana fayda verir mi?..

Ebû Nuaym, Tabarânî, Deylemî, Dârakutnî, Kuzzâî’nin tahric ettikleri Ebî Derdâ’dan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kulun rızkı, ecelinden daha fazla onu taleb eder.“

Tirmizî’nin tahric ettiği bir hadiste, Enes radıyallâhu anh şöyle demiştir:
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in zamanında, biri çalışkan, diğeri Peygamber’in sohbetine devam eden iki kardeş vardı. Çalışan kardeş, kendisine yedirdiği kardeşini Peygamber’e şikayet etmişti. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şikayetçiye şöyle buyurdu:
“Umulur ki sen, onun sebebiyle rızklanıyorsun.“ Binaenaleyh, aile içerisinde çalışan bir kimse, ilim tahsilinden yahud başka bir sebebden çalışmayan ferdlerin başına kakmamalıdır. Çünkü kimin kimin sebebiyle yani duasıyla rızkını aldığı belli değildir. Bazan olur ki Allah Teâlâ birisinin rızkını, diğerinin çalışmasına bağlar.

Mü’min rızkının Allah’tan geldiğine inanmadığı müddetçe imanı sahih olmaz. Bazı ekâbir demişlerdir ki: Bu kapıda şeytan insana çok saldırır. Onun saldırısına uğradığında şunu söyle:
“İnnallâhe rezzâkun z’ul kuvveti’l metîni ve lâ kuvvete illâ billâhi’l aliyyi’l-azîm”
Bu zikir şeytanın o vesvesesini keser İnşâallah.
Evet rızkda da, azami tedbir almakla Allah Teâlâ’nın takdîrine teslim olmak mecburiyetindeyiz.

İmam Ahmed, Neseî, İbnu Mâce ve Hâkim’in tahric ettikleri Hazreti Ömer radıyallâhu anh’tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Siz gerçek olarak Allah’a dayanarak tevekkül etseydiniz, Allah da kuşu rızıklandırdığı gibi sizi rızıklandıracaktı. Sabah aç olduğu halde gider, akşam tok olduğu halde döner.“
Hadîs-i şerîfte kuşun zikredilmesinde çok büyük hikmetler vardır.
Kuş hilesiz rızkını taleb eder.
Hafız Zebîdî İhyâ’nın şerhinde diyor ki: “Bir insan kalben ve rûhen Allah Teâlâ’dan başka bir fâil olmadığına, rızk ve rızkın sebebinin de Allah Teâlâ’dan olduğuna cidden inandığı halde, şeriatin emrine uygun talebde bulunursa, ummadığı yerlerde Cenâb-i Hakk Teâlâ kendisine rızk kapılarını açar.“

Tabarânî, İbnu Ebî Dünyâ, Beyhakî ve Hakîm Tirmizi’nin tahric ettikleri bi haberde şöyle buyrulmuştur:
“Kim sebebden kesilip Allah’a sığınırsa, Allah Teâlâ onun meşakkatine kâfidir. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim de Allah’tan ayrılıp dünyaya dayanırsa, Allah onu ona teslim eder.”
Ebû Hâtem bu hadîs-i şerîf üzerine konuşmuşsa da, hadis hasendir. Bazıları isnad cihetiyle zayıf görmüşler; amma mana olarak bir gerçektir.

Müslim’in de tahric ettiği Ebî Hureyre radıyallâhu anh’tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kuvvetli mü’min, Allah’a zayıf mü’minden daha hayırlı, daha makbuldür. Ama her birinde hayr vardır. Sana fayda veren şeye çok gayret göster. Allah’tan yardım dile ve âciz olma. (Azami tedbirin aleyhinde gelerek) Başına bir şey gelirse: ‘Şöyle yapsaydım, şöyle olurdu.’ deme. Lakin: ‘Allah’ın kaderi; O ne dilerse yapar.’ de. Çünkü muhakkak “eğer“ (kelimesi) şeytanın amelini açar.“

alıntı....
 

Eddaî2

Well-known member
Bu soruya da Mesnevi-i Nuriye'den güzel bi cevap.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklı başında olan insan,

ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz.


Zira dünya durmuyor, gidiyor.

İnsan da beraber gidiyor.

Sen de yolcusun.

Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir.

Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış.

Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır.

Maahaza, ebedî ömrün önündedir.


O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır.

Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok.

Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!
 
Üst