ne zaman,
hasretin vuslatına erişse yaralı yüreğimiz,
ne zaman kesişse yolu kalemimizle kara sevdamızın,
sarı, kirli, kırışık defterler yapraklarına,
hep gitmeleri yazarız
ne zaman,
bir fırça tutuştursa elimize kader ve
hadi anlat kendini dese o alaylı tebessümünü yerleştirip dudaklarına,
kazara üç beş tane de rengini derlesek günümüzle hayatın,
hep gitmelerin o mahzun, o mazlum resmini çizeriz tuvalimize
ne zaman,
dalıp gitsek yaşamak dediğimiz be engin denizin gizemli ufuklarına,
ne zaman kulak vermeye kalksak notaların o ilahi yansımalarına,
bir hüzünlü melodi çıkar gelir ruhumuzun bilinmezliklerinden,
yakılır kalır dudaklarımıza,
gitmeleri söyler, gitmeleri fısıldar kulağımıza mütemadiyen usulca
ne zaman,
yangınları alevlense kalbimizin,
göz yaşlarımızla söndüremeyiz de,
bir uzak diyarda, bir uzak zamanda kovalarız onu söndürecek bahar yağmurlarını
ne zaman,
aşinası olduğumuz acı, başını kaldırsa derin uykusundan yüreğimizde,
hep yol çeker gözümüz, alıp başını gidesi gelir duygularımızın, bunca yaşanmışlığımızla
sırrını çözmeye muvaffak olamadığımız bir meçhul istikametinde
ne zaman,
yaşlar birikse gözlerimize, yağmur toplayan bahar bulutları misali,
ne zaman doyasıya ağlasak hazan yağmurları mahcubiyetinde,
alıp başımızı,
öylesine uzaklara gidesimiz gelir, Eylül hüzünlerinde yola koyulmuş göçmen kuşlar misali
Doldurup dertleri, çileleri, özlemleri, acıları velhasıl tüm ağlamaları bir küçük valize,
Tutup elinden sıkıca, bir küçük, bir mazlum, bir üzgün, bir öksüz kız çocuğu gibi ümidin,
Çekip gitmek gelir içimizden, içimizdeki masum kendimize
Acılarımızı,
çaresizliklerimizi,
ümitsizliklerimizi,
ve yaşanmamışlıklarımızı dökerek her adımda ardımıza ceplerimizden,
öylesine gitmek isteriz işte
hasretin vuslatına erişse yaralı yüreğimiz,
ne zaman kesişse yolu kalemimizle kara sevdamızın,
sarı, kirli, kırışık defterler yapraklarına,
hep gitmeleri yazarız
ne zaman,
bir fırça tutuştursa elimize kader ve
hadi anlat kendini dese o alaylı tebessümünü yerleştirip dudaklarına,
kazara üç beş tane de rengini derlesek günümüzle hayatın,
hep gitmelerin o mahzun, o mazlum resmini çizeriz tuvalimize
ne zaman,
dalıp gitsek yaşamak dediğimiz be engin denizin gizemli ufuklarına,
ne zaman kulak vermeye kalksak notaların o ilahi yansımalarına,
bir hüzünlü melodi çıkar gelir ruhumuzun bilinmezliklerinden,
yakılır kalır dudaklarımıza,
gitmeleri söyler, gitmeleri fısıldar kulağımıza mütemadiyen usulca
ne zaman,
yangınları alevlense kalbimizin,
göz yaşlarımızla söndüremeyiz de,
bir uzak diyarda, bir uzak zamanda kovalarız onu söndürecek bahar yağmurlarını
ne zaman,
aşinası olduğumuz acı, başını kaldırsa derin uykusundan yüreğimizde,
hep yol çeker gözümüz, alıp başını gidesi gelir duygularımızın, bunca yaşanmışlığımızla
sırrını çözmeye muvaffak olamadığımız bir meçhul istikametinde
ne zaman,
yaşlar birikse gözlerimize, yağmur toplayan bahar bulutları misali,
ne zaman doyasıya ağlasak hazan yağmurları mahcubiyetinde,
alıp başımızı,
öylesine uzaklara gidesimiz gelir, Eylül hüzünlerinde yola koyulmuş göçmen kuşlar misali
Doldurup dertleri, çileleri, özlemleri, acıları velhasıl tüm ağlamaları bir küçük valize,
Tutup elinden sıkıca, bir küçük, bir mazlum, bir üzgün, bir öksüz kız çocuğu gibi ümidin,
Çekip gitmek gelir içimizden, içimizdeki masum kendimize
Acılarımızı,
çaresizliklerimizi,
ümitsizliklerimizi,
ve yaşanmamışlıklarımızı dökerek her adımda ardımıza ceplerimizden,
öylesine gitmek isteriz işte
alıntı
hasretin vuslatına erişse yaralı yüreğimiz,
ne zaman kesişse yolu kalemimizle kara sevdamızın,
sarı, kirli, kırışık defterler yapraklarına,
hep gitmeleri yazarız
ne zaman,
bir fırça tutuştursa elimize kader ve
hadi anlat kendini dese o alaylı tebessümünü yerleştirip dudaklarına,
kazara üç beş tane de rengini derlesek günümüzle hayatın,
hep gitmelerin o mahzun, o mazlum resmini çizeriz tuvalimize
ne zaman,
dalıp gitsek yaşamak dediğimiz be engin denizin gizemli ufuklarına,
ne zaman kulak vermeye kalksak notaların o ilahi yansımalarına,
bir hüzünlü melodi çıkar gelir ruhumuzun bilinmezliklerinden,
yakılır kalır dudaklarımıza,
gitmeleri söyler, gitmeleri fısıldar kulağımıza mütemadiyen usulca
ne zaman,
yangınları alevlense kalbimizin,
göz yaşlarımızla söndüremeyiz de,
bir uzak diyarda, bir uzak zamanda kovalarız onu söndürecek bahar yağmurlarını
ne zaman,
aşinası olduğumuz acı, başını kaldırsa derin uykusundan yüreğimizde,
hep yol çeker gözümüz, alıp başını gidesi gelir duygularımızın, bunca yaşanmışlığımızla
sırrını çözmeye muvaffak olamadığımız bir meçhul istikametinde
ne zaman,
yaşlar birikse gözlerimize, yağmur toplayan bahar bulutları misali,
ne zaman doyasıya ağlasak hazan yağmurları mahcubiyetinde,
alıp başımızı,
öylesine uzaklara gidesimiz gelir, Eylül hüzünlerinde yola koyulmuş göçmen kuşlar misali
Doldurup dertleri, çileleri, özlemleri, acıları velhasıl tüm ağlamaları bir küçük valize,
Tutup elinden sıkıca, bir küçük, bir mazlum, bir üzgün, bir öksüz kız çocuğu gibi ümidin,
Çekip gitmek gelir içimizden, içimizdeki masum kendimize
Acılarımızı,
çaresizliklerimizi,
ümitsizliklerimizi,
ve yaşanmamışlıklarımızı dökerek her adımda ardımıza ceplerimizden,
öylesine gitmek isteriz işte
hasretin vuslatına erişse yaralı yüreğimiz,
ne zaman kesişse yolu kalemimizle kara sevdamızın,
sarı, kirli, kırışık defterler yapraklarına,
hep gitmeleri yazarız
ne zaman,
bir fırça tutuştursa elimize kader ve
hadi anlat kendini dese o alaylı tebessümünü yerleştirip dudaklarına,
kazara üç beş tane de rengini derlesek günümüzle hayatın,
hep gitmelerin o mahzun, o mazlum resmini çizeriz tuvalimize
ne zaman,
dalıp gitsek yaşamak dediğimiz be engin denizin gizemli ufuklarına,
ne zaman kulak vermeye kalksak notaların o ilahi yansımalarına,
bir hüzünlü melodi çıkar gelir ruhumuzun bilinmezliklerinden,
yakılır kalır dudaklarımıza,
gitmeleri söyler, gitmeleri fısıldar kulağımıza mütemadiyen usulca
ne zaman,
yangınları alevlense kalbimizin,
göz yaşlarımızla söndüremeyiz de,
bir uzak diyarda, bir uzak zamanda kovalarız onu söndürecek bahar yağmurlarını
ne zaman,
aşinası olduğumuz acı, başını kaldırsa derin uykusundan yüreğimizde,
hep yol çeker gözümüz, alıp başını gidesi gelir duygularımızın, bunca yaşanmışlığımızla
sırrını çözmeye muvaffak olamadığımız bir meçhul istikametinde
ne zaman,
yaşlar birikse gözlerimize, yağmur toplayan bahar bulutları misali,
ne zaman doyasıya ağlasak hazan yağmurları mahcubiyetinde,
alıp başımızı,
öylesine uzaklara gidesimiz gelir, Eylül hüzünlerinde yola koyulmuş göçmen kuşlar misali
Doldurup dertleri, çileleri, özlemleri, acıları velhasıl tüm ağlamaları bir küçük valize,
Tutup elinden sıkıca, bir küçük, bir mazlum, bir üzgün, bir öksüz kız çocuğu gibi ümidin,
Çekip gitmek gelir içimizden, içimizdeki masum kendimize
Acılarımızı,
çaresizliklerimizi,
ümitsizliklerimizi,
ve yaşanmamışlıklarımızı dökerek her adımda ardımıza ceplerimizden,
öylesine gitmek isteriz işte
alıntı