"Nimetin şükrü nimet nev'indendir,.." cümlesini izah eder misiniz?

müdavim

Üye Sorumlusu
"Nimetin şükrü nimet nev'indendir,.." cümlesini izah eder misiniz?

Değerli Kardeşimiz;
Nimetin nimet olduğunun farkına varıp, onun şükrünü eda etmek, insana verilmiş ikinci bir nimettir, denilebilir. Yani şükrü hidayet kapsamında düşünecek olursak, nimetin kendisinden daha ziyade ehemmiyetli bir nimet denilebilir. Zira Allah bütün nimetleri, nimeti verene takdir ve şükür için veriyor.

Şayet insan bu nimetlere şükretmez ise, nankörlük etmiş olur. Öyle ise insanın nimetlere şükretmesi nankörlükten kurtulmak noktasından bir nimet şekli ve türüdür, denilebilir ki bu da bir nevi nimet türüdür.

Nimet içinde olup da nimete şükretmeyen birisi, nimetin en önemli türü olan şükrü terk etmiş oluyor. Nimet içinde olan birisi nimetin şükrünü eda ediyor ise, ikinci büyük bir nimetin içinde demektir.

Mesela, hidayete mazhar olmuş birisi, hidayetin o aziz nimet cihetini fark edip hidayete şükrederse, ikinci bir nimete de kavuşmuş oluyor. O hidayeti bir başkasına tebliğ ederse, üçüncü bir nimete daha kavuşmuş demektir. Hidayet içinde olduğu halde hidayetin kıymetini takdir etmemek, bir nimet türünü idrak etmemek demektir, şeklinde anlayabiliriz.


Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editör
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de, şekvâ musibeti ziyadeleştirir.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE

Yirmi Birinci Sözün Birinci Makamında beyan edildiği gibi, Cenâb-ı Hakkın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp, halihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar. Adeta (hâşâ) Cenâb-ı Hakkı insanlara şekvâ eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekvâ edip sabırsızlık gösterir.

Çünkü, geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevâlindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekvâ değil, belki mütelezzizâne şükretmek lâzım gelir. Onlara küsmek değil, bilâkis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mesut bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehimle düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir.

Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır. "Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım" diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de, gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selb ediyor. Elhasıl, nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de, şekvâ musibeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakati selb eder.

Birinci Harb-i Umumînin birinci senesinde, Erzurum'da mübarek bir zat müthiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim. Bana dedi:

"Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım" diye acı bir şikâyet etti.

Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim:

"Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün, şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekvâ etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; Rabbin olan Rahmânü'r-Rahîmin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücut rengi verme. Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman ednâ bir kuvvetle merkezi harap eder."

Dedim: "Kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfât-ı uhreviyeyi ve fâni ve kısa ömrünü uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekvâ yerinde ferahlı bir şükret."

O da tamamıyla bir ferah alarak, "Elhamdülillâh," dedi, "hastalığım ondan bire indi."


Lügatçe;
tevehhüm: Zannetme, evhamlanma, yok olanı var zannetmekle ümitsizliğe ve korkuya düşme--mazi ve müstakbel: Geçmiş ve gelecek--âlâm: Elemler, acılar--adem: yokluk--müteellim: Acı çeken, elemli ve kederli olan--belâhet: Ahmaklık, düşüncesizlik, ne yaptığını iyi bilememek.
 
Üst