Nimetten,İn'amdan Mün'im'e

Sergerdan

Well-known member
Nimetin devamlılıgına olan itikad

Ve keza, dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:

Bir cihette, o nimetlerin bir Mün'im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in'am edene döner, Onu düşünür. Mün'imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.

İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganimet telâkki ederek minnetsiz yer.

Halbuki, birinci cihette lezzet, zevalle zâil olsa bile ruhu bâkidir. Çünkü Mün'imi düşünür. Mün'im ise merhametlidir. "Daima bu nimetleri bana verir" diye ümitvâr olur. İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın. Ruhu da söner, ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise, zevâlinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevâlinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.

Arkadaş! Dünya ve âhiretteki lezzet ve nimetlere, imanla bakılırsa, bunlarda bir hareket-i devriye görülür ki, emsaller birbirini takip eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat-ı cüz'iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki, lezaiz-i imaniye, firak ve iftirakla müteessir ve mükedder olmuyor.

Fakat ikinci cihette, herbir lezzetin zevâli var. Ve o zeval, hadd-i zatında elem olduğu gibi, düşünmesi de elemdir. Çünkü bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet, ebedî bir ölümle mahkûm olur.
 

Sergerdan

Well-known member

Şahsa gelen nimetlerde kast yok zannı hatadır


Umumi olan bir in'am ile inayet-i şahsiye arasında münafat yok.
Mesela, bir ziyafete yapılan umumi bir davet altında şahıslar da davet edilmiş olur. Yani, bu ziyafet umumi olduğundan davet umumiyette kalır; şahıslar nazara alınmıyor, denilemez. Binaenaleyh, Allah'ın nimetleri vakıf malı veya nehir suyu gibi umumi olup, in'amında şahıslar kast edilmemiş değildir. Ancak o umumiyette hususiyet de maksuddur.

Binaenaleyh, eşhas o umumi in'amda kast edilmediklerinden, o nimetlere karşı şükretmeye mükellef olmadıklarına zehab etmek hatadır.
 

Sergerdan

Well-known member
Şahsi nimetten ziyade umumi olanı görmek evladır

İ'lem eyyühe'l-aziz! Sem', basar, hava, su gibi umumi nimetler daha ehemmiyetli, daha kıymetli olduklarına nazaran, hususi, şahsi nimetlerden kat kat fazla şükre istihkak ve liyakatleri vardır. Binaenaleyh, o gibi umumi nimetlere karşı nankörlük edip şükran etmemek, en büyük küfran-ı nimet sayılır.
Hal bu merkezde iken, bazı insanlar şahıslarına ait hususi nimetlere karşı Allah'a şükrederlerse de, şu umumi nimetler onlara şümulü yokmuş gibi, fikirlerine bile gelmiyor. Halbuki, en büyük nimet, amm ve daimi olan nimetlerdir. Umumiyet kemal-i ehemmiyete delil olduğu gibi, devam da ulviyet ve kıymete delalet eder.
 

Sergerdan

Well-known member
Nimetlerin bazı şeraitle beraber gelmesi insanı şaşırtmamalı,
esbabda nimette Allah'tandır.


İ'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ı Hakkın insana verdiği nimetler, ister âfâkî olsun, ister enfüsî olsun, bazı şerait altında insana gelip vusul buluyor. Meselâ, ziya, hava, gıda, savt ve sadâ gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi, ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah'ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır.

Binaenaleyh, o nimetleri yolda bulmuş gibi sahipsiz, hesapsız olduğunu zannetmesin. Ancak Mün'im-i Hakikînin kastıyla gelir, insan da ihtiyariyle alır. Sonra ihtiyaca göre in'am edenin iradesiyle bedeninde intişar eder.
 

Sergerdan

Well-known member
Bir nimetin umumî ve herkese şâmil olması, kıymetinin azlığına ve ehemmiyetsizliğine delâlet etmez. Ve o nimetin bir kasıt ve iradeden gelmemesine emâre olamaz. Meselâ, göz nimetinin bütün hayvanlarda bulunması, senin göze olan şiddet-i ihtiyacını tahfif etmediği gibi, gözün kıymetini tenkis etmeye de sebep olamaz. Ve keza, hususî ve tek bir nimetin tesadüfü mümkün olsa bile, umumî bir nimet, behemehal bir Mün'imin eser-i kast ve iradesidir.

Nimetin bolluğu,çokluğu gaflete neden olmamalı.İmkanlara,nimetlere dair Sahipsizdir,kendi başınadır düşüncesi sebeblere veya tesadüfe isnad etmekten gelen bir küfür hasletidir.Dil nimet Allah tandır desede bilinçaltının veya insanın kalbinin bir çeşit adem-i kabul olarak nimeti sebeblere ve tesadüfe taksim etmesi muhtemeldir.Çünkü insanın gafleti her vakit mümkündür.Nimete dair zikir,fikir ve şükrün mutemadiyen akla gelmesi imandandır.
 

Sergerdan

Well-known member
Birinci Sözde denildiği gibi, bir padişahın mutfağından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verildiği hâlde, çok kıymettar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'âm edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi;

Cenâb-ı Hak,hadsiz envâ-ı nimetini nev-i beşere zemin yüzünde neşretmiş,ona mukabil,o nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor.

O nimetlerin zâhirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler.

O tablacılara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. Hattâ, müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki, Mün'im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede, o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır.

İşte Ona teşekkür etmek, o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek,
o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve
o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.

Çünkü, sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu,

hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor.

Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor.
 

Sergerdan

Well-known member
Nimetlerin üzerinde görünen lem'ayı tevhidi söndürmemek

Evet, bir meyve,
bir çiçek,
bir ışık gibi küçücük bir ihsan,
bir nimet,
bir rızk,
bir küçük ayna iken,

tevhidin sırrıyla birden bütün emsaline omuz omuza verip ittisal ettiğinden, o nevi büyük aynaya dönüp, o neve mahsus cilvelenen bir çeşit cemâl-i İlâhîyi gösterir.

Ve fâni, muvakkat olan güzellikle,
bâki bir nevi hüsn-ü sermedîyi irâe eder. Ve Mevlânâ Celâleddin'in dediği gibi,


b431.gif
-1-

sırrıyla, bir ayine-i cemâl-i İlâhî olur. Yoksa, eğer tevhid sırrı olmazsa, o cüzî meyve tek başına kalır. Ne o kudsî cemal, ne de o ulvî kemâli gösterir. Ve içindeki cüzî bir lem'a dahi söner, kaybolur. Adeta baş aşağı olup elmastan şişeye döner.
 

Sergerdan

Well-known member
Allah c.c şükrü başka ellere vermek istemez,her çeşit gayrın müdahalesini reddeder.

Hem daire-i mümkinatın ve kesretin en müntehâsında bulunan cüz'iyatta, belki o cüz'iyatın cüz'iyat-ı ahvâlinde ve keyfiyatında makasıd-ı rububiyet temerküz ettiğinden hem de mâbudiyete uzanan ve Mâbuda bakan minnettarlıkların ve teşekküratların ve perestişliklerin menşeleri onlar olduğundan, elbette onları başka ellere vermez ve vermekle hikmetini iptal etmez. Ve hikmetini iptal etmekle ulûhiyetini iskat etmez.

Çünkü mevcudatın icadındaki en mühim makasad-ı Rabbâniye, kendini zîşuurlara tanıttırmak ve sevdirmek ve medh ü senâsını ettirmek ve minnettarlıklarını kendine celb etmektir.

Bu ince sır içindir ki, şükrü ve perestişi ve minnettarlığı ve muhabbeti ve medhi ve ubudiyeti intac eden rızk ve şifa ve bilhassa hidâyet ve İmân gibi daire-i kesretin en âhirindeki cüzî ve küllî bu gibi fiiller ve in'âmlar, doğrudan doğruya Kâinat Hâlıkının ve umum mevcudat Sultanının eseri ve ihsanı ve in'âmı ve hediyesi ve fiili olduğunu göstermek için,

Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan Haşiye tekrar ile rızkı ve hidâyeti ve şifayı Zât-ı Vâcibü'l-Vücuda veriyor.
:036:
Ve onları ihsan etmek Ona mahsus ve Ona münhasırdır, diyor. Ve gayet şiddetle gayrın müdahalesini reddediyor.
 

Sergerdan

Well-known member
Nimetin maddi ve manevi olmak üzere iki türlü lezzeti vardır. Nimetin maddi lezzeti, insanın maddi azalarına hitap eder. Manevi lezzeti ise manevi duygu ve latifelere hitap eder. Nimetin manevi lezzeti ise nimet içindeki nimeti veren eli görmektir. Yani nimetten, nimeti verene intikal etmektir. İşte nimet içinde nimeti vereni görmekte ve ona karşı perestiş etmekte maddi lezzetten daha ziyade bir lezzet vardır.

Mesela, padişah bize bir hediye gönderse, hediyenin kendisinden ziyade, padişahın göndermesi bizi daha çok mutlu eder. Hatta hatıra olsun diye o hediyeyi evimizin baş köşesine asarız ve onu iftiharla gelen dostlarımıza gösteririz. Aynen bunun gibi Allah’ın bütün nimetlerinde de bu mana esastır. Bir elmada maddi lezzetin yanında elmayı ikram ve ihsan eden Allah’ın inam lezzeti de vardır. Zira Allah bizi düşünmüş, bizim ihtiyacımızı görüp, bizi muhatap alarak bize ikram ve ihsanda bulunuyor. Bu onun kullarına bir iltifatı, bir ikramıdır.İşte bu iltifat ve ikram o nimetin maddi lezzetinden daha hoş, daha büyük bir lezzettir. İşte insan bu büyük ve hoş lezzete karşı hamd ve nimet içinde nimeti vereni düşünmek ile mukabele etmesi gerekir. Yani Allah’ın iltifatı şahanesine karşı şükür ve tefekkür ile karşılık vermek insana düşen vazifedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale-i Nur Editör
 
Üst