Müridin biri, gün gelmiş, intisab ettiği şeyhin, gerçekten de “hak bir şeyh” olup olmadığından kuşkuya düşmüş. Uzun bir müddet tereddütler geçirdikten sonra, ‘istihare’ye yatıp şeyhinin hak olup olmadığını (düşünde vâki olacak bir işaret aracılığıyla) anlamak istemiş. Hemen o gece istihareye yatmış. Rüyasında bir de ne görsün, şeyh efendi, cehennemin ortasında, alevler içinde, hem de cayır cayır yanmakta! ”Eyvah!” diye inlemiş; “güya bu şeyh bana cennete gidecek yolu gösterecek idi; göstermek ne kelime bizatihi götürecek idi. Oysa kendisi ateşler içerisinde yanıyor.” En nihayet, “Kendisine yararı olmayanın bana olmaz? En iyisi, yarın yanına gideyim, kendisinden izin isteyip ayrılacağımı söyleyeyim” diye karar almış.
Kararını uygulayıp ertesi gün mahzun bir halde tekkeye gitmiş. Şeyh efendiyi avluda dolaşırken görmüş. Yanına yaklaşınca, şeyh efendi, bakmış, müridin yüzünden düşen bin parça. Hemen anlayıvermiş neler olduğunu… Tebessüm edip “Ne o!” demiş, “yoksa sen de mi o rüyayı gördün?” Mürid, mahçup mahçup, “evet’ mânâsında başını sallayınca, şeyh efendi şöyle buyurmuş: “Evlâdım! Ben de yıllardır düşlerimde kendimi o hâlde görüyorum. Lâkin, bugüne değin yaptıklarımı yapmaya devam etmekten gayrı yapabileceğim hiçbir şey yok!”
Hakikatin bilgisi peşinde geçirdiğim koca bir ömrün ardından geriye dönüp baktığımda, ne zaman ye’se düşecek gibi olsam, bu menkıbede sözü geçen şeyh efendinin dediğiyle temessül etmekten gayrı çıkar bir yol bulamadım kendime. Her yol ayrımında, önümdeki en makul seçenek, hep bana, yaptığımı yapmaya devam etmek olarak göründü: aramak! Evet, sadece aramak… her hâl u kârda, hem de ne pahasına olursa olsun, aramaya devam etmek…
Aramak, aradığımı bulmak anlamına gelmedi hiç. Gün oldu, ne aradığımdan emin olamadım. Gün oldu, doğru yerde arayıp aramadığımdan kuşkuya düştüm. Gün oldu, bulduğumun, bulduklarımın gerçekten de aradığım şey olup olmadığına bir türlü karar veremedim. Yakîn sahibi olmaya çalıştıkça, yakîn’in yakınına geldikçe, yakînim olandan uzaklaştım. Yaklaşan ben oldum; uzaklaşansa o! Kimbilir, belki de o yakınlaştığında, ben onun yanından uzaklaştım da bilemedim.
Hâsılı bazen terkettim, bazen terkolundum. Lâkin hep aradım; inadına aramaya devam ettim. Buldukça, bulduğumu zannettikçe, hep daha ilerisine geçmek için yürümeye devam ettim. Aradıkça, bulacağımı değil, olacağımı düşünüp müteselli olmaktan geri kalmadım. Ne buldum, ne oldum ve fakat bulmaktan da, olmaktan da vazgeçmedim.
Çaresiz, ânı geldi, şu nefîs nefese kulak verdim:
Ey gönül, kendini vezn etmeye kantar ara bul!
Yürü git, kantarına halis olan a’yar ara bul!
Bezm-i elesten beridir kulaklarımda çınlayan dost vasiyetini ciddiye alıp araya araya nice kantar buldum, lâkin bir türlü a’yarını bulamadım. A’yar bulduğumu, a’yarını bulduğumu zannettiğimdeyse, civarda tartılacak bir kantar bulamadım.
Nereden bileyim, nefes’in devamı da varmış,
ben de çaresiz devamına kulak verdim:
Kapatırlar seni bir hâl-i haraba yalınız;
Ol karanlık geceler kendine bir yâr ara bul!
Ol karanlık gecelerde yâri bulmak için, gitmem değil,
gittiğim yerden bir an evvel gelmem gerekiyormuş.
Bilemezdim. Nasıl bileyim? Geldiğim son noktanın, gitmek için yola çıktığım ilk nokta olduğunu görünce, aynı daire içre devran etmek yerine özgürlüğü seçtim. Dairemi tamamlar tamamlamaz, dışına çıktım. Nâ-mütenahi dairelerden müteşekkil koca bir daire içinde daireler çize çize aramaya devam ettim. “Harabîyim, olsun ne çıkar?” deyû hâl-i haraba yalınız başıma kapatılmış olmaktan gocunacağıma yâr uğruna ağyardan yüz çevirmeyi nimet bildim.
Güya “kimi gülistanda gonca gül olur” imiş.
“Kimi gonca güle hâr [diken] olur gider” imiş…
Bense, ne gonca gül oldum, ne de gonca güle hâr;
hâmuşanda bülbüllere yalınız bir hâdim olmayı seçtim.
Oldum ama olduğumdan memnun kalmadım.
Buldum ama bulduğumu kâfi görmedim.
Zamanı gelip ölünce, bildim ki aramak,
araya araya daireler çizmek imiş asıl kemâl.
Ben de çaresiz “arayanlar” arasında
saklanmak suretiyle “olup-olmamayı”,
“bulup-bulmamayı” bir diğerine müsavi addettim.
"Umutrehberi.com dan iktibas edilmiştir"
"Çalmakta olan ilahiyi bulan ve bizi ziyâdesiyle sevindiren
Ali Aydemir'e sonsuz teşekkürlerimizle..."