ABDULLAH4
Forum Yöneticisi
Miskin kulun önünde sadece ölüm dehşetinden başka ne azap ne korku ne üzüntü bulunmasa dahi bu hayatını zehir etmeye kafidir. Sevincini bulandırmaya unutkanlık ve gafletini kendisinden uzaklaştırmaya bu yeter. Bunun hakkında uzun düşünmesi ve büyük bir hazırlık görmesi gerekir. Nitekim hukemadan birisi şöyle demiştir: "Başkasının elinde bulunan bir üzüntüdür ki ne zaman seni kapsayacağını bilmezsin."
Lokman Hekim oğluna şöyle demiştir:
"Ey oğul! Ne zaman karşılaşacağını bilmediğin ölüm ansızın sana gelmeden önce onun için hazırlan!"
Ölüm sekeratındaki elemin şiddetini hakiki olarak ancak tadan bilir. Tatmayan bir kimse ise onu idrak ettiği elemlere kıyas etmekle veya insanların sekerat anında içinde bulundukları şiddetli hallerinden istidlal etmekle ancak bilir.
Ölmek üzere olan bir kimsenin sesi nefesi üzüntü onun kalbine yüklendiği her parçasına ulaştığı bütün kuvvetini yıktığı azaları zayıf düşürdüğü için kesilmiştir. Bu bakımdan bağırma mecali kalmamıştır. Aklı örtüp şaşırtmış, dili konuşamaz duruma getirilmiş, azaları zayıf düşürmüştür. Kişi inlemek bağırmak ve imdat istemekle biraz kendisini rahata kavuşturmak ister. Fakat buna gücü yetmez: Eğer kendisinde bir kuvvet alırsa ruhun çekildiği anda bir horlama gırtlağından, ve göğsünden bir homurtu işitilir. Bu esnada rengi bozulur, ağzına köpük yığılır. Sanki yaratılışının esası olan toprak onda belirmiştir. Onun her damarı çekilir. Bu bakımdan, onun içine ye dışına eleme yayılır. Öyle ki gözleri yuvalarından fırlar, dudakları büzülür, dili çekilir, parmak uçları sararır. Bu bakımdan damarları çekilmiş bir bedenin halini sorma! Eğer çekilen tek damar olsaydı yine de elemi büyük olurdu. Oysa çekilen elem duyan ruhun bizzat kendisidir. O da bu damardan değil, bütün damardan çekilir. Öyleyse nasıl elem duymasın? Sonra tedrici olarak azalar ölür. Önce ayaklar soğur sonra baldırlar, sonra uyluklar!... Her aza için üzüntüden üzüntü, sonra sekerattan sonra sekerat vardır. Can gelip boğaza dayanıncaya kadar, işte o anda kişinin dünyadan ve aile efradından nazarı kesilir. Önündeki tevbe kapısı kapanır. Onu hasret ve pişmanlık kaplar.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Can gelip boğaza dayanmadıkça kulun tevbesi kabul olur! Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca ben şimdi tevbe ettim, diyenlere ve kafir olarak ölenlere tevbe yoktur." (Nisa, 18)
Hz. İsa (a.s.) şöyle demiştir:
"Ey havariler cemaati! Allah'tan benim için ölüm şiddetini kolaylaştırmasını dileyin. Ölümden o derece korktum ki, korkum ölüm üzerinde ölmekten beni durdurdu!"
Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir:
- Hz. Peygamberin ölümünün şiddetini gördükten sonra ölümü kolay geçmiş hiçbir kimsenin haline gıpta etmem.
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Ey Allah'ım! Ruhu damar, kemik ve parmaklar arasından çekip alıyorsun. Ey Allah'ım! Ölüme karşı bana yardım et ve ölümü bana kolaylaştır."
Hz. Peygamberden ölüm ve şiddeti sorulduğunda cevap olarak şöyle demiştir:
"Ölümün en kolayı yün içerisinde bulunan üç köşeli demir diken gibidir. Acaba diken koparıp çıkaracağı yün olmaksızın yünden çıkar mı?"
Hz. Peygamber bir hastayı ziyaret ettikten sonra şöyle dedi:
"Onun ne ile karşılaştığını biliyorum. Ölümün şiddetinden dolayı onun acımayan hiçbir damarı yoktur!"
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kul ölümün üzüntü ve dehşetleriyle pençeleşir. Onun mafsallarının biri diğerine selam vererek şöyle der: Selam senin üzerine olsun! Kıyamet gününe kadar sen benden, ben de senden ayrılıyorum."
İşte bunlar Allah'ın dostları üzerinde görülen ölüm acılarıdır. Acaba bizim gibi günahlara dalmış kimselerin hali ne olacaktır? Ölümün dehşetleriyle beraber diğer felaketler de bize hücum ederler, ölümün felaketleri üç tanedir.
1. felaketi: Şiddetli koma halidir.
2. felaketi: Ölüm meleğinin suretini görüp onun korkusundan kalbe hakim olmasıdır. Ölüm meleğinin günahkâr kulun ruhunu aldığı zamanki şekline en cesaretli insanın bile bakmaya gücü yetmez.
3. felaketi: Asilerin ateşteki yerlerini görmeleri ve görmeden önceki korkularıdır. Çünkü asilerin ölüm esnasında güçleri tükenir. Ruhları teslim olur. İki şeyden birini ayıran ölüm meleğinin narasını dinlemedikçe ruhları çıkmaz. Ya "ey Allah'ın düşmanı! Ateşle müjdelen" veya "ey Allah'ın dostu! Cennetle müjdelen!" der! Akıl sahiplerinin korkusu bundadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden bir kimse varacağı yeri bilmedikçe, cennet veya cehennemdeki yerini görmedikçe ölmez."
Kıyamet ve Ahiret-İmam Gazali
Lokman Hekim oğluna şöyle demiştir:
"Ey oğul! Ne zaman karşılaşacağını bilmediğin ölüm ansızın sana gelmeden önce onun için hazırlan!"
Ölüm sekeratındaki elemin şiddetini hakiki olarak ancak tadan bilir. Tatmayan bir kimse ise onu idrak ettiği elemlere kıyas etmekle veya insanların sekerat anında içinde bulundukları şiddetli hallerinden istidlal etmekle ancak bilir.
Ölmek üzere olan bir kimsenin sesi nefesi üzüntü onun kalbine yüklendiği her parçasına ulaştığı bütün kuvvetini yıktığı azaları zayıf düşürdüğü için kesilmiştir. Bu bakımdan bağırma mecali kalmamıştır. Aklı örtüp şaşırtmış, dili konuşamaz duruma getirilmiş, azaları zayıf düşürmüştür. Kişi inlemek bağırmak ve imdat istemekle biraz kendisini rahata kavuşturmak ister. Fakat buna gücü yetmez: Eğer kendisinde bir kuvvet alırsa ruhun çekildiği anda bir horlama gırtlağından, ve göğsünden bir homurtu işitilir. Bu esnada rengi bozulur, ağzına köpük yığılır. Sanki yaratılışının esası olan toprak onda belirmiştir. Onun her damarı çekilir. Bu bakımdan, onun içine ye dışına eleme yayılır. Öyle ki gözleri yuvalarından fırlar, dudakları büzülür, dili çekilir, parmak uçları sararır. Bu bakımdan damarları çekilmiş bir bedenin halini sorma! Eğer çekilen tek damar olsaydı yine de elemi büyük olurdu. Oysa çekilen elem duyan ruhun bizzat kendisidir. O da bu damardan değil, bütün damardan çekilir. Öyleyse nasıl elem duymasın? Sonra tedrici olarak azalar ölür. Önce ayaklar soğur sonra baldırlar, sonra uyluklar!... Her aza için üzüntüden üzüntü, sonra sekerattan sonra sekerat vardır. Can gelip boğaza dayanıncaya kadar, işte o anda kişinin dünyadan ve aile efradından nazarı kesilir. Önündeki tevbe kapısı kapanır. Onu hasret ve pişmanlık kaplar.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Can gelip boğaza dayanmadıkça kulun tevbesi kabul olur! Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca ben şimdi tevbe ettim, diyenlere ve kafir olarak ölenlere tevbe yoktur." (Nisa, 18)
Hz. İsa (a.s.) şöyle demiştir:
"Ey havariler cemaati! Allah'tan benim için ölüm şiddetini kolaylaştırmasını dileyin. Ölümden o derece korktum ki, korkum ölüm üzerinde ölmekten beni durdurdu!"
Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir:
- Hz. Peygamberin ölümünün şiddetini gördükten sonra ölümü kolay geçmiş hiçbir kimsenin haline gıpta etmem.
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Ey Allah'ım! Ruhu damar, kemik ve parmaklar arasından çekip alıyorsun. Ey Allah'ım! Ölüme karşı bana yardım et ve ölümü bana kolaylaştır."
Hz. Peygamberden ölüm ve şiddeti sorulduğunda cevap olarak şöyle demiştir:
"Ölümün en kolayı yün içerisinde bulunan üç köşeli demir diken gibidir. Acaba diken koparıp çıkaracağı yün olmaksızın yünden çıkar mı?"
Hz. Peygamber bir hastayı ziyaret ettikten sonra şöyle dedi:
"Onun ne ile karşılaştığını biliyorum. Ölümün şiddetinden dolayı onun acımayan hiçbir damarı yoktur!"
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kul ölümün üzüntü ve dehşetleriyle pençeleşir. Onun mafsallarının biri diğerine selam vererek şöyle der: Selam senin üzerine olsun! Kıyamet gününe kadar sen benden, ben de senden ayrılıyorum."
İşte bunlar Allah'ın dostları üzerinde görülen ölüm acılarıdır. Acaba bizim gibi günahlara dalmış kimselerin hali ne olacaktır? Ölümün dehşetleriyle beraber diğer felaketler de bize hücum ederler, ölümün felaketleri üç tanedir.
1. felaketi: Şiddetli koma halidir.
2. felaketi: Ölüm meleğinin suretini görüp onun korkusundan kalbe hakim olmasıdır. Ölüm meleğinin günahkâr kulun ruhunu aldığı zamanki şekline en cesaretli insanın bile bakmaya gücü yetmez.
3. felaketi: Asilerin ateşteki yerlerini görmeleri ve görmeden önceki korkularıdır. Çünkü asilerin ölüm esnasında güçleri tükenir. Ruhları teslim olur. İki şeyden birini ayıran ölüm meleğinin narasını dinlemedikçe ruhları çıkmaz. Ya "ey Allah'ın düşmanı! Ateşle müjdelen" veya "ey Allah'ın dostu! Cennetle müjdelen!" der! Akıl sahiplerinin korkusu bundadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden bir kimse varacağı yeri bilmedikçe, cennet veya cehennemdeki yerini görmedikçe ölmez."
Kıyamet ve Ahiret-İmam Gazali