Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
| Hakk: doğru, gerçek. Cenâb-ı Allah’ın ismi |
Hâlık: herşeyi yaratan Allah | arz: yer, dünya |
azamet: büyüklük, yücelik | bahsetmek: bir konu üzerinde söz söylemek, konuşmak |
beyan: açıklama, izah | beyanat: açıklamalar, izahlar |
cemil: güzel | cumhur: çoğunluk |
delil: kanıt | derece-i fehim: anlayış derecesi |
derece-i i’câz: mu’cizelik derecesi | ecram: gök cisimleri |
ekalliyet: azınlık | ekser: çoğunluk |
ekseriyet: çoğunluk | fehim: anlayış, kavrayış |
fehmetmek: anlamak | felsefî: felsefeyle ilgili, felsefeye ait |
fen: bilim | fenci: bilimle uğraşan |
hafî: gizli | hakikat: asıl, gerçek |
hidayet: doğru ve hak olan yol, İslâmiyet | hikmet: eşyanın faydalarını gösteren ilim |
icab: gerektirme, lüzum | icmal: özet |
ihmal: önemsememe, terk etme | inkâr: reddetme, kabul etmeme |
ipham: gizleme, üstü kapalı bırakma | irşad: doğru yolu gösterme, uyarma |
istidlâl: delil getirme, akıl yürütme | istihdam etmek: çalıştırmak, kullanmak |
istitradî: asıl konunun dışında söz gelişi anlatılan başka bir konu | kasır: eksik, noksan |
katre: damla | kâinat: evren |
maahaza: bununla beraber, bununla birlikte | mahiyet: bir şeyin aslı, öz nitelik, özellik |
mahrum: yoksun | mahrumiyet: yoksun kalma |
malûm: bilinen, belli | mesâil-i kevniye: yaratılışla ilgili meseleler |
mevcudat: var edilenler, varlıklar | mâkûse: ters |
mânâ-yı harfî: harf gibi; birşeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı | mânâ-yı ismî: isim gibi; bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı |
müddeâ: iddia edilen şey | müphem: kapalı |
mürâât: gözetme, koruma | nazara almak: göz önünde bulundurmak |
neş’et etmek: çıkmak, yetişmek | nâzil olmak: inmek |
nükte: ince anlam | süflî: alçak, küçük |
sükûn: hareketsiz durma, sabit olma | sıfât: nitelikler, özellikler |
tebeî: başka birşeye tabi olan, ikinci derecede | udûl: ayrılma, yoldan çıkma, sapma, vazgeçme |
ulvî: yüksek, büyük | zahir: açık, görünen |
zehab: yanlış düşünce, zihnen bir yola sapmak | zât: kendi |
zımn: iç | şems: güneş |