Cevap: On Dördüncü Reşha - Sayfa: 305
maksat, bizzat ve hakikî bir mevsufu gayr-ı hakikî veya aklî bir imkânla veya vehmî bir mevsufa tafdil etmektir.
Ve keza, izzet-i İlâhiyeye de münâfi değildir. Çünkü, maksat, sıfât ve ef’âl-i İlâhîye ile mahlûkatın sıfât ve ef’âli arasında bir muvazene yapmak değildir. Yani, ikisini bir seviyede tuttuktan sonra, bunu ona tafdil etmek değildir ki, sıfât-ı İlâhiyeye bir naks olsun.
Evet, masnuattaki kemâlât, Cenâb-ı Hakkın kemâlinden in’ikâs eden bir gölge olduğuna nazaran, masnuat, sıfât-ı İlâhiye ile muvazene hakkına malik değildir.


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah | aklî: akılla ilgili, akla uygun |
bizzat: doğrudan | ef’âl: fiiler |
ef’âl-i İlâhîye: İlâhî fiiller | gayr-ı hakikî: gerçek olmayan |
hak: doğru, gerçek | hakikî: asıl, gerçek |
imkân: mümkün olma, olabilirlik | in’ikâs etmek: yansımak |
izzet-i İlâhiye: Allah’ın her şeyden üstün ve yüce olması | kemâl: mükemmellik |
kemâlât: mükemmellikler, üstün değerler | keza: bunun gibi |
mahlûkat: yaratıklar | masnuat: san’at eseri varlıklar |
mevsuf: nitelendirilen, vasıflandırılan | muvazene: denk tutma, karşılaştırma |
mâlik: sahip | münâfi: aykırı, zıt |
naks: eksiklik, noksanlık | nazaran: bakarak, –göre |
sıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, mukaddes özellikleri, nitelikleri | tafdil etmek: üstün tutmak |
vehmî: varsayılan, olmadığı halde var gibi düşünülen |
|