Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 289
ve kibriyâsına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hâcât, envâ-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir. Öyleyse fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergâh-ı izzetine kusurlarını Estağfirullah ve Sübhânallah ile ilân etmektir.


اِنَّ اْلاَبْرَارَ لَفِى نَعِيمٍ وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَفِى جَحِيمٍ 1
İ’lem eyyühe’l-aziz! Herbir insan için hayat seferinde iki yol vardır. Bu iki yolun uzunluğu, kısalığı birdir. Amma birisinde ehl-i şuhud ve ehl-i vukufun şehadet ve tasdikleriyle, onda dokuz menfaat ihtimali var. İkinci yolda mesele mâkûsedir, onda dokuz zarar ihtimali vardır. İkinci yol ile gidenin ne silâhı var, ne zahiresi. Tabiî, yolda pek çok korkulara mâruz kalacağı gibi, ihtiyaçlarını def için çoklara minnet altında kalır. Fakat birinci yola sülûk edenin hem silâhı, hem erzakı beraberdir. Pek serbestâne gider. Birinci yol Kur’ân yoludur, ikinci yol ise dalâlet yoludur.
Evet, ehl-i şuhudun, ehl-i vukufun tasdik ve şehadetleriyle sabittir ki, iman yümnüyle yürüyen emn ü eman içindedir. Ve bilâhare merkez-i hükûmete ulaştığında, onda dokuzu büyük mükâfatlara mazhar olacaklardır. Fakat, dalâlet zulümatı içinde yürüyenler esnâ-yı seferde korkudan, açlıktan herşeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükûmete vâsıl olduğunda, onda dokuzu ya idam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır. Binaenaleyh aklı olan, zararlı birşeyi, dünyevî, ednâ bir hiffet için tercih etmez.
Ehl-i şuhud dediğimizden maksat, evliyaullahtır. Zira velâyet sâhibi, avâmın itikad ettiği şeyleri göz ile müşahede ediyor. Kur’ân yoluyla gidenlerin silâh ve
[NOT]Dipnot-1 “İhlâs ile kulluk edenler, nimetle dolu Cennet içindedir. Günaha dalan kâfirler ise Cehennem ateşindedir.” İnfitar Sûresi, 82:12-13.
[/NOT]
Estağfirullah: Allah’tan af dilemek | Sübhânallah: Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir |
avâm: halk tabakası | bilâhare: daha sonra |
binaenaleyh: bundan dolayı | dalâlet: doğru ve hak yoldan sapma, sapkınlık |
def: uzaklaştırma | dergâh-ı izzet: izzet sahibi Allah’ın yüce kapısı |
dünyevî: dünya ile ilgili | ebedî: sonsuz |
ednâ: en basit, en aşağı | ehl-i vukuf: bilirkişi, bir konuda derinleşmiş olanlar |
ehl-i şuhud: gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Allah’ın lütuf ve ihsanıyla gören kimseler | emn ü eman: emniyet ve korkusuzluk |
envâ-ı niam: nimetlerin çeşitleri | erzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler |
esnâ-yı sefer: yoluculuk esnasında, yolculuk sırasında | evliyaullah: Allah’ın sevgili kulları |
fıtrat: yaratılış, mizaç | gaye: amaç |
hiffet: hafiflik | ihsanat: iyilikler, bağışlar, lütuflar |
itikad: inanç | i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! |
kibriyâ: azamet, büyüklük | mahall-i hükûmet: hükûmet yeri |
mahkûm olma: cezalandırılma, hüküm giyme | maksat: amaç, gâye |
mazhar olmak: ulaşmak, kavuşmak | menfaat: fayda, yarar |
merkez-i hükûmet: hükûmet merkezi | minnet: iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek |
mizan: ölçü, tartı | mâkûse: ters, zıt |
mâruz kalmak: yüzyüze gelmek, etki alanına girmek | mükâfat: ödül |
müşahede: gözlemleme, görme | sefer: yolculuk |
serbestâne: serbest bir şekilde | sülûk eden: bir yöne doğru giden |
tasdik: doğrulama, onaylama | tenevvü-ü hâcât: ihtiyaçların çeşitliliği |
tezellül: alçalma, kendisini küçük düşürme | ubudiyet: Allah’a kulluk |
velâyet: velilik | vâsıl olmak: kavuşmak, ulaşmak |
yümn (yümün): kuvvet; bereket; bolluk; saadet | zahire: ilerisi için saklanan yiyecek |
zulümat: dinsizlik ve inkâr karanlıkları | şehadet: şahitlik |