Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 292
اُدْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ 1
İ’lem eyyühe’l-aziz! “Bazı dualar icabete iktiran etmez” diye iddiada bulunma. Çünkü dua bir ibadettir. İbadetin semeresi âhirette görünür. Dünyevî maksatlar ise, namaz vakitleri gibi, dualar ibadeti için birer vakittirler. Duaların semeresi değillerdir. Meselâ, şemsin tutulması küsuf namazına, yağmursuzluk yağmur namazına birer vakittir.
Ve keza, zâlimlerin tasallutu ve belâların nüzulü, bazı hususî dualara vakittir. Bu vakitler bâki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevî maksatlar hasıl olursa, zaten nurun alâ nur. Ve illâ, “İcabet duaya iktiran etmedi” diyemezsin. Ancak, “Henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lâzımdır” diyebilirsin. Çünkü o maksatlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir. Cenâb-ı Hakkın duaların icabetine vaad etmesi ise, icabet ayn-ı kabul değildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duaya herhalde cevap verilir. Cevapsız bırakılmaz. Matluba olan is’af ise, Mucîbin hikmetine tâbidir. Meselâ, doktoru çağırdığın zaman, herhalde “Ne istersin?” diye cevap verir. Fakat “Bu yemeği veya bu ilâcı bana ver” dediğin vakit, bazan verir, bazan hastalığına, mizacına mülâyim olmadığından vermez.
Adem-i kabul esbabından biri de, duayı ibadet kastıyla yapmayıp, matlubun tahsiline tahsis ettiğinden, aksülâmel olur. O dua ibadetinde ihlâs kırılır, makbul olmaz.
İ’lem eyyühe’l-aziz! İnkılâplar neticesinde, her iki taraf arasında geniş geniş dereler husule geliyor. O dereler üstünde her iki âlemle münasebettar köprüler lâzımdır ki, her iki âlem arasında gidiş geliş olsun. Lâkin o köprülerin inkılâbat cinslerine göre şekilleri, mahiyetleri mütebayin, isimleri mütenevvi olur. Meselâ, uyku, âlem-i yakaza ile âlem-i misal arasında bir köprüdür. Berzah, dünya ile
[NOT]Dipnot-1 “Bana dua edin, size cevap vereyim.” Mü’min Sûresi, 40:60.
[/NOT]
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
| Mucîb: duâlara cevap veren Allah |
adem-i kabul: kabul etmeme | aksülâmel: tepki, reaksiyon |
ayn-ı kabul: aynen kabul etme, aynısını verme | belâ: musibet, sıkıntı |
berzah: kabir âlemi | bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz |
dünyevî: dünya ile ilgili | esbab: sebebler |
hasıl olmak: meydana gelmek | hikmet: gaye, fayda |
husul: meydana gelme | hususî: özel |
icabet: cevap verme | ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet |
iktiran: sebeple sonucunun beraber olması; duaya hemen karşılık verilmesi, dua ile beraber cevabın görünmesi | illâ: yoksa, böyle olmazsa |
inkılâbat: büyük değişimler | inkılâp: değişim |
inkıza etmek: tamamlanmak, bir şey tamamlanıp sona ermek | istilzam etmek: gerektirmek |
is’af: yardım isteğini yerine getirme | i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! |
kast: amaç, hedef | keza: bunun gibi |
küsuf: güneş tutulması | lâkin: ama, fakat |
mahiyet: asıl, esas nitelik | makbul: kabul görmüş olma |
maksat: amaç, gaye | matlub: istenilen, arzu edilen şey |
mizac: huy, tabiat, yaratılış | mukaddeme: başlangıç |
mülâyim: uygun | münasebettar: alâkalı, ilgili |
mütebayin: ayrı ayrı | mütenevvi: çeşit çeşit |
nurun alâ nur: nur üstüne nur, iyiden de iyi | nüzul: inme |
semere: meyve | tahsil: elde etme, kazanma |
tahsis etmek: ait kılmak, ayırmak | tasallut: sataşma, baskı kurma, hâkim olma |
tâbi: bağlı | vaad etmek: söz vermek |
zâlim: zulmeden, acımasız | âlem: dünya |
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem | âlem-i yakaza: uyanıklık âlemi |
şems: güneş |
|