Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 296
etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki, 1 اِنَّمَاۤ اُوتِيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ okumaya başlar. Lâkin o inkişaf, tasfiye-i nefis ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidraç ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam mânâsıyla fenaya mazhar olanlar ise, onlara da Allah’ın izniyle eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da, o eşyayı fenâ fillâh olan havaslarıyla görürler. Bunun istidraçtan farkı pek zahirdir. Zira, zahire çıkan bâtınlarının nurâniyeti, mürâîlerin zulümatıyla iltibas olmaz.


وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
2
İ’lem eyyühe’l-aziz! Tesbihat, ibâdât, gayr-ı mahdud envâlarıyla herşeyde vardır. Fakat, herşeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün vecihlerini daima bilip şuur edinmesi lâzım değildir. Çünkü, husul huzuru istilzam etmez. Tesbih ve ibadet edenler, yalnız yaptıkları amelin mahsus bir tesbih veya sıfatı malûm bir ibadet olduğunu bilirlerse kâfidir. Zaten Mâbud-u Mutlakın ilmi kâfidir. İnsandan maadâ mahlûkatta teklif olmadığından, onlara niyet lâzım değildir. Ve keza, amellerinin sıfâtını bilmek de lâzım değildir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan-ı mü’minin kıymeti, ihtiva ettiği san’at-ı âliye ile Esmâ-i Hüsnâdan in’ikâs eden cilvelerin nakışları nisbetindedir. İnsan-ı kâfirin kıymeti ise, et, kemikten ibaret fâni ve sâkıt maddesinin kıymetiyle ölçülür. Kezâlik,
[NOT]Dipnot-1 “Bu servet, ancak bilgim sayesinde bana verilmiştir.” Kasas Sûresi, 28:78.
Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
[/NOT]
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri | Mâbud-u Mutlak: ibadete lâyık tek varlık olan Allah |
amel: iş, fiil | bâtın: iç |
cilve: görüntü, yansıma | ehl-i istidraç: kendilerine Allah tarafından bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler verilen günahkâr veya kâfir kişiler |
ehl-i keramet: Allah’ın bir ikramı olarak kendilerine olağanüstü hâl ve fiiller verilen Allah’ın sevgili kulları | enaniyet: ben, benlik |
envâ: çeşitler, türler | eşya-yı gaybiye: görünmeyen âleme ait varlıklar |
fena: ölümlülük | fenâ fillâh: Allah’ta fâni olmak, bütün benliğini Allah’a verme ve sadece Onu düşünme |
fâni: geçici | gayr-ı mahdud: hudutsuz, sınırsız |
havas: hisler, duygular | husul: meydana gelme |
huzur: sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma | ibaret: meydana gelen, oluşan |
ibâdât: ibadetler | ihtiva etmek: içermek |
iltibas: karıştırma | inkişaf: açığa çıkma |
inkişaf etmek: açığa çıkmak | insan-ı kâfir: Allah’ı inkâr eden insan |
insan-ı mü’min: Allah’a inanan insan | in’ikâs etmek: yansımak |
isnad etmek: dayandırmak | istidraç: Allah tarafından günahkâr veya kâfir kişilere verilen bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler |
istilzam etmek: gerektirmek | i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! |
keza: bunun gibi | kâfi: yeterli |
kıymet: değer | lâkin: ama, fakat |
lâzım: gerekli | maadâ: başka, dışında, ötesinde |
mahlûkat: yaratılmışlar, yaratıklar | mahsus: bir şeye has, özel |
malûm: bilinen, belli | mazhar olma: erişme |
mânâ: anlam | mürâî: gösterişçi, gösteriş meraklısı |
nakış: işleme, süsleme | netice: sonuç |
nisbet: kıyas, oran | niyet: bir işi yapmayı önceden düşünme, maksat |
nuraniyet: nur özelliği, parlaklık | san’at-ı âliye: yüksek san’at |
sâkıt: düşük | tabaka-i ûlâ: birinci tabaka |
tasfiye-i nefis: nefsi arındırma, saflaştırma | tenevvür-ü kalb: kalbin nurlanması |
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma | tesbihat: tesbihler |
vecih: yön, taraf | zahir: dış, açık |
zira: çünkü | zulümat: karanlıklar |
şuur: bilinç, anlayış, idrak |
|