Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 297
bu âlem de, eğer Kur’ân’ın tarif ettiği gibi mânâ-yı harfiyle, yani Cenâb-ı Hakkın azametine bir âlet nazarıyla bakılırsa, o nisbette kıymettar olur. Eğer felsefenin dediği gibi mânâ-yı ismiyle, yani hiçbir fâil, Hâlık ile bağlı olmayıp müstakil-i bizzat nazarıyla bakılırsa, kıymeti câmide, mütegayyir maddesinde münhasır kalır. Kur’ân’dan istifade edilen ilmin felsefe ilminden ne derece yüksek olduğu, şu misal ile tebârüz eder:
1 وَجَعَلْنَا الشَّمْسَ سِرَاجًا Bu hükm-ü Kur’ânî, Esmâ-i Hüsnânın cilvelerine bakmak için bir pencere açıyor. Şöyle ki:
Ey insan! Bu şems, azametiyle beraber size musahhardır. Meskenlerinize nur veriyor. Yemeklerinizi hararetiyle pişirtiyor. Sizin öyle Azîm, Rahîm bir Mâlikiniz var ki, bu şems onun bir lâmbası olup, misafirhanesinde sakin misafirlerini ziyalandırıyor.
Felsefenin hikmetince, şems büyük bir ateştir, yerinde dönüyor. Arz ile seyyarat, ondan uçan parçalardır; câzibe ile şemse merbut kalarak medarlarında hareket ediyorlar.
İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın Cenâb-ı Haktan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Bilâkis, daima Ona şükretmeye medyundur. Çünkü, mülk Onundur, insan Onun memlûküdür.


[NOT]Dipnot-1 “Güneşi de bir kandil yaptık.” Nuh Sûresi, 71:16.
[/NOT]
Azîm: büyük, yüce | Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah |
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri | Hâlık: herşeyi yaratan Allah |
Mâlik: herşeyin hakiki sahibi olan Allah | Rahîm: her bir varlığa şefkat ve merhamet gösteren Allah |
arz: dünya | azamet: büyüklük, yücelik |
bilâkis: aksine, tersine | cilve: görüntü, yansıma |
câmid: cansız | câzibe: çekim gücü |
fâil: bir işi yapan; fiilin sahibi | hararet: ısı, sıcaklık |
hikmet: amaç, maksat | hükm-ü Kur’ânî: Kur’ân’a dayalı hüküm, önerme, ilim |
istifade: faydalanma, yararlanma | i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! |
kezâlik: bunun gibi, böylece, bu da böyle | kıymet: değer |
kıymettar: değerli | medar: dayanak, eksen |
medyun: borçlu | memlûk: kul, köle |
merbut: bağlı | mesken: ev, konut |
misafirhane: konuk evi | misal: örnek |
musahhar: boyun eğen, emre uyan | mânâ-yı harfî: harf mânâsı; bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı |
mânâ-yı ismî: isim mânâsı; birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı | mülk: sahip olunan şey, hükmedilen yer
|
münhasır: ait, mahsus | müstakil-i bizzat: kendi kendine; bağımsız |
mütegayyir: değişen | nazar: bakış açısı |
nisbet: kıyas, oran | seyyarat: gezegenler |
talep etmek: istemek | tebârüz: belli olmak |
ziyalandırmak: ışıklandırmak | âlem: dünya, evren |
âlet: araç, vasıta | şems: güneş |