Dördüncü Pencere
İstidad lisanıyla bütün tohumlar tarafından ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve lisan-ı ızdırarî ile bütün muztarlar tarafından edilen duaların makbuliyetidir.
İşte bu nihayetsiz duaların bilmüşahede kabul ve icabeti, herbiri vücuba ve vahdete şehadet ve işaret ettikleri gibi, mecmuu büyük bir mikyasta bilbedahe bir Hâlık-ı Rahîm ve Kerim ve Mücîb'e delalet eder ve baktırır.
İstidad: Kabiliyet, yetenek.
İhtiyac-ı fıtrî: Fıtri ihtiyaç, yaratılışa ait ihtiyaç.
Lisan-ı ızdırarî: Mecburiyet ve çaresizliğin dili.
Muztar: Çaresiz, çaresiz kalmış.
Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi.
İcabet: Cevap verme, karşılık verme.
Vücub: Zorunlu olmak, olmaması imkansız olmak, yaratılma ve yok olma hakkında düşünülemez olmak.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a (cc) ait birlik.
Mecmuu: Bütünü, toplamı.
Bilbedahe: Apaçık, açık olarak, besbelli.
Hâlık-ı Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli yaratıcı.
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Mücîb: Cevap veren.
Beşinci Pencere
Görüyoruz ki: Eşya hususan zîhayat olanlar, def'î gibi âni bir zamanda vücuda gelir. Halbuki def'î ve âni bir surette basit bir maddeden çıkan şeyler, gayet basit, şekilsiz, san'atsız olması lâzım gelirken; çok meharete muhtaç bir hüsn-ü san'atta, çok zamana muhtaç ihtimamkârane nakışlarla münakkaş, çok âlâta muhtaç acib san'atlarla müzeyyen, çok maddelere muhtaç bir surette halk olunuyorlar. İşte bu def'î ve âni bir surette bu hârika san'at ve güzel heyet, herbiri bir Sâni'-i Hakîm'in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdet-i rububiyetine işaret ettikleri gibi mecmuu gayet parlak bir tarzda nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm bir Vâcib-ül Vücud'u gösterir.
Şimdi, ey sersem münkir! Haydi bunu ne ile izah edersin? Senin gibi sersem, âciz, cahil tabiatla mı? Veyahut hadsiz derece hata ederek o Sâni'-i Mukaddes'e "Tabiat" ismini verip onun mu'cizat-ı kudretini, o tesmiye bahanesiyle tabiata isnad edip, bin derece muhali birden irtikâb etmek mi istersin?
Sözler
Zîhayat: Hayat sahibi, canlı.
Def'î: Hemen, bir anda, ani.
Hüsn-ü san'at: Sanat güzelliği.
İhtimamkârane: Özenircesine, özen gösterir şekilde, çok dikkat edercesine.
Âlât: Aletler.
Müzeyyen: Süslü, süslenmiş.
Sâni'-i Hakîm: Hiçbir şeyi gayesiz ve faydasız bırakmayıp herşeyde sayısız gayeler ve faydalar gözeten sanatkar yaratıcı.
Vücub-u vücud: Varlığının zorunlu olması, olmaması imkansız olan varlık.
Vahdet-i rububiyet: Rabliğin birliği, herşeyin sahibi ve terbiyecisinin bir tek oluşu.
Kadîr: Sonsuz güç ve kuvvet.
Münkir: İnkar eden, inkarcı.
Sâni'-i Mukaddes: Kutsal ve kusursuz sanatkar yaratıcı.
Tesmiye: İsimlendirme, isim verme, adlandırma.
İsnad: Dayandırılma, mal etme.
Muhal: İmkansız, mümkün olmayan, olamaz.
İrtikâb: İşlemek, yapmak, çirkin ve kötü iş işlemek.