Konuya cevap cer

SİKKE-MÜHÜR-TURRA


Varlıklardaki birlik işaretlerİ

 


Mesnevî-i Nuriye’de; “Bakınız: Her bir masnûun yüzünde öyle bir sikke vardır ki, ancak her şeyi halk eden Hâlık’a mahsustur. Ve her bir mahlûkun cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki, her şeyi yapan Sâniden maada kimsede o hâtem bulunmaz. Ve kudretin neşrettiği mektuplarından herbir mektubun âhirinde, taklidi kabil olamayan öyle bir turra vardır ki, ancak Sultan-ı Ezel ve Ebede hastır”1 denilmekte. 


Bu paragrafta, altını çizdiğim üç kelimeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunlar, sırasıyla, sikke, hatem ve turra. 


Bu üç kelimenin de, lûgâtlara baktığımızda hemen hemen aynı anlamlara geldiğini görüyoruz. Meselâ, sikke; kıymeti devletin resmî damgasıyla teminat altına alınan madenî para, paranın üstüne vurulan damga anlamında. Hâtem; mühür, damga, son. Turra ise; tuğra, padişah imzası, padişaha has mühür, damga.  


Anlamlara bakıldığında ortak mânâ; damga, imza veya mühür, yani bir şeyin kime veya kimlere ait olduğunu gösteren işaret olduğu görülecektir. 


Aynı anlamda kullanıldıkları gibi, sözkonusu paragrafta Üstad Said Nursî’nin bahsettiği tarzda ince mânâ farklılıkları da vardır. 


Farklılıkları ortaya çıkaran da, kelimelerden sonra zikredilen İlâhî isimlerin farklı olmasıdır. Örnek olarak bir çileği ele alalım ve cümleleri o şekilde okuyalım; “Bakınız: Her bir sanatlı çileğin yüzünde öyle bir sikke vardır ki, ancak her şeyi halk eden Hâlık’a mahsustur. Ve her bir çileğin cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki, her şeyi yapan Sâniden maada kimsede o hâtem bulunmaz. Ve kudretin neşrettiği çileklerden her bir çileğin âhirinde, taklidi kabil olamayan öyle bir turra vardır ki, ancak Sultan-ı Ezel ve Ebed’e hastır”.  


Evet, bir çileğe baktığımızda, bakar bakmaz daha önce görmüş ve tanıyorsak hemen bu bir çilektir deriz. Bu sözümüzü dünyanın neresinde olursak olalım, hangi durumda olursak olalım söyleriz. Demek ki, gördüğümüz bütün san’atlı çileklerde aynı san’atkâr kişinin damgası yani sikkesi vardır. Çileği görür görmez ‘Bu çilektir’ der, ‘Onu ve diğer çilekleri aynı kişi yaratmıştır’ hükmünü verebiliriz.  


Çileği elimize alalım ve inceleyelim. Göreceğiz ki, bütün çileklerin şekilleri bir, tatları bir, kokuları bir ve aynı zaman diliminde yaratılıyorlar. Buradan da anlıyoruz ki, bütün çilekleri aynı kişi yapıyor ve onlara has bir koku, tat ve renk olarak san’atlı bir şekilde mührünü, hatemini, damgasını çileklerin yüzüne, fizikî ve kimyasal yapısına vuruyor. 


Yine örneğimizdeki çileğin öncesini (geçmişteki çilekleri) ve sonrasını (gelecekteki çilekleri) düşündüğümüzde aynı şekilde, renkte, kokuda ve tadda-lezzette çilekler olduğunu görürüz. Demek bu çileklerin yaratıcısı olan Zat, adeta imzasını her bir varlığa (ezelden ebede) vuruyor ve aynı yaratma işini gerçekleştirdiğini insanlara gösteriyor. 


Bizim verdiğimiz örneğin daha farklı ve güzelini, başka bir açıdan Üstad Said Nursî, paragrafın devamında şu şekilde vermektedir: “O gibi sikkelerden yalnız hayat üzerinde parlayan sikke-i i’câz’a bakınız ki, hayatla bir şeyden pek çok şeyler husûle gelir, icad edilir. Ve pek çok şeyler dahi bir şey-i vahide emr-i Rabbâniyle inkılâb ederler. Meselâ, su, birşey-i vahid iken pek çok uzuvlara, cihazlara Allah’ın izniyle menşe olur, icad edilirler. Ve mideye giren pek çok muhtelif yemekler ve meyvelerden Hâlık-ı Teâlâ tek bir cismi (canlı vücudunu) icad eder, tek bir cisim husûle getirir.”  


Ve bundan sonra da, kesin bir hüküm olarak yine cümlenin sonunda; “İşte kalb, akıl, şuur sahibi olan bir adam, bu ciheti düşünürse anlar ki, bir şeyden çok şeyleri îcad edip çıkartmak ve çok şeyleri bir şeye tahvil etmek, ancak her şeyi halk eden ve her şeyi yapan Sânie mahsus bir sikkedir” diyerek, Cenab-ı Hakk’ın tek yaratıcı olduğunu, biz insanlara çeşitli işaret, damga, mühür ve imzalarla anlatmaktadır. 



Dipnotlar:  1- Mesnevî-i Nuriye, s. 14 


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst