Konuya cevap cer

Ramazan Orucunun Nefis terbiyesindeki  Rolü 


Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatları, mutlak ve ezeli olmasından, tam manası ile idrak ve ihata edilmesi imkansızdır. Bu yüzden insana birtakım nisbi ve farazi hisler takılmıştır. Bu hislerin veriliş gayesi ise; Allah’ın, mutlak ve mücerred olan isim ve sıfatlarının bir derece anlaşılması ve kıyaslanarak bilinmesi içindir. Yoksa bu nisbi ve cüz’i olan duygular, sahiplenilip, Yaratıcıya karşı meydan okuma aracı haline getirmek için verilmemiştir.

 

Bu manayı bir temsil ile izah edecek olursak: Çok zengin ve muktedir bir zat, emrinde çalışan iki işçiye, servet idare etmenin meşakkatini, tasarrufunun büyüklüğünü, zenginliğin birtakım lezzetlerini kendi haşmet ve ihtişamını anlatmak için, çok tesis ve fabrikalarından ikisinin idare ve gelirini, bir yıllığına emaneten onlara verir. Şart olarak da fabrikanın mülkiyeti, içindeki makinelerin eksiksiz geri verilmesi, kendi namına işlettirilmesi ve kendi ahlaki prensiplerine göre idare edilmesi gibi şeyleri o iki işçiye tembih eder.

 

İki işçiden birincisi, fabrikanın idaresini alır ve aynen O zatın direktifine göre hareket eder ve onun çok vasıflarını kıyas yolu ile anlar. Mesela der, “ben şu küçük tesisi idare ediyorum, şu zat ise binlercesini idare ediyor. Ben, şu kadar insanla uğraşıyorum, O binlercesi ile alakadardır. Şu tesisin gelirindeki zenginlik, şu onun mülkünün zenginliği, baş döndürür” der. o Zat’a olan sevgi ve saygısı artar ve hiçbir zaman da orada geçici ve emaneten bulunduğunu unutmaz. Bu davranışı ile onun teveccühünü kazanır.  O zat da, onu çok büyük bir mükafatla ödüllendirir.



 Diğer işçi ise, fabrikaya girer girmez, vaziyetini ve vazifesini unutur. Hemen fabrikanın isim tabelasını indirir, kendi ismini takar. İdarede O zatın ahlakına uymaz. Demirbaş olan makineleri haraç merac satar. Emanetçi ve geçici olduğunu hiç hatırlamaz. Asıl fabrika sahibini inkar eder ve ona meydan okur. Haddini aşarak temellük davasına sapar. Ayna olduğunu inkar eder. Mevhum olan, yani farazi olan hallerini gerçek telakki eder. Asıl fabrika sahibi olan zat da ona layık bir ceza ile onu cezalandırır.

 

İşte  bu misalde olduğu gibi; insanın vücudu bir fabrika gibidir. O zat ise; Cenab-ı Haktır. O iki işçi ise; biri mümin ve haddini bilen, temellük davasına sapmayan, benlik ve hislerini Allah’ın isim ve sıfatlarını anlamakta kullananları temsil eder. Diğeri ise; temellük davasına sapan, haddini aşan, kendine ait olmayan şeyleri kendine mal eden, firavun meşrep kafirleri temsil eder. O Zat’ın tembihleri ise; İslam’ın prensipleridir ve hakeza.

 

İşte oruç, insanın bu heva ve benliğini terbiye edip ıslah etmekte en önemli bir vasıtadır. İnsanı  firavunluğa götüren bu benlik ve hevanın, acizlik ve zayıflığını en güzel ihsas ettirecek şey oruçtur. Bu sebeple tasavvuf ve işrak felsefesinde, nefsin terbiye ve ıslahı sadedinde  riyazet, yani ağır perhiz önemli bir yer tutar. Bütün evliya ve asfiyalar da orucun kardeşi hükmünde olan riyazeti, nefsin ıslah ve terbiye edilmesinde kullanmışlardır.



 Nefsin bu temellük (sahiplenme) ve benlik davasında, yılda hiç olmazsa bir ay oruç tutarak nefsin ıslah ve terbiyesinde gayret sarf etmemiz, kulluğumuzun ve Müslümanlığımızın bir gereği olarak üzerimize farz kılınmıştır.

 

Üstad Hazretlerinin, oruç ile nefis arasındaki münasebete işaret eden şu güzel ifadelerini de takdim ederek yazımıza son verelim:

 

Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:


 Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:


 Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?"

Nefis demiş: "Ben benim, Sen sensin."

Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: "Ene ene, ente ente." Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: "Men ene? Ve mâ ente?"

Nefis demiş: "Ente Rabbiye'r-Rahîm., Ve ene abdüke'l-âciz." Yani, "Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim. Yirmi Dokuzuncu Mektup



Musa ÇOBAN

sorularlarisale.com



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst