Risale-i Nurlar dışında kitap okunmaması hususunda

müdavim

Üye Sorumlusu
Risale-i Nurlar dışında kitap okunmaması hususunda; bazı çevreler tefsir ve hadis okunmasına bile karşı çıkıyorlar, bize öneriniz nedir?


Değerli Kardeşimiz;
Risale-i Nurların haricinde kitap okumak Risale-i Nurlara olan sadakate zarar vermez. Şayet ben Risale-i Nurlardan tatmin olmadım onun yerine şunları okuyalım denilirse o zaman sadakate zarar verir. Bunun dışında hiçbir kitabı okumak sadakate zarar vermez.

Sadakat ile mukallidlik aynı şey değildir. Risale-i Nurların sadık bir mukallidi olmak yerine Risale-i Nurlara sadık bir mütahakkik olmak daha güzeldir.

Sadakat ile taassup arasında ki farka şöylece bakabiliriz; Cömertlik ile israf, cimrilik ile iktisat, tevazu ile zillet, vakar ile kibir bunlar zahiren aynı gibi dururlar ama hakikatte sera ile Süreyya gibidir. Taassup ile sadakatte zahiren bir birine yakın gibi durur ama hakikatte aralarında çok fark var.

Taassup bir şeye delilsiz ve ispatsız takliden tabi olmak demektir savunduğu şeyin doğruluğunu ve haklılığını sorgulamadan ve tahkik etmeden ona bağlanır. Sadakat ehli ise delil ve tahkik neticesinde savunduğu şeyin doğruluğunu ve haklılığını idrak eder ve sonra ona canı bahasına tabi olur.

Taassubu anlamak için alametlerine bakmak lazımdır.

Mesela mutaassıp biri kendi arzusuna uygun zayıf bir şeyi çok kuvvetli bir delil gibi görür, kendi gibi düşünmeyen kimseleri yerin dibine sokar kendi tarafında olan adi birini göğe çıkarır, kendi faziletini göstermek yerine başkaların kusurunu ilan eder, kendi nefsinden başka hiçbir şeyi sevmez, onun nazarında en kuvvetli delil kendi mesleğindeki adi ve basit fikirlerdir, en önemli ve belirgin alameti ise meseleleri ihata edememektir. Risale-i Nurların ismi altında benlik ve enaniyeti yatar şeytan ona sağ taraftan yanaşır. Bencil birisinin bencilliğini milletinde görmesi gibi bencil bir adamda bencilliğini cemaatinde görmek ister tahammülsüzlük de buradan ileri geliyor.

Sadakat ehli ise delil ve ispatın kuvvetine yaslanır ve ona dayanır, asla kendi gibi düşünmeyenleri yerin dibine atmaz, hak ve hakikate bağlı olduğundan bazen hak muhalifinin elinde olursa onu inkar etmez ona o konuda tabi olur, kendi faziletini gösterir başkasının kusuru ile uğraşmaz ve onu ilan etmez, nefsine değil hakka aşıktır, meseleleri geniş ve ihata ile idrak edebilendir.

Taassub cehalet ve ihatasızlıktan çıkar sadakat ise ilim ve ihatanın bir neticesidir. Taassup fanatizmdir sadakat ise hakta şiddetli sebat etmektir. Taassup devamlılığı olmayandır sadakat ise devamlıdır.

Risale-i Nurların dışında başka kitap okunmaz diyenler iki kesimdir. Birinci kesimin hali taassup ve cehalettir ki yukarda bu noktalara işaret ettik. Yani taassup ve taklit eseri olarak farklı kaynaklara yabani bakan müptedilerin ruh halini yansıtıyor.

Birde iyi bir niyet ile nazarların dağılmaması için Risale-i Nurlardan başka kaynaklara yabani bakanlar var. Bunlar bu zamanda her şeyin temeli ve esası olan imanı tehlike de gördükleri için haklı olarak bütün dikkat ve nazarların imanı kurtaran Risale-i Nurların üstünde olmasını istiyorlar ta ki nazarlar dağılmasın iman hizmeti sekteye uğramasın. Böyle bir mülahaza ile farklı kaynakları men etmek kısmen doğru olabilir. Lakin işi hadis ve Kur’an mealine kadar götürmek yanlış ve hatalı olur ve dışarıdan bakanları durumu izah etmek mümkün olmaz.

Öyle ise Risale-i Nurları eksik ve yanlış gördüğünden dolayı değil sırf daha iyi anlamak ve kuvvet vermek amacı ile başka kaynaklara bakmakta bir sakınca olmasa gerek. Nitekim Risale-i Nurların bir çok yerinde bırak ayet ve hadisleri bir çok kaynaklar referans olarak bizzat Üstad Hazretleri tarafından veriliyor. Hal böyle iken farklı kaynaklara yabani bakmak Risale-i Nurların kabul ettiği bir bakış açısı değildir.

Nitekim Risale-i Nurların alanı imana dair konulardır bunun dışında kalan bir çok ilim dalını mecburen başka kaynaklardan talim edeceğiz. Risale-i Nurları her noktada kafi görmek ve farklı kaynakları men etmek cahillik olur. Mesela Risale-i Nurlarda namazın nasıl kılınacağı anlatılmaz zekat kimlere verilir kimlere verilmez bunlar anlatılmaz. Bunları öğrenmenin yolu fıkıh kaynaklarıdır. Hadislerin büyük bir kısmı insanları güzel ahlaka ve ibadete teşvik eder biz hadisleri okuma dersek büyük bir vebale de girmiş oluruz. Risale-i Nurları okumak ile hadisleri okumak çelişki değil ki men edilsin. Bunlar iyi tahkik edilmeden hüküm vermek çok vahim sonuçları doğurur dikkat etmek lazımdır.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Yine farklı bir mülahaza ile meseleye şöyle bakabiliriz.

Risale-i Nurun haricindeki İslami kaynaklarda imana ve Kuranın inceliklerine dair meseleler dağınık ve zamanlarının ihtiyacına göre şekillenmiş ve ona göre tarif edilmiştir. İmani mevzular ayrı ayrı ve teknik tariflerle ehil olanlara izah edilmiştir.Her bir alim bir meseleyi eserinde güzelce tarif etmiş ama tarif temsil ve teşbih ile avamın idrakine hitap etmediği için istifade umumi değil hususi kalmış.

Mesela kader konusunu Sad-ı Taftazani elli sayfalık izah ile havassa tam anlatmış ama avam istifadesiz kalmış. İmam Gazali çok güzel telifatlar ile felsefeye derin darbeler vurmuş ama bu telifatlardan sadece ehil olan ulema istifade ediyor. Bu yüzden bu zamanda bütün İslami kaynaklara tam vukufiyet ve tam mesai mümkün olmadığı için sorunları çözmekte zorlanılıyor ve tam itminan sağlanamıyor. Bu da biraz bu zaman şartlarının müsaadesizliği biraz o eserlerin kendi döneminin şartlarına göre yazılması biraz havassa hitap etmesi gibi sebeplerden dolayı zamanın ihtiyaçlarına tam cevap veremiyor.

Ama yine de imani konuları Kuran’i incelikleri Risale- Nur dan başka hiçbir alim ve evliya halledememişler, ifade edememişler demek hem Risale-i Nura hem de hakikate zıt bir görüştür. Risale-i Nurun diğer eser ve kaynaklardan farkı o kaynaklarda dağınık ve hususi olan imani ve Kuran’i meseleleri Risale-i Nur temsil ve teşbihlerle toplatıp herkesin anlayacağı seviyeye indirmesidir.Aynı zamanda günümüz meselelerine de ışık tutması Risale-i Nuru daha tesirli ve parlak yapmıştır. Risale-i Nur temsil ve teşbih dürbünü ile en derin ve dağınık meseleleri en avam insanın idrak edebileceği bir kıvama getirmiştir.

Sair kaynaklar hususi insanlara hitap ederken Risale-i Nur umuma hitap ediyor. Mesela İbn-i Arabi gibi zatlar bizim eserleri anlamak için bizim makamımıza çıkmak lazımdır diyor. Ama Risale-i Nur ise her makam ve mevkide ki insana yalnız kulağını ve gözünü aç diyor başka şart istemiyor.

Risale-i Nurun dışındaki diğer İslami eserler ve kaynaklarda Kuranın malıdır bizim iftihar tablomuzdur onları eleştirmek ve kıymetsiz görmek çok yanlış olur.Kendi meslek ve meşrebimizi yüceltmek başkalarını yermekten ve kıymetsiz görmekten geçmez.Risale-i Nurlar ortada yokken İslam’ın sancağını onlar taşımış dünyaya İslam’ın parlaklığını onlar ilan etmişler sonra bayrak ve sancak Risale-i Nurların eline geçmiş bu bir bayrak yarışı gibidir biri birine rakip değil dost ve kardeştirler. Meseleye bu şekil bakmak daha uygun olur kanaatindeyiz.


Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editör
 

müdavim

Üye Sorumlusu
"Neden senin Kur'ân'dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet,bir tesir varki,müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur?


Mahrem bir suale cevaptır




Şu sırr-ı inâyet, eskiden mahremce yazılmış, On Dördüncü Sözün âhirine ilhak edilmişti. Her nasılsa ekser müstensihler unutup yazmamışlardı. Demek münasip ve lâyık mevkii burasıymış ki, gizli kalmış.


Benden sual ediyorsun: "Neden senin Kur'ân'dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur? Bazan bir satırda bir sayfa kadar kuvvet var; bir sayfada bir kitap kadar tesir bulunuyor."

Elcevap: Haşiye Şeref, i'câz-ı Kur'ân'a ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâpervâ derim:

Ekseriyet itibarıyla öyledir. Çünkü, yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehadettir, şuhuddur. Taklit değil, tahkiktir. İltizam değil, iz'andır. Tasavvuf değil, hakikattir. Dâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:

Eski zamanda, esâsât-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda, dalâlet-i fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devâyı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur'ân-ı Kerîmin en parlak mazhar-ı i'câzından olan temsilâtından bir şulesini, acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten, hizmet-i Kur'ân'a ait yazılarıma ihsan etti.

Felillâhilhamd, sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetü'l-vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle, hakaik-i gaybiyeye, esâsât-ı İslâmiyeye, şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefis ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.

Elhasıl, yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur'âniyenin lemeâtındandır. Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, devâ Kur'ân'ındır.


Barla Lahikasından
 
Üst