Konuya cevap cer

ﺍَﻟْﺒَﺎﺏُ ﺍﻟﺜَّﺎﻟِﺚُ

Üçüncü Bâb 


ﻓِﻰ ﻣَﺮَﺍﺗِﺐِ ﺍَﻟﻠَّﻪ*ُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ

Allahü Ekber hakkındadır. 


ﺍَﻟْﻤَﺮْﺗَﺒَﺔُ ﺍْﻟﺎُﻭﻟَﻰ


ﻭَ ﻗُﻞِ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻟَﻢْ ﻳَﺘَّﺨِﺬْ ﻭَﻟَﺪًﺍ ﻭَ ﻟَﻢْ ﻳَﻜُﻦْ ﻟَﻪُ ﺷَﺮِﻳﻚٌ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚِ ﻭَ ﻟَﻢْ ﻳَﻜُﻦْ ﻟَﻪُ ﻭَﻟِﻰٌّ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺬُّﻝِّ ﻭَ ﻛَﺒِّﺮْﻩُ ﺗَﻜْﺒِﻴﺮًﺍ ٭


ﻟَﺒَّﻴْﻚَ ﻭَ ﺳَﻌْﺪَﻳْﻚَ ﺟَﻞَّ ﺟَﻠﺎَﻟُﻪُ ٭ ﺍَﻟﻠَّﻪ*ُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﻣِﻦْ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗُﺪْﺭَﺓً ﻭَ ﻋِﻠْﻤًﺎ ﺍِﺫْ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺨَﺎﻟِﻖُ ﺍﻟْﺒَﺎﺭِﺉُ ﺍﻟْﻤُﺼَﻮِّﺭُ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺻَﻨَﻊَ ﺍْﻟﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﺑِﻘُﺪْﺭَﺗِﻪِ ﻛَﺎﻟْﻜَﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻭَ ﻛَﺘَﺐَ ﺍﻟْﻜَﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﺑِﻘَﻠَﻢِ ﻗَﺪَﺭِﻩِ ﻛَﻤَﺎ ﻛَﺘَﺐَ ﺍْﻟﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﺑِﺬَﻟِﻚَ ﺍﻟْﻘَﻠَﻢِ ﺍِﺫْ ﺫَﺍﻙَ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢُ ﺍﻟْﻜَﺒِﻴﺮُ


ﻛَﻬَﺬَﺍ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢِ ﺍﻟﺼَّﻐِﻴﺮِ ﻣَﺼْﻨُﻮﻉُ ﻗُﺪْﺭَﺗِﻪِ ﻣَﻜْﺘُﻮﺏُ ﻗَﺪَﺭِﻩِ ﺍِﺑْﺪَﺍﻋُﻪُ ﻟِﺬَﺍﻙَ ﺻَﻴَّﺮَﻩُ ﻣَﺴْﺠِﺪًﺍ ﺍِﻳﺠَﺎﺩُﻩُ ﻟِﻬَﺬَﺍ ﺻَﻴَّﺮَﻩُ ﺳَﺎﺟِﺪًﺍ ﺍِﻧْﺸَﺎﺋُﻪُ ﻟِﺬَﺍﻙَ ﺻَﻴَّﺮَ ﺫَﺍﻙَ ﻣُﻠْﻜًﺎ ﺑِﻨَﺎﺋُﻪُ ﻟِﻬَﺬَﺍ ﺻَﻴَّﺮَﻩُ ﻣَﻤْﻠُﻮﻛًﺎ ﺻَﻨْﻌَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﺗَﻈَﺎﻫَﺮَﺕْ ﻛِﺘَﺎﺑًﺎ ﺻِﺒْﻐَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﺗَﺰَﺍﻫَﺮَﺕْ ﺧِﻄَﺎﺑًﺎ ﻗُﺪْﺭَﺗُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﺗُﻈْﻬِﺮُ ﺣِﺸْﻤَﺘَﻪُ ﺭَﺣْﻤَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﺗَﻨْﻈِﻢُ ﻧِﻌْﻤَﺘَﻪُ ﺣِﺸْﻤَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﺗَﺸْﻬَﺪُ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﻮَﺍﺣِﺪُ ﻧِﻌْﻤَﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﺗُﻌْﻠِﻦُ ﻫُﻮَ ﺍْﻟﺎَﺣَﺪُ ﺳِﻜَّﺘُﻪُ ﻓِﻰ ﺫَﺍﻙَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻜُﻞِّ ﻭَ ﺍْﻟﺎَﺟْﺰَﺍﺀِ ﺳُﻜُﻮﻧًﺎ ﺣَﺮَﻛَﺔً ﺧَﺎﺗَﻤُﻪُ ﻓِﻰ ﻫَﺬَﺍ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠِﺴْﻢِ ﻭَ ﺍْﻟﺎَﻋْﻀَﺎﺀِ ﺣُﺠَﻴْﺮَﺓً ﺫَﺭَّﺓً ٭


ﻓَﺎﻧْﻈُﺮْ ﺍِﻟَﻰ ﺍَﺛَﺎﺭِﻩِ ﺍﻟْﻤُﺘَّﺴِﻘَﺔِ ﻛَﻴْﻒَ ﺗَﺮَﻯ ﻛَﺎﻟْﻔَﻠَﻖِ ﺳَﺨَﺎﻭَﺓً ﻣُﻄْﻠَﻘَﺔً ﻣَﻊَ ﺍِﻧْﺘِﻈَﺎﻡٍ ﻣُﻄْﻠَﻖٍ ﻓِﻰ ﺳُﺮْﻋَﺔٍ ﻣُﻄْﻠَﻘَﺔٍ ﻣَﻊَ ﺍِﺗِّﺰَﺍﻥٍ ﻣُﻄْﻠَﻖٍ ﻓِﻰ ﺳُﻬُﻮﻟَﺔٍ ﻣُﻄْﻠَﻘَﺔٍ ﻣَﻊَ ﺍِﺗِّﻘَﺎﻥٍ ﻣُﻄْﻠَﻖٍ ﻓِﻰ ﻭُﺳْﻌَﺔٍ ﻣُﻄْﻠَﻘَﺔٍ ﻣَﻊَ ﺣُﺴْﻦِ ﺻُﻨْﻊٍ ﻣُﻄْﻠَﻖٍ ﻓِﻰ ﺑُﻌْﺪَﺓٍ ﻣُﻄْﻠَﻘَﺔٍ ﻣَﻊَ ﺍِﺗِّﻔَﺎﻕٍ ﻣُﻄْﻠَﻖٍ ﻓِﻰ ﺧِﻠْﻄَﺔٍ ﻣُﻄْﻠَﻘَﺔٍ ﻣَﻊَ ﺍِﻣْﺘِﻴَﺎﺯٍ ﻣُﻄْﻠَﻖٍ ﻓِﻰ ﺭُﺧْﺼَﺔٍ ﻣُﻄْﻠَﻘَﺔٍ ﻣَﻊَ ﻏُﻠُﻮٍّ ﻣُﻄْﻠَﻖٍ ٭ ﻓَﻬَﺬِﻩِ ﺍﻟْﻜَﻴْﻔِﻴَّﺔُ ﺍﻟْﻤَﺸْﻬُﻮﺩَﺓُ ﺷَﺎﻫِﺪَﺓٌ ﻟِﻠْﻌَﺎﻗِﻞِ ﺍﻟْﻤُﺤَﻘِّﻖِ ﻣُﺠْﺒِﺮَﺓٌ ﻟِْﻠﺎَﺣْﻤَﻖِ ﺍﻟْﻤُﻨَﺎﻓِﻖِ ﻋَﻠَﻰ ﻗَﺒُﻮﻝِ ﺍﻟﺼَّﻨْﻌَﺔِ ﻭَ ﺍﻟْﻮَﺣْﺪَﺓِ ﻟِﻠْﺤَﻖِّ ﺫِﻯ ﺍﻟْﻘُﺪْﺭَﺓِ ﺍﻟْﻤُﻄْﻠَﻘَﺔِ ﻭَ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﻤُﻄْﻠَﻖُ ٭ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻮَﺣْﺪَﺓِ ﺳُﻬُﻮﻟَﺔٌ ﻣُﻄْﻠَﻘَﺔٌ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻜَﺜْﺮَﺓِ ﻭَ ﺍﻟﺸِّﺮْﻛَﺔِ ﺻُﻌُﻮﺑَﺔٌ ﻣُﻨْﻐَﻠِﻘَﺔٌ ٭ ﺍِﻥْ ﺍُﺳْﻨِﺪَ ﻛُﻞُّ ﺍْﻟﺎَﺷْﻴَﺎﺀِ ﻟِﻠْﻮَﺍﺣِﺪِ ﻓَﺎﻟْﻜَﺎﺋِﻨَﺎﺕُ ﻛَﺎﻟﻨَّﺨْﻠَﺔِ ﻭَ ﺍﻟﻨَّﺨْﻠَﺔُ ﻛَﺎﻟﺜَّﻤَﺮَﺓِ ﺳُﻬُﻮﻟَﺔً ﻓِﻰ ﺍْﻟﺎِﺑْﺘِﺪَﺍﻉِ ٭ ﺍِﻥْ ﺍُﺳْﻨِﺪَ ﻟِﻠْﻜَﺜْﺮَﺓِ ﻓَﺎﻟﻨَّﺨْﻠَﺔُ ﻛَﺎﻟْﻜَﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻭَ ﺍﻟﺜَّﻤَﺮَﺓُ ﻛَﺎﻟﺸَّﺠَﺮَﺍﺕِ ﺻُﻌُﻮﺑَﺔً ﻓِﻰ ﺍْﻟﺎِﻣْﺘِﻨَﺎﻉِ ٭ ...



Birinci Mertebe


"Ve de ki: 'Hamd o Allâh'a mahsûstur ki, çocuk edinmemiştir; hem mülkte kendisine hiçbir ortak olmamıştır; âcizlikten dolayı O'nun için hiçbir yardımcı da olmamıştır. Artık O'nu tekbîr getirerek yücelt!" (İsrâ Sûresi, 11:111). Lebbeyk ve sa'deyk.. 


Celâli ne yücedir o Allâh ki, kudret ve ilim cihetiyle her şeyden en büyüktür. Zîrâ o öyle bir Hâlık ve Bârî ve Musavvirdir ki, kudretiyle insânı kâinât gibi yapmış ve insânı kader kalemiyle yazdığı gibi kâinâtı da bu kalemle yazmıştır. Çünki bu büyük âlem, bu küçük âlem gibi, O'nun kudretinin masnûu ve kaderinin mektûbudur. O'nun bu büyük âlemi ibdâ' etmesi, onu bir mescid hâline getirmiştir. Bu küçük âlemi îcâd etmesi, onu bir secde eden hâline getirmiştir. Bu büyük âlemi inşâ etmesi, onu bir mülk hâline getirmiştir. Bu küçük âlemi binâ etmesi, onu bir memlûk hâline getirmiştir. O'nun şu büyük âlemdeki san'atı, bir kitâb şeklinde tezâhür etmiştir. Bu küçük âlemdeki sıbgası, bir hitâb şeklinde çiçek vermiştir. O'nun şu büyük âlemdeki kudreti, O'nun haşmetini gösterir. Bu küçük âlemdeki rahmeti, ni'metini tanzîm eder. O'nun şu büyük âlemdeki haşmeti, O'nun vahdâniyetine şehâdet eder. Bu küçük âlemdeki ni'meti, O'nun ehadiyetini i'lân eder. O'nun şu büyük âlemde bulunan küll ve cüz'lerdeki mührü, sükûn ve hareket şeklindedir. Bu küçük âlemde bulunan cisim ve a'zâlardaki mührü, hüceyre ve zerre şeklindedir. 


Şimdi O'nun toplu hâldeki eserlerine bak. Nasıl sabâhın aydınlığı gibi mutlak bir intizâm ile berâber mutlak bir sehâvet göreceksin. Mutlak bir ittizân ile berâber mutlak bir sür'at içinde (göreceksin), mutlak bir ittikân ile berâber mutlak bir kolaylık içinde (göreceksin). Mutlak bir hüsn-i san'at ile berâber mutlak bir vüs'at içinde (göreceksin). Mutlak bir ittifâk ile berâber mutlak bir uzaklık içinde (göreceksin). Mutlak bir imtiyâz ile berâber mutlak bir karışıklık içinde (göreceksin). Mutlak bir kıymetlilik ile berâber mutlak bir kolaylık içinde (göreceksin). İşte bu görünen keyfiyet, ehl-i tahkîk olan akıl sâhibi için bir şâhiddir. Münâfık olan ahmağı, mutlak kudret sâhibi olan Hakk'ın san'atını ve vahdetini kabûle mecbûr bırakır. O, mutlak ilim sâhibidir. 


Hem vahdette mutlak bir kolaylık vardır. Kesret ve şirkte ise kilitlenmiş bir zorluk vardır. Eğer bütün eşyâ tek zâta isnâd edilse, yoktan îcâd etmekdeki kolaylık cihetiyle kâinât hurmâ ağacı gibidir, hurmâ ağacı da meyve gibidir. Eğer kesrete isnâd edilse, yoktan îcâd etmekdeki zorluk cihetiyle hurmâ ağacı kâinât gibidir, meyve ise ağaçlar gibidir. Zîrâ tek zât tek fiil ile pek çok eşyâya âid bir netîceyi ve bir vaz'iyeti külfetsiz ve mübâşeretsiz te'mîn edebilir. Eğer şu vaz'iyet ve netîce kesrete havâle edilse, tekellüfler, mübâşereler ve çekişmeler olmadan onlara ulaşmak mümkün olmaz. Askerlerle berâber kumandan gibi, taşlarla berâber usta gibi, yıldızlarla berâber yer gibi, damlalarla berâber fıskıye gibi, dâiredeki noktalarla berâber merkez noktası gibi. 


Şu sırdandır ki, vahdette intisâb, hudûdsuz kudret makâmına geçer. Hem sebeb kuvvetinin menba'larını taşımaya mecbûr olmaz. Ve eser o isnâd edilen şeye nisbet etmekle büyür. Şirket ise her sebeb kendi kuvvetinin menba'larını taşımaya mecbûrdur. Eser de kendi cirmi nisbetinde küçülür. Buradan hareketle karınca ve sinek cebbârlara karşı galebe etti. Ve küçük çekirdek koca bir ağacı taşıdı. 


Yine şu sırdandır ki, bütün eşyânın tek zâta isnâd edilmesinde îcâd etmek mutlak ademden olmaz. Bi'l-akis îcâd etmek, tıpkı âyînede temessül eden sûretin, kendisine bir vücûd-ı hâricînin verilmesi için kemâl-i sühûletle fotoğraf kâğıdına nakledilmesi gibi veyâ görünmez bir mürekkeb ile yazılmış bir hattın, gizli yazıyı ortaya çıkaran bir mâdde vâsıtasıyla izhâr edilmesi gibi, ilmen mevcûd olanı vücûd-ı hâricîye çıkarmakdır. 


Eşyânın esbâba ve kesrete isnâdında ise îcâd etmek adem-i mutlaktan olması gerekir. O ise eğer muhâl olmazsa, en zor şeylerden biri olur. Demek vahdetteki sühûlet vücûb derecesine varmaktadır. Kesretteki suûbet ise imtinâ' derecesine varmaktadır. 


Yine şu hikmettendir ki, Vahdette, ibdâ' ve îcâd "el-Eysi min el-leysi" yani mevcûdu müddetsiz ve mâddesiz olarak adem-i sırftan ibdâ' ve zerrâtı külfetsiz ve karışıksız olarak ilmî kalıba dökmek mümkün olur. Şirk ve kesrette ise, bütün ehl-i aklın ittifâkıyla ademden ibdâ' mümkün olmaz. Çünki bir zîhayâtın vücûdu için yeryüzü ve unsurlarda yayılmış olan zerrâtın toplanması gerekir. Ve ilmî kalıbın olmaması sebebiyle, o zîhayâtın cismindeki zerrelerin muhâfazası için, her zerrede küllî bir ilim ve mutlak bir irâde lâzım olur. 


Bununla berâber, şerîkler, kendilerine ihtiyâc duyulmayan, zâtları mümteni' ve sırf tahakkümî olan şeylerdir. Mevcûdâttan hiçbir şeyde onlara ne bir emâre vardır, ne de kendilerine bir işâret vardır. Zîrâ semâvât ve arzın hilkati, bizzarûre gayr-i mütenâhî bir kudret-i kâmile îcâb ettirir. Bu yüzden şerîklere ihtiyâc duyulmamıştır. Yoksa gayr-i mütenâhî bir kudret-i kâmilenin, hiçbir zarûret olmadan, zarûret bunun aksinde iken, nihâyetsiz olma vaktinde, mütenâhî başka bir kuvvetle sınırlandırılması ve sona erdirilmesi gerekir. O ise beş vecihle muhâldir. İşte şerîkler mümteni' oldular. Zâten mevcûdâttan hiçbir şeyde, ne şu vecihlerle mümteni' olan şerîklerin vücûtlarına bir işâret vardır, ne de tahakkuklarına bir emâre vardır.


Bu mes'eleyi Otuzikinci Risâlenin Birinci Mevkıfında zerrâttan seyyârâta kadar ve İkinci Mevkıfda semâvâttan teşehhusât-ı vechiyeye kadar îzâh ettik. Hepsi de sikke-i tevhîdi göstererek şirki reddeden cevâbı verdiler. 


O'nun şerîkleri olmadığı gibi, böylece O'nun ne muîni vardır ne de vezîrleri vardır. Esbâb ise, kudret-i ezeliyenin tasarrufu üzerine ancak ince bir perdedir. Esbâbın en şerefli ve ihtiyârı en geniş olanı insânın kendisidir; bununla berâber, yemek, söz söylemek ve düşünmek gibi en zâhir ef'âl-i ihtiyâriyesinin yüzlerce cüz'ünden elinde sâdece meşkûk tek bir cüz' vardır. Eğer ihtiyârı en şerefli ve en geniş olan sebeb, böyle gördüğün gibi tasarruf-ı hakîkîden elleri bağlanmış ise, îcâd ve rubûbiyette semâvât ve arzın hâlıkına hayvânât ve cemâdâtın şerîk olmaları nasıl mümkün olabilir. Nasıl ki pâdişâhın içine hediye koyduğu zarf veyâ içine hediye sardığı mendîl veyâ eliyle sana ni'met gönderdiği nefer o pâdişâha saltanatında şerîkler olması mümkün değildir. Öyle de elleriyle bize ni'metler gönderilmiş olan sebeblerin ve bizim için iddihâr edilmiş olan ni'metlere bizzât sandukçalar olan zarfların ve bize hediye edilmiş olan atâyâ-yı ilâhiyeye sarılan esbâbın yardımcı şerîkler veyâ müessir vâsıtalar olması mümkün değildir. 


(Osmanlıca Lem'alar sh: 689, yeniyazı sh: 290)


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst