Dördüncü Bâb'ın İkinci Faslı
Ekser aktâbın ve bilhâssa Gavs-ı Geylânî'nin her sabâh virdlerinin fâtihası hükmünde beş altı satır temcîd ve ta'zîm, benim için uzun bir silsile-i tefekkürün çekirdeği hükmüne geçip, doksan dokuz mertebe-i ma'rifet ve tevhîde işâret nev'inden bir sünbül-i ma'nevî vermiş. O doksan dokuz mertebesinden yetmiş dokuz mertebesi burada zikredildi. O işârâtın herbir fıkrasında iki cihetle Zât-ı Akdes'e bakar. Biri, hâzır ve meşhûd vaz'iyetiyle şehâdet eder, ma'nâsıyla ﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ta'bîriyle ifâde ediliyor ve emsâllerinin birbiri arkasından gelip geçmesinden tezâhür eden silsilenin işâretine ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ diye delâlet eder ma'nâsında ifâde edilmiştir. İşte
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﺍَﺻْﺒَﺤْﻨَﺎ ﴿٩١﴾ ﻭَ ﺍَﺻْﺒَﺢَ ﺍﻟْﻤُﻠْﻚُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟْﻜِﺒْﺮِﻳَﺎﺀُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
19 ﺍَﺻْﺒَﺤْﻨَﺎ Biz sabâha girdik. Bu sabâhın mülkü de Allâh'a şâhiddir. Bu bâbda iki nükte var.
Birinci Nükte şudur ki: Her şey hâl-i hâzır vücûduyla Cenâb-ı Hakk'ın vücûduna ve vahdetine şehâdet ettikleri gibi muntazaman tebeddül edip arkalarındaki emsâllerine yer vermek için gitmesiyle bir teceddüd sûreti altında azîm bir silsileyi göstermekle Cenâb-ı Hakk'ın vücûb ve vahdâniyetine delîl demektir.
Elhâsıl: ﺷَﻬِﻴﺪٌ fıkrasıyla hâl-i hâzır vücûdunu ve ﺩَﻟِﻴﻞٌ cümlesiyle de gelip geçen emsâllerinin terkîbinden teşekkül eden silsilesini gösterir.
İkinci Nükte: Kâide-i nahviye ile ﺍْﻟﺎَﻟﺎَﺀُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪَﺓٌ demek lâzım gelirken, ﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ deniliyor. Çünki herbir ﺍَﻟﺎَﺀ tek başıyla bir şâhiddir. ﺷَﻬِﻴﺪٌ müzekker lafzıyla herbir ferd şehâdet eder ma'nâsını ifâde ediyor. Eğer ﺷَﻬِﻴﺪَﺓٌ dese idi, cemâatin ma'nâsını ifâde ederdi. Meselâ: ﻭَﺍﻟﺮُّﺑُﻮﺑِﻴَّﺔُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ deniliyor. Çünki, rubûbiyetten murâd Cenâb-ı Hakk'ın rubûbiyetiyle ettiği terbiyeler ve tedbîrler şehâdet ediyor demektir. Nefs-i rubûbiyet görünmüyor. Fakat onun eseri olan terbiyeler ve tedbîrler görünüyor ki görünen şeyleri şâhid yapmak için ﺷَﻬِﻴﺪٌ denilmiş. Eğer ﺷَﻬِﻴﺪَﺓٌ denilse idi, doğrudan doğruya rubûbiyete râci' olurdu.
ﺍ ﺍِﻥَّ ﺭَﺣْﻤَﺖَ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﻗَﺮِﻳﺐٌ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤُﺤْﺴِﻨِﻴﻦَ âyetinin dahi ﺭَﺣْﻤَﺖَ müennes iken ﻗَﺮِﻳﺒَﺔٌ denmeyip ﻗَﺮِﻳﺐٌdenmesinin nüktesi, güneş hükmündeki âlî, küllî rahmetin yakınlığını ifâde etmekten ziyâde, o güneşin şuâ'ları olan husûsî ihsânlar murâd edildiğinden herbir muhsine yakın bir ihsân görülür. İhsân lafzı ise müzekkerdir. Onun hakkı ﻗَﺮِﻳﺐٌ dür.
Hem Cenâb-ı Hakk'ın muhsinlere rahmetiyle karîb olduğunu ifâde içindir ki ﻗَﺮِﻳﺒَﺔٌ denilmedi.
ﻭَ ﺍﻟْﻌَﻈَﻤَﺔُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟْﻬَﻴْﺒَﺔُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍﻟْﻘُﻮَّﺓُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟْﻘُﺪْﺭَﺓُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍْﻟﺎَﻟﺎَﺀُ ﴿٠٢﴾ ﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ﴿١٢﴾
٭ ﻭَ ﺍْﻟﺎِﻧْﻌَﺎﻡُ ﺍﻟﺪَّﺍﺋِﻢُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍﻟْﺒَﻬَﺎﺀُ ﴿٢٢﴾ ﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟْﺠَﻤَﺎﻝُ ﺍﻟﺴَّﺮْﻣَﺪُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍﻟْﺠَﻠﺎَﻝُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟْﻜَﻤَﺎﻝُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ ...
20 ﺍْﻟﺎَﻟﺎَﺀُ Ni'met.
21 Bunun emsâlinde ﺷَﻬِﻴﺪَﺓٌ lâzım gelirken müzekker lafzı bulunması, ﺍِﻥَّ ﺭَﺣْﻤَﺖَ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﻗَﺮِﻳﺐٌ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤُﺤْﺴِﻨِﻴﻦَ deki ﻗَﺮِﻳﺒَﺔٌ yerine ﻗَﺮِﻳﺐٌ deki nükte içindir. Bazı yerde cemâat gelse de ﻛﻞِّ ﻭﺍﺣﺪ murâd olduğundan müzekker lafzı olan ﺷَﻬِﻴﺪٌ zikredilmiştir.
22 ﺍَﻟْﺒَﻬَﺎﺀُ Hüsün demektir.
23 ﻭَﺍﻟْﻌَﻈَﻤُﻮﺕُ Mübâlağalı azamet.
24 ﺍَﻟْﺠَﺒَﺮُﻭﺕُ Azamûtun daha bâtını ve daha dâimîsi
25 ﺍَْﻟﺄَ ﻗْﻀِﻴَﺔُ ﺓ Hâl-i hâzır ve cüz'iyâtın mahsûs ve muntazam mikdârları Fâtır-ı Hakîm'in vücûduna şehâdet ettikleri gibi..
26 ﺍَﻟﺘَّﻘْﺪِﻳﺮُ Küllî şeylerin ve cüz'iyâtın zevâliyle başka bir takdîrin ve muntazam bir mikdârın tezâhürü yine o Fâtır-ı Hakîm'in vücûduna delâlet eder. Âdetâ hayâttaki intizâmât-ı kazâiye şehâdet ve hayât ve mevtin münâvebeleri içinde tecellî-i kader ve muntazamâne takdîr, ihyâ ve imâteye delâlet ediyor, demektir. Meselâ terbiye: Vücûdunu şerâiti dâhilinde idâre etmek ve tedbîr onu değiştirmek olup herbiri ayrı ayrı delâlet eder. Sair fıkralar buna kıyas edilsin..
ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍﻟﺘَّﺮْﺑِﻴَﺔُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟﺘَّﺪْﺑِﻴﺮُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍﻟﺘَّﺼْﻮِﻳﺮُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟﺘَّﻨْﻈِﻴﻢُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍﻟﺘَّﺰْﻳِﻴﻦُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟﺘَّﻮْﺯِﻳﻦُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍْﻟﺎِﺗِّﻘَﺎﻥُ ﴿٧٢﴾ ﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍﻟْﺠُﻮﺩُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍﻟْﺨَﻠْﻖُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍْﻟﺎِﻳﺠَﺎﺩُ ﺍﻟﺪَّﺍﺋِﻢُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ
ﻭَ ﺍﻟْﺤُﻜْﻢُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﺷَﻬِﻴﺪٌ ٭ ﻭَ ﺍْﻟﺎَﻣْﺮُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ ...
27 ﺍْﻟﺎِﺗِّﻘَﺎﻥُ Ehemmiyetli ve san'atlı yapılmasıdır.
28 Görünen mehâsinin zevâliyle ma'nevî ve misâlî sûretlerinin letâifi irâde edilmiştir. Veyâhûd o gelip geçen silsilenin mehâsini murâddır.
29 ﻣَﺤَﺎﻣِﺪْ Hâzır hamdleri murâd edip, medâih-i dâimiye ve sâbit senâlardır ki, gûyâ hâzır hamdlerin mâzî ve müstakbeli ihâta eden silsile-i emsâlinden tezâhür eden senâlardır.
30 Kemâlât; ma'bûdiyeti iktizâ eden kemâlât demektir. Yani âbidler ibâdetleriyle gitse de ma'bûdiyeti istilzâm eden kemâlât bâkîdirler. Bütün gelen silsileleri geçenlerin yerlerine ibâdete sevk eder.
31 ﻭَ ﺍﻟﺘَّﺤِﻴَّﺎﺕُ Yani bütün zîhayâtlar âsâr-ı hayâtlarını muntazaman murâd-ı İlâhî dâiresinde gösterdikleri cihetle Sâni'-i Zülcelâllerinin san'atını alkışlıyorlar. Nasıl ki bir zât hârika bir makine yapsa o makinenin başında bir fonoğraf bir fotoğraf gibi ayrı ayrı kendi kendine işler, konuşur, yazar, muhâbere eder cihâzât bulunsa, o adamın istediği tarzda işlese, netîcelerini güzelce verse, o makineye bakan nasılki o zâtı mâşâallâhlarla ve bârekallâhlarla alkışlar, ma'nevî hediyeler verir. Aynen o makine de ondan maksûd olan netîceleri, eserleri mükemmel izhâr etmekle o cihâzâtın lisân-ı hâliyle san'atkârını takdîrler ve tahsînlerle ve ma'nen mâşâallâhlarla tebrîk edip alkışlar ve tahiyyeler ve hediyeler verir. İşte bütün zîhayâtın herbirisi başında pek çok muhtelif fonoğraflar ve fotoğraflar ve telgraf ve telefon makineleri gibi çok makineler var. Onlar hilkatlerindeki netâici ve maksadları nihâyet derecede mükemmel gösterdiklerinden hayâtlarının tezâhürâtıyla tahiyyât ta'bîr edilen ma'nevî alkışlar hediyeler, tebrîkler ve tahsînlerle Sâni'-i Zülcelâl'in tesbîhâtını hem kemâlât-ı san'atını i'lân ediyorlar, demektir. Biz ise ﺍَﻟﺘَّﺤِﻴَّﺎ ﺕُ demekle kendi lisânımızla o tahiyyâtları yâd edip kendi hesâbımıza dergâh-ı İlâhîyeye takdîm ederiz. Zâten lisân o makinelerden birisidir ve ondan matlûb netîcelerden birincisi bu tercümânlıktır.