Konuya cevap cer

ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪ*ُ ﻭَ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ


َﺍْﻟﺎَﻭَّﻝُ: ﺑَﻘَﺎﺀُ ﻣَﻌَﺎﻧِﻴﻬَﺎ ﺍﻟْﺠَﻤِﻴﻠَﺔِ ﻭَ ﻫُﻮِﻳَّﺎﺗِﻬَﺎ ﺍﻟْﻤِﺜَﺎﻟِﻴَّﺔِ ٭


ﻭَ ﺍﻟﺜَّﺎﻧِﻰ: ﺑَﻘَﺎﺀُ ﺻُﻮَﺭِﻫَﺎ ﻓِﻰ ﺍْﻟﺎَﻟْﻮَﺍﺡِ ﺍﻟْﻤِﺜَﺎﻟِﻴَّﺔِ ٭


ﻭَ ﺍﻟﺜَّﺎﻟِﺚُ: ﺑَﻘَﺎﺀُ ﺛَﻤَﺮَﺍﺗِﻬَﺎ ﺍْﻟﺎُﺧْﺮَﻭِﻳَّﺔِ ٭


ﻭَ ﺍﻟﺮَّﺍﺑِﻊُ: ﺑَﻘَﺎﺀُ ﺗَﺴْﺒِﻴﺤَﺎﺗِﻬَﺎ ﺍﻟﺮَّﺑَّﺎﻧِﻴَّﺔِ ﺍﻟْﻤُﺘَﻤَﺜِّﻠَﺔِ ﻟَﻬَﺎ ﺍَﻟَّﺘِﻰ ﻫِﻰَ ﻧَﻮْﻉُ ﻭُﺟُﻮﺩٍ ﻟَﻬَﺎ ٭


ﻭَ ﺍﻟْﺨَﺎﻣِﺲُ: ﺑَﻘَﺎﺋُﻬَﺎ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻤَﺸَﺎﻫِﺪِ ﺍﻟْﻌِﻠْﻤِﻴَّﺔِ ﻭَ ﺍﻟْﻤَﻨَﺎﻇِﺮِ ﺍﻟﺴَّﺮْﻣَﺪِﻳَّﺔِ ٭ ...



Tercümesi: Yirmidokuzuncu Risâlede kat'iyetle ve zarûretle ve bâhir bürhânlarla O'nun bekâsı isbât edildiği gibi, eğer zîrûhlardan değilse, o zamân kavânîn-i hakîkatlerinin ve hilkatlerinin ve nevâmîs-i mâhiyetlerinin ve desâtîr-i teşekküllerinin bekâsıdır. Çünki bu kânûn ve nâmûs ve düstûr, bu ferd ve nev' için bir rûh-ı emrîdir. Nasıl ki, incir ağacı ölür ve yok olur; O'nun kavânîn-i teşekkülü olan rûh-ı emrîsi ise bâkî kalır ve bir zerre gibi olan çekirdeklerinde devâm eder. İşte bu rûh-ı emrî ölmüyor, belki O'nun üzerinde sûretler yenileniyor, belki zîhayâtın mâhiyeti devâm ediyor. Zîrâ O'nun mâhiyeti, bâkî olan esmâ-yı hüsnâdan bir ismin bir gölgesidir ki, şu mâhiyet, o bâkî ismin şuâı altında bekâ bulur ve O'nun hüviyeti yine bir çok misâlî levhalarda bâkî kalır. Öyleyse adem, ancak zâil bir vücûdun dâimî vücûdlara intikâli için bir ünvândır. 


ﻳﻌﻨِﻰ؛ ﺣَﺴْﺒِﻰ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﺩِ ﺍَﻧِّﻰ ﺍَﺛَﺮٌ ﻣِﻦْ ﺍَﺛَﺎﺭِ ﻭَﺍﺟِﺐِ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﺩِ ٭ ﻛَﻔَﺎﻧِﻰ ﺍَﻥٌ ﺳَﻴَّﺎﻝٌ ﻣِﻦْ ﻫَﺬَﺍ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﺩِ ﺍﻟْﻤُﻨَﻮَّﺭِ ﺍﻟْﻤَﻈْﻬَﺮِ ﻣِﻦْ ﻣَﻠﺎَﻳِﻴﻦَ ﺳَﻨَﺔٍ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﺩِ ﺍﻟْﻤُﺰَﻭَّﺭِ ﺍْﻟﺎَﺑْﺘَﺮِ ٭ ﻧَﻌَﻢْ ﺑِﺴِﺮِّ ﺍْﻟﺎِﻧْﺘِﺴَﺎﺏِ ﺍْﻟﺎِﻳﻤَﺎﻧِﻰِّ ﺗَﻘُﻮﻡُ ﺩَﻗِﻴﻘَﺔٌ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﺩِ؛ ﻣَﻘَﺎﻡَ ﺍُﻟُﻮﻑِ ﺳَﻨَﺔٍ ﺑِﻠﺎَ ﺍِﻧْﺘِﺴَﺎﺏٍ ﺍِﻳﻤَﺎﻧِﻰٍّ، ﺑَﻞْ ﺗِﻠْﻚَ ﺍﻟﺪَّﻗِﻴﻘَﺔُ ﺍَﺗَﻢُّ ﻭَ ﺍَﻭْﺳَﻊُ ﺑِﻤَﺮَﺍﺗِﺐَ ﻣِﻦْ ﺗِﻠْﻚَ ﺍْﻟﺎَﻟﺎَﻑِ ﺳَﻨَﺔٍ ٭ ...



Üçüncü Nükte


Allâh bize yeter Ve (O) ne güzel vekîldir. Zîrâ O öyle bir Vâcibü'l-Vücûddur ki, bu mevcûdât-ı seyyâle ancak O'nun îcâd ve vücûdunun tecelliyâtındaki teceddüde birer mazhardırlar. Onunla ve ona intisâbla ve O'nun ma'rifetiyle hadsiz envâr-ı vücûd hâsıl olur. O olmadığı zamân ise, adem zulümâtı ve firâk elemleri zuhûr eder.


Bu mevcûdât-ı seyyâle ancak birer âyînedir. Ve fenâları ve zevâlleri ve bekâlarında i'tibârî teayyünâtın değişmesiyle altı cihetle yenilenmektedir.


Birincisi: Güzel ma'nalarının ve misâlî hüviyetlerinin bâkî kalması.


İkincisi: Sûretlerinin misâlı levhalarda bâkî kalması.


Üçüncüsü: Uhrevî semerelerinin bekâsı.


Dördüncüsü: O'nun için bir nev'î vücûd olan ve kendisini temsîl eden Rabbânî tesbîhâtının bekâsı.


Beşincisi: İlmî meşhedler ve sermedî manzaralarda bekâsı.


Altıncısı: Eğer zîrûhlardan ise rûhlarının bekâsı. Zîrâ mevtlerinde, fenâlarında, zevâllerinde, ademlerinde, zuhûrlarında ve sönüp gitmelerindeki muhtelif keyfiyâtında olan vazîfeleri, ancak esmâ-yı ilâhiyenin mukteziyâtını izhâr etmektir.


Bu vazîfenin sırrından dolayıdır ki, mevcûdât, mevt ve hayât, vücûd ve ademle dalgalanan gâyet sür'atte bir sel gibi olmuştur. Yine bu vazîfeden dolayı, dâîmî fa'âliyet ve müstemir hallâkıyet tezâhür eder. Öyleyse hem benim hem her bir ferdin "Allâh bize yeter. Ve (O) ne güzel vekîldir." demesi gerekir.


Yani, Vâcibü'l-Vücûdun eserlerinden bir eser olmam, vücûd olarak bana yeter. Müzevver ve akîm olan vücûdun milyonlarca senesine karşı, münevver ve mazhar olan vücûdun bir ân-ı seyyâlesi bana kâfîdir.


Evet, intisâb-ı îmânî sırrıyla vücûdun bir dakîkası, intisâb-ı îmânîsiz binlerce senenin yerine geçebilir.


Belki şu dakîka, merâtib i'tibâriyle şu binlerce seneden daha etem ve daha geniştir.


Kezâ, semâda azameti ve arzda âyetleri olan ve gökleri ve yeri altı günde yaratan Zâtın san'atı olmam, vücûd ve kıymeti i'tibâriyle bana yeter.


Kezâ, semâyı kandîllerle süsleyip nûrlandıran ve yeryüzünü çiçeklerle süsleyip güzelleştiren zâtın masnûu olmam, vücûd ve kemâli i'tibâriyle bana yeter.


Kezâ, bu kâinât bütün kemâlâtı ve mehâsiniyle O'nun kemâli ve cemâline nisbetle zaîf bir gölge ve O'nun âyât-ı kemâli ve işârât-ı cemâli olan zâtın mahlûku ve memlûkü ve abdi olmam, fahır ve şeref olarak bana yeter.


Kezâ, sayısız ve saymakla bitmez ni'metlerin kâf ve nûn arasındaki latîf sandukçalarda iddihâr eden ve milyonlar kantarı, içinde tohumlar ve çekirdekler denilen latîf sandukçalar bulunan bir tek avuç içinde depolayan Zât, her şey için bana yeter.


Kezâ, bütün cemâl ve ihsân sâhiblerine karşı, bana O Cemîl ve Rahîm olan Zât yeter ki, bu güzel masnûât, mevsimlerin ve asırların ve dehirlerin geçmesiyle O'nun envâr-ı cemâlinin yenilenmesi için birer fânî âyînelerden başka bir şey değildir. Ve bu bahâr ve yaz mevsiminde yenilenen ni'metler ve birbirini ta'kîb eden meyveler, mahlûkâtın ve günlerin ve senelerin geçmesi üzerine O'nun dâimî in'âmındaki mertebelerin yenilenmesi için birer mazhardır.


Kezâ, Hâlık-ı mevt ve hayâtın esmâsının cilvelerine bir harîta ve bir fihriste ve bir fezleke ve bir mîzân ve bir mikyâs olmam, hayât ve mâhiyeti i'tibâriyle bana yeter.


Kezâ, Esmâ-yı Hüsnânın sâhibi olan Fâtırımın şuûnât-ı zâtiyesine hayâtımın mazhariyetiyle, kalem-i kudretle yazılmış ve o Kadîr-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyûmun esmâsını anlatıp gösteren bir kelime olmam, hayât ve vazîfesi i'tibâriyle bana yeter.


Kezâ, beni, içinde hedâyâ-yı rahmetinin müzeyyenâtı bulunan vücûd hullemin ve fıtrat kaftanımın ve muntazam hayâtımın gerdânlığının murassaâtıyla süsleyen Hâlıkımın esmâsının cilveleriyle süslenmekle kardeşlerim olan mahlûkât arasında i'lânım ve teşhîrim ve Hâlık-ı kâinâtın nazar-ı şühûduna i'lânım ve izhârım, hayât ve hukûku i'tibâriyle bana yeter.


Kezâ, zîhayâtların vâhib-i Hayât'a olan tahiyyelerini fehmetmem ve onlara şâhid olup onlara şâhidlik etmem, hukûk-ı hayâtım i'tibâriyle bana yeter. Kezâ, Sultân-ı Ezelîmin nazar-ı şühûduna arz olunmak için, îmânî bir şuûrla O'nun cevâhir-i ihsânının murassaâtıyla teberrüc ve tezyînim hukûk-ı hayâtım için bana yeter.


Kezâ, O'nun abdi ve masnûu ve mahlûku ve muhtâc olanı olduğuma ve O'na muhtâc bulunduğuma ve O'nun, hikmetine ve rahmetine lâyık bir şekilde terbiye eden Rahîm, Kerîm, Latîf ve bana ni'met verici ola Hâlıkım olduğuna dâir ilmim ve iz'ânım ve şuûrum ve îmânım, hayât ve lezzeti i'tibâriyle bana yeter.


Kezâ, mutlak olan aczimin ve mutlak olan fakrimin ve mutlak olan za'fımın emsâliyle o Kadîr-i Mutlak'ın merâtib-i kudretine ve o Rahîm-i Mutlak'ın derecât-ı rahmetine ve o Kaviyy-i Mutlak'ın tabakât-ı kuvvetine mikyâsiyetim, hayât ve kıymeti i'tibâriyle bana yeter.


Kezâ, Hâlıkımın muhît sıfatlarını anlamak için cüz'î ilim, irâde ve kudret sıfatlarımın cüz'iyetiyle ma'kesiyetim bana yeter. Böylece cüz'î ilmimin mîzânıyla O'nun muhît ilmini fehmederim.


Kezâ, Kâmil-i Mutlak ancak benim ilâhım olduğuna ve kâinâtta kemâlâttan ne varsa, O'nun kemâlinin âyetlerinden ve O'nun kemâline birer işâret olduğuna dâir ilmim kemâl olarak bana yeter.


Kezâ, nefsimde kemâlât olarak îmân-ı billâh bana yeter. Zîrâ îmân, beşer için bütün kemâlâtına bir menba'dır.


Kezâ, Esmâ-yı Hüsnânın sâhibi olan, beni yediren ve beni içiren ve beni terbiye eden ve beni tedbîr eden ve benimle konuşan ve celâli yüce olan ve lütuf ve ihsânı her şeyi kuşatan İlâhım ve Rabbim ve Hâlıkım ve Müsavvirim, muhtelif cihâzâtımın çeşitli lisânlarıyla istenilen envâ'-ı ihtiyâcâtıma âid her şey için bana yeter. 


(Osmanlıca Lem'alar sh: 725)


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst