Konuya cevap cer

ﺍَﻟﻨُّﻜْﺘَﺔُ ﺍﻟﺮَّﺍﺑِﻌَﺔُ


ﺣَﺴْﺒِﻰ ﻟِﻜُﻞِّ ﻣَﻄَﺎﻟِﺒِﻰ ﻣَﻦْ ﻓَﺘَﺢَ ﺻُﻮﺭَﺗِﻰ ﻭَ ﺻُﻮﺭَﺓَ ﺍَﻣْﺜَﺎﻟِﻰ ﻣِﻦْ ﺫَﻭِﻯ ﺍﻟْﺤَﻴَﺎﺓِ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻤَﺎﺀِ ﺑِﻠَﻄِﻴﻒِ ﺻُﻨْﻌِﻪِ ﻭَ ﻟَﻄِﻴﻒِ ﻗُﺪْﺭَﺗِﻪِ ﻭَ ﻟَﻄِﻴﻒِ ﺣِﻜْﻤَﺘِﻪِ ﻭَ ﻟَﻄِﻴﻒِ ﺭُﺑُﻮﺑِﻴَّﺘِﻪِ ٭ ...



Dördüncü Nükte


Benim sûretimi ve zîhayâtlardan olan emsâlimin sûretini, latîf san'atıyla ve latîf kudreti ve hikmetiyle ve latîf rubûbiyeti ile su içinde açan Zât, bütün metâlibim için bana yeter.


Kezâ, beni inşâ eden, kulağımı ve gözümü açan, cismimde bir lisân ve bir kalb derc eden, onda ve cihâzâtımda, rahmetinin çeşit çeşit hazînelerinin müddeharâtını tartmak için sayısız hassâs mîzânlar yerleştiren ve kezâ lisânımda ve kalbimde ve fıtratımda, esmâsının çeşit çeşit defînelerini anlamak için saymakla bitmez hassâs âletler derc eden zât, bütün maksadlarım için bana yeter.


Kezâ, bütün envâ'-i ni'metini ihsâs etmek ve ekser tecelliyât-ı esmâsını tattırmak için, bu a'zâ ve âlâtı ve bu cevârih ve cihâzâtı ve bu havâs ve hissiyâtı ve bu letâif ve ma'neviyâtı, celîl ulûhiyeti ve cemîl rahmetiyle ve kebîr rubûbiyeti ve kerîm re'fetiyle ve azîm kudreti ve latîf hikmetiyle, benim küçük ve hakîr şahsımda derc eden ve zaîf ve fakîr vücûdumda derc eden Zât bana yeter. 


(Osmanlıca Lem'alar sh: 726) 


ﺍَﻟﻨُّﻜْﺘَﺔُ ﺍﻟْﺨَﺎﻣِﺴَﺔُ


ﻟﺎَ ﺑُﺪَّ ﻟِﻰ ﻭَ ﻟِﻜُﻞِّ ﺍَﺣَﺪٍ ﺍَﻥْ ﻳَﻘُﻮﻝَ ﺣَﺎﻟﺎً ﻭَ ﻗَﺎﻟﺎً ﻭَ ﻣُﺘَﺸَﻜِّﺮًﺍ ﻭَ ﻣُﻔْﺘَﺨِﺮًﺍ:


ﺣَﺴْﺒِﻰ ﻣَﻦْ ﺧَﻠَﻘَﻨِﻰ ﻭَ ﺍَﺧْﺮَﺟَﻨِﻰ ﻣِﻦْ ﻇُﻠْﻤَﺔِ ﺍﻟْﻌَﺪَﻡِ ﻭَ ﺍَﻧْﻌَﻢَ ﻋَﻠَﻰَّ ﺑِﻨُﻮﺭِ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﺩِ ٭


ﻭَ ﻛَﺬَﺍ ﺣَﺴْﺒِﻰ ﻣَﻦْ ﺟَﻌَﻠَﻨِﻰ ﺣَﻴًّﺎ ﻓَﺎَﻧْﻌَﻢَ ﻋَﻠَﻰَّ ﻧِﻌْﻤَﺔَ ﺍﻟْﺤَﻴَﺎﺓِ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﺗُﻌْﻄِﻰ ﻟِﺼَﺎﺣِﺒِﻬَﺎ ﻛُﻞَّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻭَ ﺗُﻤِﺪُّ ﻳَﺪَ ﺻَﺎﺣِﺒِﻬَﺎ ﺍِﻟَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ٭


ﻭَ ﻛَﺬَﺍ ﺣَﺴْﺒِﻰ ﻣَﻦْ ﺟَﻌَﻠَﻨِﻰ ﺍِﻧْﺴَﺎﻧًﺎ ﻓَﺎَﻧْﻌَﻢَ ﻋﻠَﻰَّ ﺑِﻨِﻌْﻤَﺔِ ﺍْﻟﺎِﻧْﺴَﺎﻧِﻴَّﺔِ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﺻَﻴَّﺮَﺕِ ﺍْﻟﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﻋَﺎﻟَﻤًﺎ ﺻَﻐِﻴﺮًﺍ ﺍَﻛْﺒَﺮَ ﻣَﻌْﻨًﺎ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢِ ﺍﻟْﻜَﺒِﻴﺮِ ٭ ...



Beşinci Nükte 


Benim her bir ferdin, hâl ve kâl ile ve teşekkür ve iftihârla şöyle dememiz gerekir.


Beni yaratan ve beni adem zulmetinden çıkararak bana vücûd nûrunu in'âm eden Zât bana yeter.


Kezâ, beni hayât sâhibi kılarak, sâhibine her şeyi veren ve sâhibinin elini her şeye uzatan hayât ni'metini bana in'âm eden Zât bana yeter.


Kezâ, beni insân yaparak, insânı, âlem-i kebîrden ma'nen daha büyük olan küçük bir âlem hâline getiren insâniyet ni'metini bana in'âm eden Zât bana yeter.


Kezâ, beni mü'min kılarak, dünyâ ve âhireti ni'metlerle dolu iki sofra hâline getirip îmân eliyle mü'mine onları takdîm eden îmân ni'metini bana in'âm eden Zât bana yeter.


Kezâ, beni habîbi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ümmetinden kılarak, îmânda bulunan ve kemâlât-ı beşeriyenin en yüksek merâtibinden olan muhabbet ve mahbûbiyet-i ilâhiyeyi bana in'âm eden Zât bana yeter ki, bu muhabbet-i îmâniye ile, mü'minin istifâde elleri imkân ve vücûb dâiresinin nihâyetsiz müştemilâtına kadar uzanır.


Kezâ, cins ve nev'î ve dîn ve îmân cihetiyle beni mahlûkâtının bir çoğundan üstün kılıp beni ne câmid, ne hayvân ne de dalâlette giden yapmayan Zât bana yeter ki, hamd de O'na mahsûstur, şükür de O'na mahsûstur.


Kezâ, "Beni ne yerim ne de göğüm içine sığdırabilir; fakat beni mü'min kulumun kalbi içine sığdırabilir" meâlindeki hadîsin sırrıyla, beni esmâsının tecelliyâtına câmi' bir mazhar yaparak kâinâtın içine sığdıramadığı bir ni'meti bana in'âm eden Zât bana yeter. Yani, mâhiyet-i insâniye, bütün kâinâtta tecellî eden esmânın bütün tecelliyâtına mazhar ve câmi'dir.


Kezâ, bende bulunan mülkünü benim için muhâfaza edip sonra onu bana iâde etmek için benden satın alan ve karşılığında bize cenneti veren Zât bana yeter. Vücûdumun zerrelerinin zerrât-ı kâinâtla darbı adedince şükür de Ona mahsûstur. Hamd de O'na mahsûsdur.


Hasbî Rabbî Cellallâh Nûr-u Muhammed Sallallâh. Lâ ilâhe illallâh.


Hasbî Rabbî Cellallâh Sırr-u kalbî zikrullâh. Zikr-u Ahmed Sallallâh.


Lâ ilâhe illallâh. 


(Osmanlıca Lem'alar sh: 728) 


ﺍَﻟْﺒَﺎﺏُ ﺍﻟﺴَّﺎﺩِﺱُ


(38)


38 Çok risâlelerde beyân etmişiz ki: İnsânın fıtratında hadsiz bir acz ve nihâyetsiz bir fakr bulunmakla berâber hadsiz a'dâsı ve nihâyetsiz metâlibi vardır. İnsân bu acz ve fakrından fıtraten bir Kadîr-i Rahîm'e ilticâya muhtâcdır. Nasıl ki ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪ*ُ ﻭَ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ birinci cümlesi acze merhem ve bütün a'dâsına karşı bir melce' gösterir. ﻭَ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ cümlesinde de fakrına da ve o bütün metâlibine de bir vesîleyi gösterdiği gibi ﻟﺎَ ﺣَﻮْﻝَ ﻭَﻟﺎَ ﻗُﻮَّﺓَ ﺍِﻟﺎَّ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪ*ِ ﺍﻟْﻌَﻠِﻰِّ ﺍﻟْﻌَﻈِﻴﻢِ dahi başka bir sûrette aynen ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪ*ُ gibi acz ve fakr-ı beşerînin ilâcı ﻭَ ﻟﺎَ ﺣَﻮْﻝَ kelimesi a'dâsına karşı nokta-i istinâdı kendi kuvvetinden teberrî etmekle kuvvet-i İlâhiyeye ilticâ ﻭَﻟﺎَ ﻗُﻮَّﺓَ kelimesiyle metâlibine ve hâcâtına vesîle-i mutlak tevekkül ile kudret-i İlâhiyeye i'timâd etmektir. Bu ﻟﺎَ ﺣَﻮْﻝَ ﻭَﻟﺎَ ﻗُﻮَّﺓَ cümlesinin pek çok merâtibini kendimde tecrübe ile hissettim. O mertebelere birer kısa kelime ile işâretler koymuşum. O işâretler vâsıtasıyla o merâtibi mülâhaza ediyorum. Bu bâbda kısmen o mertebeleri remzeden kelimeler aynen zikredilecektir. 


Altıncı Bâb 


ﻓِﻰ ﻟﺎَ ﺣَﻮْﻝَ ﻭَ ﻟﺎَ ﻗُﻮَّﺓَ ﺍِﻟﺎَّ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪ*ِ ﺍﻟْﻌَﻠِﻰِّ ﺍﻟْﻌَﻈِﻴﻢِ


Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l aliyyi'l azîm hakkındadır. 


ﻭَ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟْﻜَﻠِﻤَﺔُ ﺍﻟﻄَّﻴِّﺒَﺔُ ﺍﻟْﻤُﺒَﺎﺭَﻛَﺔُ ﺧَﺎﻣِﺴَﺔٌ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﺨَﻤْﺴَﺔِ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻴَﺎﺕِ ﺍﻟﺼَّﺎﻟِﺤَﺎﺕِ ﺍﻟْﻤَﺸْﻬُﻮﺭَﺍﺕِ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﻫِﻰَ ﴿ﺳُﺒْﺤَﺎﻥَ ﺍﻟﻠَّﻪ*ِ ﻭَ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ِﻟﻠَّﻪ*ِ ﻭَ ﻟﺎَ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪ*ُ ﻭَ ﺍﻟﻠَّﻪ*ُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﻭَ ﻟﺎَ ﺣَﻮْﻝَ ﻭَ ﻟﺎَ ﻗُﻮَّﺓَ ﺍِﻟﺎَّ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪ*ِ ﺍﻟْﻌَﻠِﻰِّ ﺍﻟْﻌَﻈِﻴﻢِ﴾


Bu mübârek kelime-i tayyibe, "Subhanallah" ve "Elhamdulillah" ve "Lâ ilahe illallah" ve "Allahuekber" ve "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l aliyyi'l azîm" olan meşhûr "bâkiyât-ı sâlihât" tan [bâkî kalıcı beş sâlih amel] beşinci olanıdır.


(Osmanlıca Lem'alar sh: 729) 


ﺍِﻟَﻬِﻰ ﻭَ ﺳِﻴِّﺪِﻯ ﻭَ ﻣَﺎﻟِﻜِﻰ ﻟِﻰ ﻓَﻘْﺮٌ ﺑِﻠﺎَ ﻧِﻬَﺎﻳَﺔٍ ﻣَﻊَ ﺍَﻥَّ ﺣَﺎﺟَﺎﺗِﻰ ﻭَ ﻣَﻄَﺎﻟِﺒِﻰ ﻟﺎَ ﺗُﻌَﺪُّ ﻭَ ﻟﺎَ ﺗُﺤْﺼَﻰ ﻭَ ﺗَﻘْﺼُﺮُ ﻳَﺪِﻯ ﻋَﻦْ ﺍَﺩْﻧَﻰ ﻣَﻄَﺎﻟِﺒِﻰ ﻓَﻠﺎَ ﺣَﻮْﻝَ ﻭَ ﻟﺎَ ﻗُﻮَّﺓَ ﺍِﻟﺎَّ ﺑِﻚَ ﻳَﺎ ﺭَﺑِّﻰَ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ ﻭَ ﻳَﺎ ﺧَﺎﻟِﻘِﻰَ ﺍﻟْﻜَﺮِﻳﻢِ ﻳَﺎ ﺣَﺴِﻴﺐُ ﻳَﺎ ﻭَﻛِﻴﻞُ ﻳَﺎ ﻛَﺎﻓِﻰ ٭ ﺍِﻟَﻬِﻰ ﺍِﺧْﺘِﻴَﺎﺭِﻯ ﻛَﺸَﻌْﺮَﺓٍ ﺿَﻌِﻴﻔَﺔٍ ﻭَ ﺍَﻣَﺎﻟِﻰ ﻟﺎَ ﺗُﺤْﺼَﻰ ﻓَﺎَﻋْﺠِﺰُ ﺩَﺍﺋِﻤًﺎ ﻋَﻤَّﺎ ﻟﺎَ ﺍَﺳْﺘَﻐْﻨِﻰ ﻋَﻨْﻬَﺎ ﺍَﺑَﺪًﺍ؛ ﻓَﻠﺎَ ﺣَﻮْﻝَ ﻭَ ﻟﺎَ ﻗُﻮَّﺓَ ﺍِﻟﺎَّ ﺑِﻚَ ﻳَﺎ ﻏَﻨِﻰُّ ﻳﺎَ ﻛَﺮِﻳﻢُ ﻳَﺎ ﻛَﻔِﻴﻞُ ﻳﺎَ ﻭَﻛِﻴﻞُ ﻳﺎَ ﺣَﺴِﻴﺐُ ﻳَﺎ ﻛَﺎﻓِﻰ ٭ ...



Ey İlâhım ve Seyyidim ve Mâlikim,


Benim nihâyetsiz fakrım vardır. Bununla berâber hâcâtım ve metâlibim sayısız ve saymakla bitmez. Benim elim ise, metâlibimin en ednâsına ulaşmaz. Havl ve kuvvet ancak Sendedir, ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! Ey Hasîb, ey Vekîl, ey Kâfî!


İlâhî, ihtiyârım zaîf bir kıl gibi; emellerim ise saymakla bitmez. Hiçbir zamân kendilerinden müstağnî kalamayacağım şeylerden ise dâimâ âcizim.


Havl ve Kuvvet ancak Sendedir, ey Ganî, ey Kerîm, ey Kefîl, ey Hasîb, ey Kâfî!


Ey İlâhım ve Seyyidim ve Mâlikim, 


Benim iktidârım zaîf bir zerre gibidir. Bununla berâber düşmanlar, illetler, evhâmlar, korkular, elemler, hastalıklar, zulmetler, dalâletler ve uzun seferler saymakla bitmez. Onlara karşı havl ve onlara mukâbele etmeye kuvvet ancak sendedir, ey Kavî, ey Kadîr, ey Karîb, ey Mücîb, ey Hafîz, ey Vekîl!


Ey ilâhım! Emsâlim gibi, hayâtım da sönecek olan bir şu'le gibidir. Arzûlarım ve emellerim ise saymakla bitmez. Bu emelleri taleb etmeye karşı havl ve onları tahsîl etmeye kuvvet ancak sendedir.


Ey Hay, ey Kayyûm, ey Hasîb, ey Kâfî, ey Vekîl, ey Vâfî!


Ey ilâhım! Akrânım gibi, ömrüm de tükenecek bir dakîka gibidir. Bununla berâber maksadlarım ve metâlibim sayısızdır ve saymakla bitmez. Onlara karşı havl ve onlara yetecek kuvvet ancak Sendedir, ey Ezelî olan, ey Ebedî olan, ey Hasîb, ey Kâfî, ey Vekîl, ey Vâfî!


Ey ilâhım! Şuûrum, sönüp gidecek olan bir lem'a gibidir. Bununla berâber envâr-ı ma'rifetinden olup muhâfaza edilmesi gereken şeyler ve zulümât ve dalâletten olup kendisinden muhâfaza olunulması gereken şeyler sayısızdır ve saymakla bitmez. Bu zulümât ve dalâlete karşı havl ve bu envâr ve hidâyât üzerine kuvvet ancak sendedir, ey Alîm olan, ey Habîr olan, ey Hasîb, ey Kâfî, ey Hafîz, ey Vekîl!


Ey ilâhım! Benim sabırsız bir nefsim, feryâd eden bir kalbim, zaîf bir sabrım, nahîf bir cismim, alîl ve zelîl bir bedenim vardır. Bununla berâber mâddî ve ma'nevî yüklerden üzerime yüklenen ağırdır ağır. Bu yüklere karşı havl ve onları taşımaya kuvvet ancak sendedir, ey Rabb-i Rahîmim, ey Hâlık-ı Kerîmim, ey Hasîb, ey Kâfî, ey Vekîl, ey Vâfî.


Ey ilâhım! Zamândan bana âid olan, akışı sür'atli olan geniş bir selde akıp giden bir ândır. Mekândan bana âid olan ise kabir kadardır. Bununla berâber sâir mekânlarla ve zamânlarla alâkam vardır. Onlara olan alâkaya karşı havl ve onlarda bulunanlara ulaşmaya kuvvet ancak Sendedir, ey mekânların ve kevnlerin Rabbi, ey dehirlerin ve zamânların Rabbi, ey Hasîb, ey Kâfî, ey Kefîl, ey Vâfî!


Ey ilâhım! Benim nihâyetsiz bir aczim, hadsiz bir za'fım vardır. Bununla berâber düşmanlarım ve bana elem verenler ve kendisinden korktuğum şeyler ve beni tehdîd eden belâlar ve âfetler saymakla bitmez. Onların hücûmlarına karşı havl ve onları def' edecek kuvvet ancak Sendedir, ey Kavî, ey Kadîr, ey Karîb, ey Rakîb, ey Kefîl, ey Vekîl, ey Hafîz, ey Kâfî!


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst