Konuya cevap cer


Risâle-i Nûrları Sadeleştirme Üzerine…!



Son haftalarda gündeme gelen Risâle-i Nûr Külliyatı’ndan Lem’alar  adlı eserin sadeleştirilmesi üzerine yoğun bir tartışma başlamış  durumda. Meseleye Risâle-i Nûrlara sadâkatla hizmet eden saff-ı evvel  ağabeyler ve mesâisini Risâle-i Nûrlara teksîf etmiş bulunan yazarlar  bigâne kalmadılar ve çeşitli vesîlelerle düşüncelerini kamuoyuna deklare  ettiler. İyi de ettiler. Acaba Risâle-i Nûrlar üzerine niçin bu kadar  hassasız ve titriyoruz? Çünkü ”Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki:  Sözleri kendi malı ve te’lîfi gibi hissedip sahip çıksın.[1]” Öyleyse  elbette ki hassas olacağız ve üzerine titreyeceğiz. Bizler de elimizden  geldiği kadar dahâ çok Külliyattan mes’elenin ciddîyetine bakan  yönlerini nazarlara sunmaya çalıştık. Çünkü bu mes’ele üzerine de ilk  mihenk ve me’haz Risâle-i Nûrlar olmalı düşüncesi ile Üstâd Bedîüzzamân  Hazretleri’nin bu konu ile ilgili düşüncelerini duyurmak istedik.  Me’hazdan meseleye dikkatleri çekme arzusunda olduk. Bedîüzzamân  Hazretleri “Evet, Risâle-i Nûr size mükemmel bir me’haz olabilir.[2]”  demektedir. “Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki,  Risâle-i Nûr eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır.[3]”



 Bedîüzzamân Hazretleri Risâle-i Nûr talebelerinin, hâlis  şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesânüdünden  süzülen ve tezâhür eden bir şahs-ı mânevî olarak ta’rîf ettiği mütesânid  heyetin vazîfelerini “şerh ve îzâhla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir  ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları te’lîf ve  Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makâmını tekmille ve Risâle-i Nûr’u tanzîm ve  tertîb ve tefsîr ve tashîhle devam edecek.[4]” şeklinde tasnîf etmiştir.  Dikkat edilirse bu vazîfeler içinde sadeleştirme diye bir vazîfe  bulunmamaktadır.



Öyleyse neden böyle bir yola başvurulma gereği duyulmuştur? Burada  çok önemli bir nokta atlanmış durumdadır. Risâle-i Nûrlar, maslahat-ı  beşeriye için kesilmiş ve biçilmiştir. Hâlbuki Risâle-i Nûr müellifi  Aziz Üstâd’ımız Bedîüzzamân Hazretleri ve O’nun sadâkat timsâli saff-ı  evvel talebelerinin sadeleştirme meselesine kesinlikle izin  vermediklerini Külliyatın müteferrik yerlerinde defaatle görüyoruz.



Yaptığımız okumalar ve araştırmalar neticesinde çok mühîm yerlere  tevâfuk ettiğimizi beyan etmek isteriz. Meselâ Hulûsi ağabeyin “Bir  harfe dokunmayı azîm bir günâh işliyorum telâkkî ediyorum.[5]” cümlesi  meselenin ne kadar ciddî olduğunu gösteriyor. Yine Hâfız Ali(ra)  ağabeyin “Ve takdîm-i âcizânem olan iki nüshadaki sanat-ı bedia, akıl ve  istidâd-ı beşerden pek uzak bir tarzda güya tezgâhında ölçülerek,  biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhûr ettiğini gösteriyor. Şu  zamanın akıldan uzak eblehlerine mânen diyorlar ki, bizim hâlen  üzerimizde tecellî eden cilve-i cemâli, aklınızla ölçemezsiniz. Yalnız  gözleriniz varsa görebilirsiniz.[6]” Niçin sadeleştirme işine girişen ve  bunu fiilen ortaya koyanlar bu mes’elede bizlere me’haz olarak  bırakılan Risâle-i Nûr eserlerine mürâcaat etmemişler de kendilerini “Şu  zamanın akıldan uzak eblehleri…” konumuna düşürmüşler! Yazık değil mi?  Yapılan samîmâne açıklamalar ve i’tirâzlar üzerine halen kamuoyuna  yapılan fiilin doğruluğunu ve indî ve şahsî görüşleri açıklamaya devam  etmenin mânâsı var mıdır?



Bedîüzzamân Hazretleri, bırakınız sadeleştirmeyi; tashîhat  mes’elesinde bile ne kadar ciddî ve titiz davranıyor. Hatta Risâle-i  Nûrların bir harfinden bile meydana gelecek hatanın ve yanlışın ciddî  bir mânâyı zâyi ettiğini bildiriyor. “Hakîkaten tashîh meselesi  ehemmiyetlidir. Bazan bir harfin ve bir noktanın yanlışı, kıymetli bir  mânâyı zâyi eder.[7]” diyerek bir noktada bile yapılabilecek bir hatanız  azîm bir mânâ kaymasına sebep olacağını söylüyor.



Risâle-i Nûrların te’lîfinde öyle büyük bir ihlâs ve haslet var ki  kim o seviyeyi bulabilecek! Kim o eserleri aynı isim üzerine  sadeleştirebilecek? Hem o eserler yüksek ilmî seviyeden ve şecâatten  aşağılara düşmeyecek mi? Risâle-i Nûrları okutan ve milyonların akıl,  kalb ve rûhları üzerinde bıraktığı azîm te’sîrin sırrı şudur ki “Saîd  yoktur. Saîd’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakîkattir,  hakîkat-i îmâniyedir.[8]” Belki de Risâle-i Nûr hariç hiçbir esere  nasîb olmayan sır budur. Yanî Kur’ân’a şeffaf bir ayna olması ve sadece  Kur’ân’ın kudsiyetini vicdanlara göstermesidir.



Sanırım Risâle-i Nûr eserlerinin te’lîf hakîkatleri halen  anlaşılmamış olmalı ki böyle bir yola teveccüh edilmiş ve büyük bir  hakîkatten gaflet edilmiş. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri, “Hem yazdığım  vakit, irâde ve ihtiyârım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle  tanzîm veya ıslâh etmeği muvâfık görmediğim için bir parça fehmi işkâl  edecek bir vaziyet aldı.[9]” der. Yazılar risâleleri “kendi fikrimle  tanzîm veya ıslâh etmeği muvafık görmediğim için irâde ve ihtiyârım ile  olmadığını hissettiğimden…” diyen bir müellif nasıl olur da Kur’ân’dan  mülhem ve tereşşuh etmiş olan eserlerinin sadeleştirilmesine razı  olabilir? Şu gelen ifâdeler de zaten bu meseleye bir mihenk olmuyor mu?  “Resâil-in Nûr’un mesâili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir  ihtiyârla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünûhât, zuhûrât, ihtarât ile  oluyor.[10]”



Hem te’lîf edilen eserler hakkında çok manidâr bir noktayı vuzûha  kavuşturan Üstâd Hazretleri şu ifâdelerle kelimelerine kalem  karıştırılmaması gerektiğini açıkça belirtiyor.” Hâlbuki tanzîmsiz,  müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hâl ile yazılmış ise, öyle kalması  lâzım geliyordu. Sonradan tashîh ve tanzîm etmeye me’zun değiliz!  (Mektubat -488)” Pekâlâ bu eserlerin müellif-i muhteremi Âziz Üstâd’ımız  me’zun değilse başkaları nasıl izinli olabilir? Üstâd başka ne desin  ki? Sadeleştirilmemesi için mihenk arayanlara bu noktalar yetmez mi?  Halen ihtiyaç var bahanesi ile o güzîde eserlerin akıl, kalb, rûh ve  latîfe-i Rabbaniyeler üzerinde bıraktığı müessir iksiri yok etmeye  kalkışmak neye hizmet etmektir ki?



Bakınız Bedîüzzamân Hazretleri’nin dünyalara değişmek dediği ve Nûrun  Kumandanı sıfatına lâyık merhum Zübeyir Gündüzalp ağabey Gençlik  Rehberi’ndeki Konferans’ında Risale-i Nûr’un anlaşılması husûsunda neler  diyor? “Kur’anın bu asırda yüksek bir tefsîri olan Risâle-i Nûr’daki  bazı bahisleri başlangıçta tamâmen anlayamazsanız da onun mânevî te’sîri  ve mânevî feyzi, rûh ve kalbinize nüfuz eder; mânâ âleminizi istilâ’  eder, kat’iyyen istifâdesiz kalmazsınız.” Bu te’sîri hisseden  milyonlarca insan sanırım bu sadeleştirme hadisesine razı değildir. Bu  kalbî, aklî, rûhî ızdırârî ve fiilî i’tirâzlar dikkate alınmalıdır.



Şimdi gelelim Risâle-i Nûr anlaşılmıyor ve insanlara O’nun dili ağır  geliyor ithâmına. Kesinlikle bu mâzeret doğru değildir. Risâle-i Nûr  Külliyatı satırları içersindeki hakîkatler bu fikri tekzîb ediyor.  Meselâ gelen ifâdelere bakınız ne kadar açık ve nettir. “Risâle-i Nûr  eczaları, bütün mühîm hakâik-i îmâniye ve Kur’âniyeyi hattâ en muannide  karşı dahi parlak bir sûrette isbatı, çok kuvvetli bir işâret-i gaybîye  ve bir inâyet-i İlâhiyedir. Çünki hakâik-i îmâniye ve Kur’âniye içinde  öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telâkkî edilen İbn-i Sina, fehminde  aczini i’tirâf etmiş, “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Onuncu Söz  Risalesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakâiki; avamlara da, çocuklara  da bildiriyor.[11]” Kime bildiriyormuş? “Avamlara da, çocuklara da  bildiriyor.” Pekâlâ, sadeleştirme yapanlar neyi bahane ediyorlar?  Risale-i Nûru anlamayan kitleler var. Kimmiş bu kitlelar? Avam ve  çocuklardan da dahâ mı aşağı acaba bu kitleler?



Hem “Bütün bu risâlelerde, bütün derin hakâik, temsilât vasıtasıyla,  en âmî ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. Hâlbuki o hakâikin çoğunu  büyük âlimler “tefhim edilmez” deyip, değil avama, belki havassa da  bildiremiyorlar.[12]” İşte bakınız “bütün derin hakâik, temsilât  vasıtasıyla, en âmî ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor.” deniliyor.  Acaba sadeleştirmeyi okuyacak olanlar “en âmî ve ümmî”lerden de aşağıda  olanlar mı acaba? Hâlbuki burada “en” denilerek muhatapların son  seviyesi çizilmiş. Demek Risâle-i Nûr hakîkatleri “en âmî ve ümmî”  olanların bile anlayacağı derslerdir. “Risâle-i Nûr bu vazîfeyi; en  dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu ve nâzik bir vakitte, herkesin  anlayacağı bir tarzda, hakâik-i Kur’âniye ve îmâniyenin en derin ve en  gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar ile isbât eder.[13]” diye ortaya  konan açık ifâde karşısında “Risâle-i Nûr iyi anlaşılmıyor” diyenler  mezkûr beyanda geçen “herkesin anlayacağı bir tarzda” ifâdesine ters  düşmezler mi?



Mâdem Risâle-i Nûr, “Havassın fikirleri yetişmediği esrâr-ı  kaderiyeyi, basit avamların zihinlerine takrîb edip anlattırıyor.[14]”  Basit avamların zihinlerine yaklaştırılan hakîkatleri sadeleştirerek  rûh-i aslîsinden koparma neye hizmet etmektir ki?



Hem mâdem “Risâle-i Nûr; bütün tabakât-ı beşere hem medrese, hem  mekteb, hem kışla, hem hekîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en  ehass-ı havassa kadar ders verip, tâlim ve terbiye etmesi bizce  meşhûddur.[15]” Hem mâdem Risâle-i Nûr parçalarından “En derin bir  feylesofla bir çocuk onlardan en derin hakîkatı anlayabilir ve vehim ve  vesveseli bırakmaz.[16] Avamdan en âlim ve en münevvere kadar her  sınıfın kendi istidâdı nisbetinde istifâde edebileceği bir eser  külliyatıdır. İşte bu hakîkatler içindir ki; Nûrları okuyan ve yazan  nûrcular dünyanın her tarafında gittikçe çoğalmaktadır.[17]”



Şu hakîkat unutulmamalıdır. Risâle-i Nûr başka kitaplar gibi yalnız  ilim vermiyor; onun mânevî dersi de vardır. “Her risâlede herkesin  hissesi var, fakat herkes her şey’ini bilmek lâzım değildir.” Üstâd  Bedîüzzamân Hazretleri’nin şu ifâdesini de nazar-ı dikkate almak  gerekir: ”Benim tarz-ı ifâdem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir  parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti  var.[18] ” Çünkü “O ulûm-u îmâniye ve o edviye-i rûhaniye, ihtiyacını  hissedenlere ve ciddî ihlâs ile istimâl edenlere yeter, kâfi gelir.[19]”



Öyleyse “Risâle-i Nûr, saîr ilimler ve kitablar gibi okunmamalı.  Çünkü ondaki îmân-ı tahkîkî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere  benzemez. Akıldan başka çok letâif-i insâniyenin kût ve nûrlarıdır.[20]“  Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrâr mütâlaa ile izdiyâdına  çalışmalıyız.[21] “Yazılan parçaları dikkatle ve tekrârla  okuyunuz.[22]“Gazete gibi okumayınız.[23]” “Bir mevhibe-i İlâhiyye olan o  esrâr, halis bir niyet ile ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsâniyeden  tecerrüd etmek vesîlesiyle gelebilir.[24]”



Bâkî ÇİMİÇ

bakicimic@hotmail.com



[1] Mektubat,2004,s:576

[2] Barla Lâhikası,2006,s:390

[3] Mektubat,2004,s:725

[4] Barla Lâhikası,2006,s:588

[5] Barla Lâhikas,2006,s:112

[6] Barla Lâhikası,2006,s:390

[7] Emirdağ Lâhikası-I,2006,s:260

[8] Emirdağ Lâhikası-II,2006,s:619

[9] Şualar,2005,s:164

[10] Kastamonu Lâhikası,2006,s:298

[11] Mektubat,2004,s:632

[12] Mektubat,2004,s:634

[13] Şualar,2005,s:1142

[14] Sözler,2004,s:1272

[15] Kastamonu Lâhikasın,2006,s:83

[16] Nur Çeşmesi, s:5

[17] Nur Çeşmesi, s:169

[18] Emirdağ Lâhikası(Elyazma), s:661

[19] Mektubat,2004, s:599

[20] Emirdağ Lâhikası-I,2006, s:126

[21] Sözler,2004, s:156

[22] Şualar,2005, s:509

[23] Mektubat,2004, s:69

[24] Mektubat,2004, s:117



Risâle-i Nûrları Sadeleştirme Üzerine



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst