Konuya cevap cer


Risale-i Nur'un Sadeleşmesi Mümkün Değil


Habib FİDAN - 10.02.2012 - Yeni Asya



Risale-i Nur’un sadeleşmesi gerektiğini ifade edenlerin dayanaklarını üç noktada toplamak mümkündür:


1- Edebî ve tarihî bir metin olan Risâle-i Nur günümüzde yaşayan dile  yabancı olduğundan anlaşılması zor bir metindir. Sadeleştirilmelidir.


2-Risâle-i Nur’un geniş halk kitleleri tarafından anlaşılabilmesi için, sade Türkçe ile yeniden ele alınması gerekir.


3-Risâle-i Nur imanî meseleleri nazara verdiğinden, en azından didaktik mülâhazalar yönünden sadeleştirilmesi gerekir.


Bir eser hakkında belli bir yargıda bulunmadan önce, eserin mahiyeti  hakkında bilgi edinmek esastır. Eğer eserin mahiyeti tam olarak  anlaşılabilir ve anlatılabilirse, sonradan ifade edilecek düşünceler  sağlıklı olacaktır.


Bu yüzden önce “Risâle-i Nur nedir? Nasıl bir eserdir?” sorularını  cevaplamak gerekir? Risâle-i Nur; müellifinin ifadesiyle, “Doğrudan  doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve sema-i Kur’ânîden ve âyâtının  nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor (Nursî, 1994: 86)”  Burada Cemil Meriç’in, “Her eser, kendi dili ile doğar. Risâle-i Nur’un  dili Kur’ânî ve İslâmî bir lisandır. Risâle-i Nurları anlamaya çalışmak,  ancak bize nasip olabilecek en büyük mükâfattır (Şahiner, 1990: 17).”  sözünü belirtmek gerekir ve Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur hakkındaki  görüşü ile birleştirildiğinde, Risâle-i Nur’un, zamanın eserlerinden  farklı olduğu ortaya çıkmaktadır.


Risâle-i Nur’un, iman ilmini vermesi ve öğretmesi gerçeğinden hareketle,  tarihsellik ve bu sebeple eskimişlik görüşü hükümsüz kalmaktadır. Zira  nasıl ki, Kur’ân çağlarüstü ve zamanı aşan bir dil kullanmışsa, vehbî  ilim sonucu Kur’ân-ı Kerim’den ilhamen yazılan ve Kur’ân’ın bir aynası  olan Risâle-i Nur’un da çağlarüstü olması gerekir.


Risâle-i Nur günümüz Türkçesi çerçevesinde görece olarak ağır bir dile  sahip olabilir. Ancak bu ağırlık eskimişlikle ilgili değil, Risâle-i  Nur’un tarihsellikten bağımsız konular olan imanî konuları ele  almasından kaynaklanır. Bir ilim sahası olan imanî konuların kendilerine  ait kavramları vardır. Dolayısıyla da bu kavramları anlamak için,  öncelikle sindirmek gerekir. Kaldı ki, bu kavramların günlük dilde  karşılıkları da yok. Çünkü bu kavramlar Kur’ânî kavramlardır ve Kur’ânî  kavramların başında da Esmâ-i Hüsnâ gelir. Allah’ı idrak etmenin yolu da  bunları bilmekten geçer. Nitekim yapılan araştırmalara göre, Risâle-i  Nur vasıtasıyla Allah’ın 217 esmasından bahsedilmesi ve onların idrak  edilmesi, bu kavramların öğretiminin ne kadar önemli olduğunu gösterir  mahiyettedir (Bkz. Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna, Yeni Asya Neşriyat)


Hemen belirtelim ki, Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna salt kavramsal bir  bazda verilmemekte, metin içinde temsil ve telkin metoduyla anlaşılır  kılınmaktadır. Bu durum Risâle-i Nur’un hemen her yerinde mevcuttur.  Kaldı ki Risâle-i Nur, dinî ya da din dışı konuları içeren dönemin  kitaplarına kıyasla sade bir üsluba sahiptir. Bundan da öte, Risâle-i  Nur’da anlamı akıcı ve anlaşılır kılan bir iç lügatçe de mevcuttur.  Mesela, “… O sultana Halîl ve dost ol!.. O rahmetin kuvvetidir ki,  zîşuurun nazarlarını celb eder, kendine çeker…” gibi altı çizili  örnekler. Risâle-i Nur’un hemen hemen her yerinde var olan bu tarz  kullanımlar, avamdan âlim insanlara kadar herkesin anlayabileceği bir  dilin varlığını gösterir. (Demirci-makale-, 2000: 71)


Kabul edilmeli ki, Risâle-i Nur dili sadece Türkçe’ye has bir dil değil.  Risâle-i Nur, 20. Asır ve sonrasına İslâm medeniyetinin sunumunu yapma  misyonunu taşıyan bir eserdir. İslâm medeniyetinin temelinde de başta  Arapça, sonra Farsça ve Türkçe vardır. Dolayısıyla Arapça, Farsça ve  Türkçe’nin karışımından oluşan bir dilin kullanımı da kaçınılmazdır.  Böyle olduğuna delillerden bir tanesi, “… zahiren mevt inhilâldir,  ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir” cümlesinde somutlaşan  hakikattir. Aynı şekilde, “Ey insan! Fenâya, ademe hiçliğe, zulümata,  nisyana, çürümeye, dağılmaya, ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm  edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekâya gidiyorsunuz. Ademe değil,  vücud-u dâimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nûra  gidiyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikinin tarafına gidiyorsunuz…” gibi,  Risâle-i Nur’un hemen her yerinde mevcut ifadeler üç dile mensup  insanların ortak medeniyetini, ki bu İslâm medeniyetidir, nazara verir.


Bu cümleleri okuyan herhangi bir okuyucu, mutlaka hissesini alacak ve  anlatılanın ne olduğunu kavrayacaktır. Kur’ân-ı Kerim’i okuyan bir çoban  ve bir âlim, seviyesine göre hissesini nasıl alıyorsa, Risâle-i Nur’u  okuyan her kesim de seviyesine göre hissesini alacaktır. Eğer bu  gözetilmez de tek yönlülüğü ifade eden sadeleştirme yapılırsa, Risâle-i  Nur evrensel hitap olma özelliğini kaybedecektir. Dolayısıyla bu  bağlamda sadeleştirmenin sağlıksızlığı göze çarpmaktadır.


“Risâle-i Nur’un en azından didaktik mülâhazalarla sadeleştirilmesi”  fikrine gelince, en sağlıksızı da budur. Çünkü Risâle-i Nur’u okutan  sadece didaktikliği değil, aynı zamanda aklın yanında diğer his ve  latifelere de hitap etmesidir. Nitekim, bunu müellifi, “Risâle-i Nur’un  gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem  nefis, hem his hisselerini alabilirler (Nursî, 1994: 279)” şeklinde  ifade eder. Bundan da öte, şimdiye kadar ifade ettiğimiz düşünceler  gösteriyor ki, Risâle-i Nur’da kullanılan dil ve üslup, eserin  hayatiyetini sağlayan bir deri gibidir. Derisi soyulan herhangi bir  canlı nasıl yaşayamazsa, Risâle-i Nur da sadeleştirildiği zaman tozlu  raflara mahkûm olur. Nasıl ki, ezan ve ibadet aslından başka bir dilde  icrâ edilemiyorsa, sadeleşen bir dilde Risâle-i Nur’un okunması ve doğal  olarak üzerindeki misyonu yerine getirmesi imkânsızdır. Çünkü Risâle-i  Nur’un sadeleşmesi demek, Şerif Mardin’in belirttiği, “19. Yüzyılın  elektrik ve termodinamiği ile ilgili konuşma tarzı, yani kavramlaştırma  tarzı Risâle-i Nur’un diline girmiştir. Said Nursî dinamizm ifade eden  bir dil kullanmıştır. (Şahiner, 1990: 24)” özelliğinin kaybolması  demektir ki, işte o zaman Risale-i Nur unutulmaya yüz tutacaktır.


Bediüzzaman’ın Emirdağ Lahikası’nda ifade ettiği, “Hem Risâle-i Nur,  müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı” sözlerinden  hareketle Risâle-i Nur, okuyucuya iman ilmini öğretirken, onun  sıradanlığına inmez, aksine onu sıra dışı yapar. Sıradışılık da gayret  ister. Başka bir deyişle, ilk bakışta ağır gibi görünse de, iman ilmini  kavramak için okuyucunun biraz çaba göstermesi gerekir. Bu minvalde  Allah’ın rızık vericiliğine karşılık insanın tembellik edip şikâyet  etmesini eleştiren Bediüzzaman’ın, “Her bahar mevsiminde sath-ı arzda  yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin  ağzına götürüp sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip  dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet  midir? Allah insaf versin!” sözlerini sadeleştirme sevdalıları  bağlamında düşünürsek, ne demek gerekir acaba? Takdir sizin…



KAYNAKLAR:


1- Bediüzzaman Said Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Yeni Asya Neşriyat, 1994

2- Necmeddin Şahiner, Nurculuk nedir? , Yeni Asya Yay., İst. 1990

3- Süleyman Kösmene, Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2004

4- Senai Demirci, Risâle-i Nur’un Etrafından Risâle-i Nur’un İçine(makale), Köprü Dergisi, 2000-Bahar,

5- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, 1994


 

http://risaleinurvesadelestirme.org/2012/02/10/risale-i-nurun-sadelesmesi-mumkun-degil/


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst