S.Nursi dünyaya yeni düşman konsepti sundu 28 Ekim 2010 / 13:00 Acosta, Sai

harp

Well-known member
S.Nursi dünyaya yeni düşman konsepti sundu
28 Ekim 2010 / 13:00
Acosta, Said Nursi'nin "Cehalet, zaruret ve ihtilaf" üçlüsü ile dünyaya yeni bir düşman konsepti sunduğunu belirtti

Ahmet Bilgi'nin haberi:
Filipinler Liberal Parti Genel Sekreteri, Hıristiyan politikacı Dr. Neric Acosta, Risale-i Nur ve Bediüzzaman ile ilgili düşüncelerini Manila Times Gazetesi'nde yayınladı. Medeniyetler Diyaloğu" başlıklı yazısında Acosta, Said Nursi'nin "Cehalet, zaruret ve ihtilaf" üçlüsü ile dünyaya yeni bir düşman konsepti sunduğunu belirtti.
Hutbe-i Şamiye eserine dikkat çeken Acosta, Said Nursi'nin gelecek kaygısı taşıyan ve Samuel Huntington'un akademik dünyayı ümitsizliğe gark eden medeniyetler çatışması tezinin anti tezi olduğunu vurguladı.
İşte Dr. Neric Acosta'nın yazısı:
Avrupa ve Asya tarihinin en köklü merkezi, daracık bir boğaz ile Karadenizi Marmaraya bağlayan bir şehir, medeniyetler şehri İstanbul. Bir tarafında 2000 yıl önce Bizanslıların inşa ettirdiği şehrin duvarları, kaleleri... Ve medeniyetlerin iniş çıkışına şahidlik etmiş, her köşesi tarih kokan Bizansın Konstantinopolu ve Osmanlının İstanbul'u...
1923'e kadar neredeyse bin yıl İslamın başşehri, Osmanlının gözdesi İstanbul.
UNESCO için tüm şehir sit alanı...
2010 AB kültür başşehri...
Türkiye modernin ve gelenekselin dünyada en iç içe olduüu ülke...
Son 10 senedeki hızlı değişim, köklü değişim 1980 anayasasını bile eskitmeye ve yeniletmeye itmiş Türkiye'yi.
ÖYLE BİR TEFSİR Kİ...
İstanbul Medeniyetler Diyalogu gibi geçen Said Nursi sempozyumunun düzenleneceği en iyi şehir değil midir sizce de? İslam alimleri, dini liderler, cemaat önderleri, dünyanın dört bir tarafından gelmiş gözlemciler... Ve tartışmaların, müzakerelerin, fikir teatilerinin tam merkezinde bir İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960) ve onun Risale-i Nur'u etrafında dönen bir dizi söylev... Bir kelam alimi olan Said Nursi'nin yazmış olduğu Risale-i Nur 6000 sahifeyi aşan bir Kur'an tefsiri. Fakat öyle bir tefsir ki şu anda 40'tan fazla ülkede, akademisyenlerin, barış severlerin, dini grup liderlerinin ve politikacıların hayatlarına tesir eden bir rehber konumunda...
Mindanao'nun dertlerine bu Nurdan deva bulmaya gelmiş olan bir kaç akademisyen ile beraberdim.
Asırlarin ihtilafına, kavgasına, kanına, savaşına Risale-i Nur'dan ilaçlar bakmaya gelmiştik.
Risale-i Nur Eczanesi merhamet (şefkat) ve tolerans ilaçlarını elimize sundu. Bütün insaniyeti zahiri kimliklerin, beşerin çizdiği sınırların, dini, kültürel ve etnik ayrımların ötesinde sarıp sarmalayan bir anlayış sunuyor Risale-i Nur.
ŞEFKAT VE MERHAMET YÜKLÜ YENİ BİR AÇILIM
Risale-i Nur haddizatında bizim politikanın olmazsa olmazı dediğimiz "space, territory, ideologies, power"- " toprak, vatan, ideoloji ve kuvvet" kavramlarına şefkat ve merhamet yüklü yepyeni bir açılım kazandırıyor. İsrail-Filistin sorununda oldugu gibi, Mindanao probleminde de ve buna benzer dünyanın her tarafındaki problemlerin esasen yanlış anlam yüklediğimiz düşman konsepti olduğunu hatırlatıyor ve asrın başında Said Nursi bize yeni bir düşman konsepti sunuyor: Cehalet, zaruret ve ihtilaf....
YENİ DÜŞMAN KONSEPTİ VE HUNGTİNGTON
Minadanao'da hükümetimizin Müslümanlarla barış masasına dönmek üzere olduğu bu günlerde 1911 senesinde kaleme alınan Hutbe-i Şamiye isimli Said Nursi'nin gerek İslam alemi ve gerekse Hıristiyanlık alemi ve hatta topyekün bütün insanlık için sunduğu reçeteyi yeniden gözden geçirmek durumundayız. Said Nursi'nin temel felsefesi olan başkaları kötü değil, başkaları şeytan değil, insanın kendi nefsi kendinin en büyük düşmanıdır hakikati devletler milletler muvazenesinde de içsellestirilmesi gereken bir kilit kavramdır.
Said Nursi gelecek kaygısı taşıyan ve Samuel Huntington'un akademik dünyayı ümitsizliğe gark eden medeniyetler çatışması tezinin anti tezi olduğu ve hayatıyla ve yazılarıyla bütün dünya için tutunulmasi gereken bir ümit ışığı olduğu kanaatindeyim.
(Tercüme: M. Rıza Dalkılıç)
Yazının İngilizcesi:
Dialogue of Civilizations
BY NERIC ACOSTA
ISTANBUL, Turkey: This history-steeped land that straddles Europe and Asia, gatekeeper of the narrow Bosphorus Strait connecting the Black Sea and Marmara Sea, still retains the durable hallmarks of centuries past. Along the city’s coastline on the Marmara is the meandering Byzantine wall, built over 2,000 years ago. Inside the enclave was the ancient city of Constantinopole (330 to 1453 AD), built on the even older Greek city of Byzantium, bearing witness to the change of empires and the rise and fall of civilizations.
In 1453 the Ottoman Turks captured Istanbul and made it the capital of Turkey until 1923. Some of city’s most imposing structures are the awe-inspiring Hagia Sophia and the magnificent Suleymaniye Mosque, testament to the crossroads of conquests, cultures and religions over the ages. The UNESCO declaration of several edifices and places in the city and all over Turkey as “world heritage sites” is an unmistakable recognition of how rich a repository this country is of the tapestry of history—and what the Turkish author and 2006 Nobel laureate for literature, Orhan Pamuk, calls the “clash and interlacing of cultures.”
Istanbul is 2010 European Capital of Culture, a country of 75 million aspiring to be admitted to the European Union. Just as it bestrides both east and west, Turkey stands in the intersection of the jet streams of modernity and the longevity of tradition. Just last month, the country decided on a national referendum to institute changes in the 1980 constitution, particularly in terms of allowing for greater civilian supremacy over the military, the safeguarding of individual freedoms and judicial reforms. Such seminal changes in the constitution are seen as increasing compliance with European Union standards and facilitate the membership process.
It is but fitting to be in one of the most historic places on earth for a “dialogue of civilizations” symposium, a gathering of several Islamic scholars and religious leaders, as well as observers from all over the world, keen on seeking greater paths to peace and understanding among faiths. At the center of the discussions are the teachings of Bediuzzaman Said Nur (1878 to 1960), a Muslim Ottoman Kurdish scholar and theologian. Said Nur wrote the Risali-e Nur, a staggering body of Quaranic commentary exceeding 6,000 pages, which now serve as guide for thousands of religious scholars of different faiths, theology students, peace advocates and political leaders in over 40 countries around the world.
A few of us in this conference are from Mindanao, including professors from Xavier University and the Mindanao State University-Iligan Institute of Technology, community leaders and advocates who are largely out of the radar of Manila, but who have actively, painstakingly been bridging the divides of religion and culture in the long-troubled south. Anthropologist Quivido Origines of Xavier University-Ateneo de Cagayan and professors Jusof Morales and Jojo Caballero of MSU-IIT are but three of the more dedicated though unsung academics who toil with communities in Mindanao and understand copiously the spread of a turbulent history and what the stakes are for different groups in Mindanao.
The Risali-e Nur speaks of compassion and tolerance—and the embracing of a common humanity beyond the outward identities or boundaries of religion, ethnicity or culture. For too long, people have defined themselves with markers that differentiate them from others, instead of threads that bind all peoples in mutual respect and compassion.
The very characterization of politics as we know it—contesting space, territory, ideologies, power—appear to militate against the very principles of Risali-e Nur. So-called realists will argue that in war zones where distrust of “the Other” is high, a philosophy of pacifism invites defeat or appeasement. The state, after all, defends its territorial integrity with its monopoly of armed force against forces that also employ the ways of belligerence and armed struggle. Mindanao—like Palestine and Israel—is at core a contested space, not just in terms of land and territory, but perhaps more compellingly, in terms of history, symbols and the doggedness of identity. These regions have been caught in the spiral of strife and violence for over five decades, asphyxiated by what Said Nur would say are the “three real enemies—ignorance, poverty and enmity.”
Whether Christian or Muslim, or whatever other faith, Said Nur, in his renowned 1911 Damascus Sermon, reminds us that at the root of our tensions and conflicts lie not so much “the evil nature of the Other, as our own egoistic desires to dominate, control and retaliate.” This recognition should be a sound springboard as we return anew to the negotiating table for a just and lasting peace in Mindanao.
For the conflict-plagued regions of the world, peaceful dialogue—and not a “clash of civilizations” as academic Samuel Huntington says—is the only lasting way to go, not simply in terms of the hard-nosed mechanics of political negotiation or the pragmatic accommodation of political or economic demands, but through a deeper understanding, consciousness and wisdom of what makes us all inherently—and nobly—human.
www.RisaleHaber.com
İLGİLİ HABER:
Dr. Neric Acosta, Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili düşüncelerini Risale Haber'e de anlatmıştı.
 

harp

Well-known member
Cevap: S.Nursi dünyaya yeni düşman konsepti sundu 28 Ekim 2010 / 13:00 Acos

Yeni Kırmızı Kitap’ta Cemaatler yok!
28 Ekim 2010 / 10:55
Belgede 'irtica' kavramının yer almadığı öne sürüldü. 'Cemaatler' ise belgede yok.

Hakkı Kurban'ın haberi:
Mİllİ Güvenlik Kurulu (MGK), kamuoyunda 'Kırmızı Kitap' olarak bilinen ve devletin 'gizli anayasası' yorumları yapılan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi'ni (MGSB) onayladı. MGK, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığında Çankaya Köşkü'nde toplandı. 5 saat 15 dakika süren toplantıda, MGSB uygun bulunarak hükümete tavsiye kararı alındı.
SIRALAMA DEĞİŞTİ: PKK terörünün yine öncelikli tehdit olarak görüldüğü yeni MGSB'ye, siber tehdit de girdi. Cemaat isimleri ise yer almadı. 'Kırmızı kitap'taki başlıkların şöyle olduğu belirtiliyor:
PKK TERÖRÜ: 'Terörle mücadele ve PKK terörü' öncelikli tehdit olmayı sürdürüyor. Belgede, terör örgütünün siyasallaşma çabalarına dikkat çekiliyor.
KÜRESEL SORUN: MGK bildirisine de yansıyan 'Siber tehdit', yeni MGSB'de yerini aldı. Şekil ve yöntem değiştiren küresel terörizmin artık sınır tanımadığı belirtildi, siber tehdidin de ulusal güvenlik sorunu olduğu vurgulandı.
'İRTİCA' YERİNE 'KÖKTENDİNCİ': Belgede 'irtica' kavramının yer almadığı öne sürüldü. Ancak tehdit algılamasında 'köktendinci terör' ve 'mezhepsel çatışmaların' körüklenmesinin tehditleri artıracağının altı çizildi. Hizbullah, El Kaide gibi terör örgütlerinin ismi de MGSB'de yer aldı. 'Cemaatler' ise belgede yok.
ÇETE VURGUSU: Belgede, son dönemde yargının gündeminde olan 'darbe iddiaları' ve 'çeteleşme' konularının da bulunduğu öne sürülüyor.
KOMŞULARDAKİ GELİŞMELER: MGSB'de tehdit algılamasının ötesinde, Irak, İran, İsrail-Filistin sorunlarının da dile getirildiği belirtiliyor. Irak'ın toprak bütünlüğü ve siyasi istikrarının önemi vurgulanıyor. İran'ın nükleer çalışmaları nedeniyle oluşabilecek gerilimlerin de belgede yer bulduğu ifade ediliyor.
Akşam
 

harp

Well-known member
Cevap: S.Nursi dünyaya yeni düşman konsepti sundu 28 Ekim 2010 / 13:00 Acos

Sivil cihad/manevi cihad
28 Ekim 2010 Perşembe 07:48
İbni Teymiyye, Kur’an’da kullanılan kavramların eş anlamlı olmadıklarını beyan eder. Kur’an-ı Kerim her dem taze olduğu gibi her kelimesi de farklıdır. Yek diğerinden ayrılır. Bu anlamda, katele fiili ile cahede filleri arasında umum ve husus farklar vardır. Mukatele ile mücahade farklıdır. Mukatele, mücahede anlamında kullanılamaz. Bundan dolayı cehede, cahede ve ictehede fiilleri aynı kökten olmakla birlikte farklı manalardır ve üç farklı sınıfa veya mesleki gruba işaret etmektedir. Bunlardan cehede genellikle cihad edenlere ve mücahidun topluluğuna bakar ve onlara işaret eder. Cahede fiili ise nefsini köreltmek ve pak etmekle uğraşan sınıfa delalet ede. Alp erenlere, sufiler topluluğuna ve manevi mücahidlere işaret eder.
Hazreti İsa Kur’an’da ‘gulaman zekiye’ şeklinde anılır ve tebşir edilir. Buradaki ‘zekiyyen’ temizlenmiş ve pak manasındadır. Bu anlamda Hazreti İsa pak bir çocuktur. Sufiler de mücahadeleriyle bu anlamı yakalamaya çalışır ve gayret ederler. İctehede fiili ise genellikle fukaha mesleğine işaret eder ve bunlar da ictihad ameliyesiyle İslam fıkhını güncelleştirir ve zenginleştirirler. Bir sınıf gönül dünyasını zenginleştirir. Diğer sınıf fıkıh dünyasını zenginleştirir. Bir üçüncüsü ise cehd ederek ve cihad ederek İslam’ın fiziki sınırlarını korur. Cihadın birçok anlamı vardır. Kadınların cihadı bir yerde hacca gitmektir. Peygamberimizin ifade ettiği gibi, bakıma muhtaç ebeveyni bulunan gencin cihadı da onlara bakmaktır. Şayet cihad bir ülkeyi, bir sınırı ve bir hazireyi korumak ise bunun en küçük birimi ailedir. Dolayısıyla aileyi korumak da sınırı korumaktır ve bundan dolayı cihad çeşitlerinden sayılmıştır ve şüphesiz de öyledir. Mukatele anlamında cihad, Allah’ın sözünü yüceltmek için yapılır. Hadisler bunu söylemektedir. Dolayısıyla katele fiili ile cahede fiili arasında farklar vardır. ‘Men cahede fina linehdiyennehum sübülene/ Bizde mücahede edenleri yollarımıza ulaştırırız’ ayeti aslında nefsi tezkiye etme cihadına işaret etmiştir. İnsan nefsini tezkiye etmeden toplumu tezkiye edemez. Temiz ve pak kılamaz. Nefsini ve toplumu temizlemek manevi cihad kapsamındadır. Bunun için cihad insanın derununda başlar ve o boyut tamamlandığında afaka taşar. Aksi takdirde, deruni ve pak anlamını kaybeder.
*
nursi_kardavi_karadavi.jpg
Günümüzde cihada dair tashih edici kitapların sayısında artış vardır. Muhammed Said Ramazan el Buti, Cihad kitabını yazdığında bir takım kimseler tefrit yaptığını düşünmüşler ve dolaylı olarak kitap eleştiri oklarına hedef olmuştur. Fıkhu’z Zekat’tan sonra Fıkhu’l Cihadı yazan Karadavi de esasında Buti ile benzeri zemini paylaşmıştır. Lakin Buti kadar eleştiri oklarına hedef olmamıştır. Bunun nedeni Buti’nin ilk olmasının yanında; eleştirenlerinin de aslında Karadavi ile aynı çizgiden gelmeleridir. Eleştiri biraz da meşrep farklılığından ileri gelmiştir. Karadavi de Mevdudi gibilerin aksine cihadın esasında nefsi müdafaa olduğunu ve Hazreti Peygamberin girmiş oluğu bütün savaşların bu bağlamda mütalaa edilmesi gerektiğini söylemiştir. İslam’ın kılıçla yayılmadığına dair İntişar-ı İslam Tarihi yazarı T. W. Arnold’un tanıklığına başvurarak İslam’ın kılıç zoruyla yayılmadığını söylemiştir. İslam’da cihadın savunma cihadı ve taarruz cihadı (cihad-ı talep) olarak ikiye ayrıldığını lakin esas olanının savunma cihadı yani tedafüi pozisyon olduğunu söylemiştir. Kendisinin Cihad Fıkhında meseleyi bütün detaylarıyla ele aldığını ve sonunda cihadın savunma cihadı olduğu kanaatine vardığını ifade ediyor. Zaten bu cihadın veya nefsi müdafaanın hiçbir uluslar arası hukuk veya kurum tarafından reddedilmediğini de sözlerine eklemiştir. Kıstasın şu olduğunu söyledi: Kim mukatele eder ve bizimle savaşırsa biz de karşılık veririz. Kim bizimle müsalemet içinde olursa yani barışçıl bir ortamı paylaşmak isterse yine bizden aynı karşılığı bulur. Karadavi, Rum ve Bizanslılarla girişilen savaşların da savunma savaşları nevinden olduğuna parmak basıyor. Savaş illetinin küfür mü yoksa fitne mi ve bir anlamda davete engel bir ortam mı olduğu sorusuna küfrün kitalin illeti olmadığını söyleyerek cevap veriyor. Dolayısıyla geriye serd ve taksim yöntemiyle birkaç illet ihtimali kalıyor, bunlar; ya nefsi-i müdafaa ya fitne veya davet engelini bertaraf etmektir. ‘Dinde zorlama yoktur’ ayetinin bu anlamda olduğunu beyan ediyor. ‘Ümirtü en ukatile’n nase/İnsanlara savaşla emrolundum’ hadisi sorulduğunda bunu da aynı bağlamda yorumluyor.
Esasında burada mukatele babındaki fiil öldürme anlamında değil belki mücadele etme anlamındadır. Şafii ulemasından bazı zevatın, kıtal manasında cihadın bir gaye olmadığını gayenin insanların hidayetine vesile olmak olduğunu söylediklerini de aktarıyor. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın da manevi irşad dediği boyuta geliyoruz. Esasında, harp/savaş kelimesinin Hazreti Peygamber’e sevimsiz geldiğini ve bundan dolayı bazı Harp adını taşıyanların isimlerini başka güzel isimlerle değiştirdiğini hatırlatmıştır. Bunlardan birisi de Hazreti Ali’nin Hazreti Hasan doğduğunda ona verdiği Harp ismini değiştirmesidir. Arap Yarımadasında insanlar güçleriyle ve vurucu kırıcılıklarıyla övünürken Hazreti Peygamber bunu övünç vesilesi olmaktan çıkarmıştır. Harp yerine Hazreti Ali’den çocuğuna Hasan ismini takmasını öğütlemiştir. Zira savaş kerih ve sevimsiz bir eylemdir ve Kur’an-ı Kerim’de de bu anlamda ‘kürh’ olarak ifade edilmiştir. Savaşın yasaklanmamasının nedeni ise ‘şerrun labudde minhu’ makamında olmasıdır. Yani zaruret miktarı veya ilaç nevinden bir şer olmasındandır. Karadavi bazılarının İslami nokta-ı nazardan BM’ye karşı çıktıklarını halbuki bunun doğru olmadığını ve BM’nin hilfu’l fudul manasını barındırdığını lakin uygulamada bazı sorunların ve aksamaların olabileceğine işaret etmiştir.
Savaş esirlerinin öldürülmesi gibi konularda BM Cenevre Sözleşmesi ile İslami kuralların çatıştığını varsayanlara cevabı da şu olmuştur: Bu doğru değil. İslam, esirlerin öldürülmesini emretmiyor. Sadece savaş suçlularına yönelik böyle bir uygulamaya cevaz veriyor. Aksi takdirde, imma mennen imma fidaen ayeti esirlere uygulanacak iki güzel seçeneği ortaya koyuyor. Ya af ya fidye yolu ile salıverilmeleri. Brzezinki’nin Out Of Control kitabında hatırlattığı gibi, Karadavi de tek parçalı bloğun İslam bloğu olduğunu ve Müslümanların da ortak bir çatı altında kenetlenmelerini gerektiğini hatırlatmıştır. Lakin bu ona göre tek halifenin etrafında olması gerekmiyor. Bundan bir önceki cihad sohbetinde de tek halife doktrinini meşruiyetin tek kaynağı olarak gören Hizbu’t Tahrir’e 50 yıllık dostu Muhammed Gazali üzerinden gönderme yapmış ve bu görüşe katılmadığını söylemiştir. İttihat veya çeşitli birlik yollarıyla Müslümanların bir araya gelebileceklerini söylemiş ve El Camiüatü’l İslamiyye tabirini ve benzerlerini kullanmıştır. Aynen Bediüzzaman gibi ümmet birliğine yani Müslüman halkların birliğini büyük önem atfetmiştir. Siyasi temsilden ziyade Müslüman halkların birlik ve beraberliğinin daha mühim olduğuna dikkat çekmiştir. Filistin’in bütün Müslümanlara bir emanet olduğunu hatırlatmıştır.
Halifenin veya İslam birliğinin olmadığı bir seçenekte cihad ilan yetkisinin kimin uhdesinde olduğu sorusuna şöyle cevap vermiştir: Bir İslam ülkesi işgale uğrarsa zaten kendini savunmak zorundadır. Cihad vazifesi otomatik olarak devreye girer. Bu ülke kendi başına müstevlileri def edemezse aynı sorumluluk komşu veya yakın İslam ülkelerinin üzerine intikal eder. Cihadın ilanı ise eh-i hal ve akd’ın uhdesindedir ve bu da ulema, eşraf ve kanaat ve halk önderleri anlamındadır. Şimdiki milli devletlerin durumu bir hukuki tanım zorluğunu getirse de fiili bir saldırı durumunda fiili ve otomatik bir savunma yöre Müslümanları üzerine farz-ı ayındır. Fiili yetersizlik durumunda bu görev komşu bölgelere intikal eder.
Karadavi bazı cihad tanımlamalarında bulundu. Buna göre, zalime karşı cihad küffara karşı cihaddan daha evladır. Lakin zalimin tahdidi, tarifi ve onun ötesinde huruca müstelzim miktarın tayini müşküldür. Burada Bediüzzaman zulmü onaylamamakla birlikte dahilde silah kullanılmasına karşı çıkmıştır ve onun yerine manevi cihadı önermiştir. Karadavi ise manevi cihad yerine veya paralelinde sivil/medeni cihad kavramını kullanmıştır. Lakin biraz farklı bağlamda. Bediüzzaman manevi irşad bağlamında kullanırken o terakkiye vesile olma bağlamında kullanmıştır. Mesela ona göre, günümüzde teknolojik atılım gerçekleştirmek ve internet üzerinden hizmette bulunmak ve fezayı keşfetmek hepsi ilmi ve dolayısıyla sivil cihad kapsamına girmektedir. Lakin zalime karşı hakkı söylemek manasında sözel cihad da Bediüzzaman’ın söylediği kapsama dahildir. Karadavi, içtimai, iktisadi ve ilmi kalkınma hamlelerini medeni ve sivil cihad kapsamına sokar. İran’lılar da imar cihadına cihad el binai demektedirler. Karadavi internet alanındaki hizmetlere asrın cihadı olarak bakmaktadır. Bu anlamda, Özal da ölmeden evvel özlediği gençlik tablosunu ‘bir elinde Kur’an diğer elinde bilgisayar’ şeklinde tarif ve formüle etmiştir.
 

harp

Well-known member
Cevap: S.Nursi dünyaya yeni düşman konsepti sundu 28 Ekim 2010 / 13:00 Acos

Affedici olmak kalbe iyi geliyor
28 Ekim 2010 / 09:15
Kötü söz ve davranış kişinin sağlığını da etkiliyor.

Adem Elitok'un haberi
Hayata olumlu bakmak, pozitif olmak, affetmek insanı kalp, sindirim, psikolojik hastalıklara ve kansere karşı koruyor. Affedici ve sevgi dolu olmak, hem ruhsal hem de bedeni müdafaa sistemlerinin güçlenmesini sağlıyor.
Fazlasıyla kızan ve kırılan insanların, kanser ve kalp damar hastalıkları gibi sağlık sorunlarına yakalanma ihtimali daha yüksek. Buna karşın, seven ve affeden insanlar daha az hastalanıyor. Affetmenin her şeyden önce affeden kişiye fayda sağladığına dikkat çeken uzmanlar, olumlu bir ruh yapısının kanser savaşçısını muzaffer yaptığını dile getiriyor. Bilim adamları, affetmenin yeni tedavi yöntemlerinin bir parçası olduğuna dikkat çekiyor. Kalp hastalıkları, sindirim sistemi rahatsızlıkları, hormonal bozukluklar gibi fizyolojik rahatsızlıkların affetme davranışıyla en aza indirildiğine işaret ediliyor. Acıbadem Bursa Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Bekir Tasalı, kişinin içsel barışını sağlamak, sevgi dolu, olumsuz dahi olsa birçok durumda affedici olmanın sağlık açısından önemine dikkat çekti. Tasalı, böylelikle kişinin hem ruhsal hem de bedensel müdafaa mekanizmalarını güçlendirip her yönüyle yaşama çok daha güçlü ve sımsıkı sarılabileceğine işaret etti. Tasalı, ruh bilimlerinde işbirliği ve danışmanlık alt biriminde bugünlerde psiko-onkolojinin neredeyse özel bir dal haline geldiğine işaret etti.
Özel Çekirge Kalp ve Aritmi Hastanesi Başhekimi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Baybars Türel de, hayata olumlu bakmanın ve affedici olmanın kalp hastalıklarına yakalanma riskini düşürdüğünü kaydetti. Mükemmeliyetçi insanların; toleranslı, sakin, affedici insanlara oranla daha fazla risk taşıdığının altını çizen Dr. Türel, affedici olmanın önemine değindi. Türel, sakin bir ruh halinin kalbin ritminin bozulmasını engellediğine dikkat çekti.
Zaman
 

harp

Well-known member
Cevap: S.Nursi dünyaya yeni düşman konsepti sundu 28 Ekim 2010 / 13:00 Acos

Said Nursi:Heykel dikmen için yardım etmedik
28 Ekim 2010 / 08:26
Son Şahitler'den Tevfik Demiroğlu, Bediüzzaman'ın Mustafa Kemalle görüşmesini anlatıyor...

Risale Haber-Haber Merkezi
Son Şahitler'den Tevfik Demiroğlu anlatıyor...

"Üstad daha önceden beni Ankara'ya göndermişti. Bilahare kendisi de ısrarla istenince geldi. Orada son olarak kendisini Mustafa Kemal'le istasyonda konuşurken gördüm. Ben yanlarında idim. O zaman Mustafa Kemal'in Sarayburnu'na heykelinin yapılmasını düşünüyorlardı. Buna karşılık ilk olarak Sokulluların adamı olan sarıklı avukatlardan Abdunnâfi Efendi karşı çıktı. İstanbul'dan Ankara'ya telgraflar çekti. 'Hilâfet merkezine heykeller dikilemez' diye.
"O zaman da Üstad: 'Paşa biz sana heykel dikmen için yardım etmedik' dedi. İstasyonda ben duydum. Mustafa Kemal cevap vermedi, yürüdü. Ertesi günü de duyduk ki Üstad Van'a gitmiş.
Necmettin Şahiner, Son Şahitler
 
Üst