Konuya cevap cer

Sabır ne değildir?

Fakat hem bunlar, hem sabrın övülmesi, musibetleri talep anlamına gelmemelidir. Aksine müslüman, canını, malını, şerefini korumakla mükelleftir. Sabır, musibet geldikten sonraki çaresizlik halinde olur. Yoksa sabrediyorum diye dikkatten, tedbirden, tedaviden, tehlikelere karşı kendimizi savunmaktan kaçınmak; uğranılan bir felaketten sonra meşru telafi imkanlarına başvurmamak asla caiz değildir.


Öte yandan maruz kaldığımız musibetlerin bir kısmı insanlardan kaynaklanmış olabilir. Zalimlerin tasallutu altında kalabilir, iftiraya uğrayabilir, fitneye taraf olmaya zorlanabiliriz mesela. İffetimize, şerefimize, mukaddesatımıza saldırılarla karşılaşabiliriz.


Bir kısım çevreler alenen günah işleyerek toplumu ifsat ediyor olabilir. Böyle durumlarda pasif kalmanın, kötülükleri sineye çekmenin sabırla alakası yoktur. Sabır, her halükârda Kur’an ve Sünnet’in hükümlerine uyma kararlılığıdır ve bu ahkâm, yerine göre karşı koymayı, müdahaleyi, risk almayı da emreder. Çünkü esas olan ahireti kazanmaktır. Bunun için cihatta olduğu gibi bazen dünyayı vermek gerekebilir. 


Dünyayı veya dünya hayatını elde tutmak uğruna şerre ve küfre rıza sabır değildir. Şerre rıza şer, küfre rıza küfürdür. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak hepimizin boynunun borcudur. Kötülüğe, küfre, şerre, gücümüz nispetinde elimizle veya dilimizle müdahale imanımızın gereğidir. Efendimiz s.a.v., bunları yapamıyorsak, hiç değilse kalben buğz etmemizi tavsiye buyurmuş, ama bunun zayıf bir imanın müdahalesi olduğunu da özellikle belirtmiştir.


Allah Tealâ, “İzzet Allah’a, O’nun Rasulüne ve müminlere mahsustur.”


(Münafikun, 8) buyuruyor. 


Zillete, tembelliğe, düşkünlüğe mahkûm eden bir katlanmanın sabır olamayacağı çok açık. Tabii bu arada kötülüklere müdahaleyi mutlaka hiddet göstermek gibi anlamamak; bu işin telaş etmeden, basiretle, nezaketli bir üslupla yapılmasının daha güzel olduğunu unutmamak da gerekir.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst