Her nimet bir davettir
Biz yukardan beri şükürsüzlüğün, nankörlüğün sebebi diye sayıp geliyoruz ama aslında bunlar birbirine bağlı. Nimeti fark etmeyince onu vereni de hatırlamıyorsunuz. Nimeti vereni gözetmemek, o nimetin niçin verildiğini düşünmeyi de engelliyor ve nihayet Allah’ın bahşettiği nimetleri O’nun rızası hilafına kullanıp nankörlüğün en kötüsüne düşebiliyor insan. Halbuki Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği her nimet bizi hakka ve hayra davettir.
O davete icabet şükürle olur. Bu anlamda şükür, kulun nail olduğu nimetleri Allah’ın istediği şekilde kullanıp O’na yönelmesi, bütün yeteneklerini, bütün imkanlarını Allah’ın rızasını kazanmak için seferber etmesidir. Dolayısıyla farzları yerine getirmek, ibadetleri aksatmamak, Sünnet’e uymak, haramlardan ve mekruhlardan kaçınmak, günahları terk etmek şükürdür. Yahut dil ile “Allah’a şükürler olsun” deyip, “Elhamdülillah” deyip günah işlemeye devam etmek, haramlardan sakınmamak şükür değildir.
Kaynaklarımızda, şükrün dil ile ifadeden başka amel ile de yapılması gerektiğini anlatmak üzere, sahip olduğumuz bütün uzuv ve yeteneklerin, bütün imkanların şükrü tek tek sayılır bu yüzden.
Mesela denir ki, dilin şükrü yalan, gıybet, iftira, mâlâyani sayılabilecek sözlerden sakınıp zikretmesidir. Gözün şükrü harama bakmamak, müslüman kardeşinin ayıbını görmemek, olaylara ibretle nazar eylemektir. İlmin şükrü bildiğiyle amel etmek, emr-i bi’l-maruf yapmaktır. Malın veya servetin şükrü zekâttır, sadakadır.
Bu böyle uzar gider. Allah Tealâ’nın insana ikram ettiği sayısız nimetlerin en büyüğü, en kıymetlisi “iman”dır. Öyleyse en çok imanı muhafazaya özen göstermeli, en çok imanın şükrünü edaya çalışmalıdır insan.
İman, ancak sabır ve şükürle muhafaza edilir, sabır ve şükürle canlı tutulur.