Saadet asrından bugüne kadar ümmetin bütün salât ve selamları Resûl-u Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselam) duasına birer âmin ve umumi bir iştiraktir. Hatta ona getirilen her salâvat, ümmetinin her bir ferdinin her namazda ona salât ü selam getirmesi, kametten sonra Şafiîlerin dua etmesi onun ebedî saadet hususundaki duasına gayet kuvvetli ve umumi bir "âmin"dir. İşte bütün insanlığın hal diliyle, bütün kuvvetiyle istediği bekâyı ve ebedî saadeti, insanlık adına Zât-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselam) istiyor ve insanlığın hayırlıları, onun arkasında âmin diyor. Acaba şu duanın kabule lâyık olmaması hiç mümkün müdür?
Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Sözler kitabından alınmıştır.
...
Salavatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı nedir?
Elcevab:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a salavat getirmek, tek başıyla bir tarîk-ı hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir. Çünki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasîbedardır. Nihayetsiz istikbalde ebed-ül âbâdda nihayetsiz ahvale maruz ümmetin bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir.
Salavat: Hz. Muhammed'e(asm) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar. *Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
Kesret: Çokluk bolluk.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Salât: Peygamberimize(asm) yapılan dua. *Dua. *Namaz.
Zikr: Anmak, hatırlamak, zikir, anma.
Elcevab: Cevabı şu.
Resul-i Ekrem: En değerli ve en üstün, en şerefli ve en büyük peygamber (Hz. Muhammed(asm)).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
Tarîk-ı hakikat: Doğruya ve gerçeğe götüren yol.
Nihayet: Son, uç, son sınır.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme.
Mazhar: Sahip olma.
Nihayetsiz: Sonsuz.
Ümmet: Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. *Millet.
Alâkadar: Alakalı, ilgili.
Saadet: Mutluluk.
Nasîbedar: Nasipli, hisseli, paylı.
İstikbal: Gelecek, gelecek zaman. *Karşılama.
Ebed-ül âbâd: Sonsuzlar sonsuzu, tükenmez sonsuzluk.
Ahval: Haller, vaziyetler.
Maruz: Uğrayan, uğramış.
Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki; ubudiyet halktan Hakk'a gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunuﺍَﻟﺼَّﻼ َﺓifade eder. Risalet Hak'tan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrasına muvaffakıyet ister ki, ﺳَﻼ َﻡ lafzı onu ifade ediyor.
Abd: Kul.
Resul: Peygamber.
Ubudiyet: Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Risalet: Peygamberlik.
Cihet: Yön.
Hakk: Allah(cc).
Mahbubiyet: Sevilirlik, sevilen olmak.
Selâmet: Kurtuluş, her türlü dert ve korku ve tehlikelerden kurtulmak.
İcra: Yapma, uygulama, yerine getirmek. *İş yürütme.
Muvaffakıyet: Başarı gösterme, başarma, başarılı olma.
Lafz: Söz, ağızdan çıkan söz veya kelime.
Sirayet: Yayılma, bulaşma, geçme.
Hem biz ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ lafzıyla tabir ettiğimizden diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻋَﺒْﺪِﻙَ ﻭَ ﺭَﺳُﻮﻟِﻚَ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِٓ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ
(Allah’ım, Senin kulun ve resulün olan efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âl ve ashabına salât eyle.)
...
Eğer desen:
Madem o Habibullahtır. Bu kadar salavat ve duaya ne ihtiyacı var?
Elcevab:
O Zât (A.S.M.) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte kendi hakkında meratib-i saadet ve kemalât hadsiz olmakla beraber; hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz enva'-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz enva'-ı şekavetlerinden müteessir olan bir zât, elbette hadsiz salavat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.
Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Sözler kitabından alınmıştır.
...
Salavatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı nedir?
Elcevab:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a salavat getirmek, tek başıyla bir tarîk-ı hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir. Çünki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasîbedardır. Nihayetsiz istikbalde ebed-ül âbâdda nihayetsiz ahvale maruz ümmetin bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir.
Salavat: Hz. Muhammed'e(asm) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar. *Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
Kesret: Çokluk bolluk.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Salât: Peygamberimize(asm) yapılan dua. *Dua. *Namaz.
Zikr: Anmak, hatırlamak, zikir, anma.
Elcevab: Cevabı şu.
Resul-i Ekrem: En değerli ve en üstün, en şerefli ve en büyük peygamber (Hz. Muhammed(asm)).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
Tarîk-ı hakikat: Doğruya ve gerçeğe götüren yol.
Nihayet: Son, uç, son sınır.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme.
Mazhar: Sahip olma.
Nihayetsiz: Sonsuz.
Ümmet: Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. *Millet.
Alâkadar: Alakalı, ilgili.
Saadet: Mutluluk.
Nasîbedar: Nasipli, hisseli, paylı.
İstikbal: Gelecek, gelecek zaman. *Karşılama.
Ebed-ül âbâd: Sonsuzlar sonsuzu, tükenmez sonsuzluk.
Ahval: Haller, vaziyetler.
Maruz: Uğrayan, uğramış.
Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki; ubudiyet halktan Hakk'a gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunuﺍَﻟﺼَّﻼ َﺓifade eder. Risalet Hak'tan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrasına muvaffakıyet ister ki, ﺳَﻼ َﻡ lafzı onu ifade ediyor.
Abd: Kul.
Resul: Peygamber.
Ubudiyet: Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Risalet: Peygamberlik.
Cihet: Yön.
Hakk: Allah(cc).
Mahbubiyet: Sevilirlik, sevilen olmak.
Selâmet: Kurtuluş, her türlü dert ve korku ve tehlikelerden kurtulmak.
İcra: Yapma, uygulama, yerine getirmek. *İş yürütme.
Muvaffakıyet: Başarı gösterme, başarma, başarılı olma.
Lafz: Söz, ağızdan çıkan söz veya kelime.
Sirayet: Yayılma, bulaşma, geçme.
Hem biz ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ lafzıyla tabir ettiğimizden diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻋَﺒْﺪِﻙَ ﻭَ ﺭَﺳُﻮﻟِﻚَ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِٓ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ
(Allah’ım, Senin kulun ve resulün olan efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âl ve ashabına salât eyle.)
Said Nursi
...
Eğer desen:
Madem o Habibullahtır. Bu kadar salavat ve duaya ne ihtiyacı var?
Elcevab:
O Zât (A.S.M.) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte kendi hakkında meratib-i saadet ve kemalât hadsiz olmakla beraber; hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz enva'-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz enva'-ı şekavetlerinden müteessir olan bir zât, elbette hadsiz salavat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.
Said Nursi