selamün aleyküm arkadaşlar

abdurohim

Member
[FONT=&quot]ayrim vaqit g’aflete olgan animda sunnet namazini, dua edis,ni istemem va yapmam Allahni buyukligini his etmesdan Allaha dua yapis,ni istemem siz buna ne so’ylesiz[/FONT]
 

müdavim

Üye Sorumlusu
İ'lem eyyühe'l-aziz! Zikreden adamın, feyz-i İlâhîyi celb eden muhtelif lâtifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir. Binaenaleyh, gafletle yapılan zikirler dahi feyizden hâli değildir.

İnsanda binlerce latifeler ve duygular vardır. Akıl, bunlardan sadece biridir. Bir zikirden yalnız akıl istifade etmez. Diğer bütün duygular istifade ederler. Ancak aklın istifade etmesi, diğer duyguların istifade etmesinden farklıdır. Akıl istifade ettiğinin farkındadır.

Ayrıca diğer bazı duyguların istifadesinde de akıl haberdar olabildiği için onları da hissedebiliyoruz. Ancak diğer dugularımızın istifadesinde haberimiz olmuyor. Haberimizin olmaması, o duyguların, zikirlerden faydalanmadığı anlamına gelmez.

Bu konuyu izah için şu örnek verilebilir. Yediğimiz herhangi bir gıdanın tadından, kokusunundan, ve renginden, akıl farkında olduğu için istifade ediyoruz. ve istifade ettiğimizin farkında oluyoruz. Ancak, aynı gıdaladan hücrelerimizin nasıl faydalandığını hissetmiyoruz, farkında değiliz. Farkında olmamamız, hücrelerin nasipsiz kaldığı anlamına gelmez.

Okunan herhangi bir ayetin anlamını bilmediğimiz halde etkileniyoruz, dugularımız galeyana geliyor. Sefih bir ortamdan geçerken de aynı durumu yaşıyoruz. Gözlerimizi haramdan sakındığımız halde dugularımızın kirlendiğini anlıyoruz. Demek farkında olmadan etkileniyoruz.

Elhasıl, Üstad'ın dediği gibi; "Hem İmân yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis, ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder." Yirmi Altıncı Mektup.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Değerli Kardeşimiz;

Yapılan her ibadetin ve zikrin kabul şartlarından biri de her an, yaptığı amelin bilincinde olmak ve şuurlu yapılması ,değildir. Başlama niyeti önemlidir. İzahını Üstat'tan dinleyelim:

"Tesbihat, ibadat, gayr-ı mahdud envalarıyla herşeyde vardır. Fakat, herşeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün vecihlerini daima bilip şuur edinmesi lazım değildir. Çünkü, husul huzuru istilzam etmez. Tesbih ve ibadet edenler, yalnız yaptıkları amelin mahsus bir tesbih veya sıfatı malüm bir ibadet olduğunu bilirlerse kafidir. Zaten Mabud-u Mutlakın ilmi kafidir. İnsandan maada mahlükatta teklif olmadığından, onlara niyet lazım değildir. Ve keza, amellerinin sıfatını bilmek de lazım değildir."(1)

Diğer taraftan, gafletle yapılan ibadetlerin feyizde mahrum olmadığını da yine Üstadımız şu şekilde ifade etmektedir:

"Zikreden adamın, feyz-i İlâhîyi celb eden muhtelif lâtifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir. husûle gelir. Binaenaleyh, gafletle yapılan zikirler dahi feyizden hâli değildir."(2)

Bir diğer husus ise, "Hafızayı beşer, nisyan ile maluldur." Yani, insan hafızası unutmak ile hastalıklı olduğundan, fıtratımız gereği çok şeyleri unutup hatırlayamaya biliyoruz. Bu yüzden, her an ve her zaman Allah’ı hatırda tutmak mümkün olmuyor. Bu, sadece size mahsus bir durum değildir. Onun için müsterih olabilirsiniz. Şayet ibadet ve hizmetlerimizde kasıtlı olarak başka sebepleri ön plana alırsak o zaman tehlike olur. O zaman ibadet manası kaçar. Yoksa unutmaktan gelen bir durum, bir mazerettir.

Onun için fıkıhta, kurban kesilirken kasıtlı olarak Allah adı söylenmezse o kurban haram olur. Ama unutarak besmele çekilmezse, kesilen hayvanın eti helaldir, yenilebilir.

Bu gibi durumlarda en tesirli silah tahkiki iman ve tefekkürdür. Bu ikisi, insana, huzuru İlahide meleke kesbetme, yani her an Allah’ın huzurunda olduğunu hatırlama kabileyetini kazandırır. Onun için Risale-i Nurlar ile çokça meşgul olup, imanımızı tahkikiye çevirmek ve tefekkür manasını hayatımıza yerleştirmek hepimiz için gerekli bir durumdur.

Bir de, terakki etmek, insanın en esaslı vazifesidir. Onu için Üstat “Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re'sü'l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır.” ifadesini kullanmıştır. Buradan anlaşılan, istidatlarımızı Allah yolunda inkişaf ettirmek, yaratılış gayemiz olduğudur. Her gün bize verilen bir merdivendir. Namaz ve ibadetler ise birer basamak gibidir. Bunlarla insani kemalata doğru yükseliyoruz.

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale.

(2) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.
 

abdurohim

Member

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Azari degi'l Allah razi olsun


Dr.Rauf Bey Azarbaycanlı olup halen orada yaşamaktadır.(3 yıl önce vefat etmiştir). Azarbaycanın önceki halini ve şimdiki halini gördüğü gibi kendi hayatında da Risale-i Nuru tanımadan önceki hayatı ve şu an da Risale-i Nuru tanıdıktan sonraki ahvali yaşayışı ve düşüncelerini anlatan bir sohbattir.Yani genel olarak Risale-i Nuru nasıl tanıdığını tanımadan önce nasıl bir hayat yaşadığını nasıl düşüncelerde bulunduğunu tanıdıktan sonra düşüncelerinde ve fikirlerinde nasıl bir gelişme olduğunu anlatıyor. Konuşmacılar -> Dr.Rauf Bey, Dr.Ali İhsan Bey

Kaynak : Nur Penceresi Dr.Rauf Bey'in Risale-i Nur-u Tanıması

sohbetin hepsini dilemiştim.. siz de dinlerseniz inşAllah öğrenebilirsiniz..
Selam ve dua ile...
 

Þefkat_

Well-known member
Allah razı olsun.Dinledim çok güzelmiş DoktorRauf beyin saadet arayışı beni çok etkiledi.İnşaallah hepimiz de onun kadar ihlas ile Risalei nurlara sarılırız
 
Üst