"On Dört Şubat" Benim İçin Önemlidir
Körpe ergenlerin sigara izmaritlerini tutuşturup içmesi gibi bir hevestir “sevgililer günü” kutlama törenleri.
Kellere sırma saçlı, şaşılara badem gözlü, kısalara selvi boylu denilip yalanların iltifat tutacağı ile havalandırılmasıdır. Fizikte makara ağırlığının ihmal edilmesi ya da sürtünme katsayısının sıfır olarak alınması, pisayısının virgülden sonrasının yok sayılması gibi sevgililerin de tüm kötü huyları ve noksanları ihmal edilir bu günde.
Lüks bir lokantanın sentetik sofrasında “seninle bir kuru ekmeğe bile razıyım” diyen kız, sevgili bulmanın uslanmaz şımarıklığı ile menüdeki en pahalı yemeklere göz gezdirir. Lokantaların çöpleri kiraz dudaklıların rujlu mendilleriyle, gece saçlıların boyalı saç telleriyle, selvi boyluların ayakkabılarından fırlayan kırık topuklarla dolar.
Çoğu insan yürüyen bir “dıt dıt” sesi haline dönüşür. Her dakika bir mesaj almak sevgili olabilmenin altın kuralıdır. “sen olmayınca çöl gibi susuz, ırmak gibi sulu, dağ gibi yavanım, hediye almadınsa hiç buluşmayalım” tarzında manifestolara bağlanır gelecek.
Bir Yahudi kafası haline dönen televizyon ticari entrikalar çevirip, eline bir reklam yoyosu alarak oynamaya başlar ve izleyenler için tipik hipnotize seansları düzenler; “hediye al! hediye al!”, “sevgilin yoksa hemen bul, hediye al!”, “ayrıldıysan barış, hediye al!”, “hediye al!”, “kimsen yoksa kendine bir hediye al!”…
On dört şubat benim için sıradan bir gün, hiç bir şey ifade etmiyor diyemeyeceğim kimse kusura bakmasın. Bu gün benim dalga geçme, eleştirme, gülüp sinirlenip gıcık olma günüm.
İnsanların bu tür günlere itibar edip, sevginin membaından neden uzaklaştıklarını düşünüp ne yapabilirim diye kendi benliğimi elektrikli sandalyeye bağlayıp konuşturma günüm.
Kalbi; ciğer ve böbreğinden farksız çalışanların bir protez kalp bulup bedenlerine monte ederken sıçrattıkları kanlardan ruhumu koruma günüm.
Şampuanı ayrı, saç kremini ayrı kullanan modern insanların, sevgililerine ayrı, eşlerine ayrı hediye almalarının verdiği hazımsızlıkla kıvranma günüm.
Solucan gibi eğilip bükülen, işsiz başıboş delikanlıların babaannelerinin kefen paralarını araklayarak nargile fokurdatıp, ıslık çalarak bayanlara bakışlar fırlatırken, bundan bilinçsiz hazlar duyan kikirdek Havvaları, Meryemsi beyazlıklara havale etme günüm.
Bir kadının dayak yemesinden çok, eşinden hediye alamamış olmasına üzülmesinin psikolojik yıpranmanın verdiği bir sendeleme hali olduğuna, kalbimi inandırmaya zorlama günüm.
Bir medya ordusunun güneşleri söndürüp, bir mum yakarak tüm suretleri aynıymış gibi gösterme hayalini, “romantizm” kaşığıyla yedirme çabasına bir çocuk gibi ağzımı kilitleyerek tepkimi belirtme günüm.
Modernitenin, yani Kuran da geçen “dünya metaı” kavramı ile egoizmin harmanlanmış halinin; kainatın merkezine “insan”ı oturtmuş olması karşısında dindar insanların alacağı tedbirler nelerdir? Sorusuna kafa yoracağım ve muhtemelen de bulduğum cevapların içinde mutmain olmuş bir vicdanla sonsuzluğa selamlar yollayacağım günüm.
Birilerinin Aziz bilmem kimi tanıyıp anmasının vahametinden kurtulmaya çalışırken kendimi “eşcinsel evliliklerin” kutsandığı ülkelere benzeme kabusunda bulduğum ve “kalpler ancak Allah’ı anarak huzur bulur” ayetine tutunduğum günüm.
Benim derdim sizi yorup gevezelik etmek değildir Benim derdim, Bişri Hafi gibi “pisliğin içinden, bir güle rücu etmek ” tir...
Körpe ergenlerin sigara izmaritlerini tutuşturup içmesi gibi bir hevestir “sevgililer günü” kutlama törenleri.
Kellere sırma saçlı, şaşılara badem gözlü, kısalara selvi boylu denilip yalanların iltifat tutacağı ile havalandırılmasıdır. Fizikte makara ağırlığının ihmal edilmesi ya da sürtünme katsayısının sıfır olarak alınması, pisayısının virgülden sonrasının yok sayılması gibi sevgililerin de tüm kötü huyları ve noksanları ihmal edilir bu günde.
Lüks bir lokantanın sentetik sofrasında “seninle bir kuru ekmeğe bile razıyım” diyen kız, sevgili bulmanın uslanmaz şımarıklığı ile menüdeki en pahalı yemeklere göz gezdirir. Lokantaların çöpleri kiraz dudaklıların rujlu mendilleriyle, gece saçlıların boyalı saç telleriyle, selvi boyluların ayakkabılarından fırlayan kırık topuklarla dolar.
Çoğu insan yürüyen bir “dıt dıt” sesi haline dönüşür. Her dakika bir mesaj almak sevgili olabilmenin altın kuralıdır. “sen olmayınca çöl gibi susuz, ırmak gibi sulu, dağ gibi yavanım, hediye almadınsa hiç buluşmayalım” tarzında manifestolara bağlanır gelecek.
Bir Yahudi kafası haline dönen televizyon ticari entrikalar çevirip, eline bir reklam yoyosu alarak oynamaya başlar ve izleyenler için tipik hipnotize seansları düzenler; “hediye al! hediye al!”, “sevgilin yoksa hemen bul, hediye al!”, “ayrıldıysan barış, hediye al!”, “hediye al!”, “kimsen yoksa kendine bir hediye al!”…
On dört şubat benim için sıradan bir gün, hiç bir şey ifade etmiyor diyemeyeceğim kimse kusura bakmasın. Bu gün benim dalga geçme, eleştirme, gülüp sinirlenip gıcık olma günüm.
İnsanların bu tür günlere itibar edip, sevginin membaından neden uzaklaştıklarını düşünüp ne yapabilirim diye kendi benliğimi elektrikli sandalyeye bağlayıp konuşturma günüm.
Kalbi; ciğer ve böbreğinden farksız çalışanların bir protez kalp bulup bedenlerine monte ederken sıçrattıkları kanlardan ruhumu koruma günüm.
Şampuanı ayrı, saç kremini ayrı kullanan modern insanların, sevgililerine ayrı, eşlerine ayrı hediye almalarının verdiği hazımsızlıkla kıvranma günüm.
Solucan gibi eğilip bükülen, işsiz başıboş delikanlıların babaannelerinin kefen paralarını araklayarak nargile fokurdatıp, ıslık çalarak bayanlara bakışlar fırlatırken, bundan bilinçsiz hazlar duyan kikirdek Havvaları, Meryemsi beyazlıklara havale etme günüm.
Bir kadının dayak yemesinden çok, eşinden hediye alamamış olmasına üzülmesinin psikolojik yıpranmanın verdiği bir sendeleme hali olduğuna, kalbimi inandırmaya zorlama günüm.
Bir medya ordusunun güneşleri söndürüp, bir mum yakarak tüm suretleri aynıymış gibi gösterme hayalini, “romantizm” kaşığıyla yedirme çabasına bir çocuk gibi ağzımı kilitleyerek tepkimi belirtme günüm.
Modernitenin, yani Kuran da geçen “dünya metaı” kavramı ile egoizmin harmanlanmış halinin; kainatın merkezine “insan”ı oturtmuş olması karşısında dindar insanların alacağı tedbirler nelerdir? Sorusuna kafa yoracağım ve muhtemelen de bulduğum cevapların içinde mutmain olmuş bir vicdanla sonsuzluğa selamlar yollayacağım günüm.
Birilerinin Aziz bilmem kimi tanıyıp anmasının vahametinden kurtulmaya çalışırken kendimi “eşcinsel evliliklerin” kutsandığı ülkelere benzeme kabusunda bulduğum ve “kalpler ancak Allah’ı anarak huzur bulur” ayetine tutunduğum günüm.
Benim derdim sizi yorup gevezelik etmek değildir Benim derdim, Bişri Hafi gibi “pisliğin içinden, bir güle rücu etmek ” tir...