Şeytandan Allah'a Sığınmanın Hikmeti
ﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪِ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺸَّﻴْﻄَﺎﻥِ ﺍﻟﺮَّﺟِﻴﻢِ Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah Teâlâ'ya sığınırım.)
sırrına dairdir.
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﻭَﻗُﻞْ ﺭَﺏِّ ﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﻚَ ﻣِﻦْ ﻫَﻤَﺰَﺍﺕِ ﺍﻟﺸَّﻴَﺎﻃِﻴﻦِ ٭ ﻭَﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﻚَ ﺭَﺏِّ ﺍَﻥْ ﻳَﺤْﻀُﺮُﻭﻥِ "Sen de ki: 'Ya Rabbi! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!' " (Mü'minûn sûresi, 23/97,98)
Şeytandan Allah'a sığınmanın sırrına dair on üç "işaret" yazılacak. Bu işaretlerin bir kısmı, Yirmi Altıncı Söz gibi bazı risalelerde farklı suretlerde anlatılıp ispatlandığından burada yalnız kısaca bahsedilecek.
BİRİNCİ İŞARET
Soru: Şeytanların yaratma bakımından kâinata hiçbir müdahalesi bulunmadığı, Cenâb-ı Hak rahmet ve inayetiyle hak yolundakilere taraftar olduğu, hak ve hakikatin cazibeli güzellikleri hak ehlini teyit ve teşvik ettiği, dalâletin tiksinti verici çirkinlikleri dalâlet yolundakilerde bile nefret uyandırdığı halde; şeytanın askerlerinin çok defa üstün gelmesinin hikmeti nedir? Ve hak ehlinin, şeytanın şerrinden her vakit Cenâb-ı Hakk'a sığınmasının sırrı nedir?
Cevap: Bunun hikmeti ve sırrı şudur: Dalâlet ve şer büyük çoğunlukla menfîdir, tahriptir, yok etmektir, bozmaktır. Hidayet ve hayır ise çoğunlukla müspettir, var etmeye dönüktür, imar ve tamirdir. Herkesçe mâlumdur ki, yirmi kişinin yirmi günde yaptığı bir binayı, bir kişi bir günde yıkabilir. Evet, insanın, bütün esas uzuvlarının ve yaşamak için gerekli şartların varlığıyla devam eden hayatı Hâlık-ı Zülcelâl'in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvunu kesmekle o insanı hayata nispeten yokluk olan ölüme gönderebilir. Bu yüzden "Et-tahribü eshel" Yıkmak kolaydır.) sözü darb-ı mesel hükmüne geçmiştir.
İşte bu sırdandır ki, dalâlet yolundakiler, hakikaten zayıf bir kuvvetle mânen çok kuvvetli olan hak ehline karşı bazen üstün gelir. Fakat hak yolundakilerin öyle sağlam bir kalesi var ki, ona sığındıkları vakit müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir şey yapamaz. Geçici bir zarar verseler bile, ﻭَﺍﻟْﻌَﺎﻗِﺒَﺔُ ﻟِﻠْﻤُﺘَّﻘِﻴﻦَ "Güzel âkıbet, elbette takva sahiplerinindir." (A'raf sûresi, 7/128) sırrıyla ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfi edilir. O yıkılmaz ve sapasağlam kale, Resûl-u Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselam) şeriatı ve sünnetidir.
İKİNCİ İŞARET
Soru: "Bütünüyle şer olan şeytanların yaratılması ve müminlere musallat olmaları, onlar yüzünden birçok insanın küfre girip cehenneme gitmesi gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba sonsuz, mutlak güzellik ve merhamet sahibi Rahman'ın rahmet ve cemâli, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin meydana gelmesine nasıl izin veriyor?" Bu mesele çok larınca sorulmuştur ve çoğu insanın hatirına gelir.
Cevap: Şeytanın yaratılmasında küçük şerlerle beraber birçok küllî, hayırlı maksat ve insana kemâl yolunu açan sebepler vardır. Evet, bir ağaç, çekirdekten koca bir ağaç olana kadar ne çok mertebe geçirirse, insanın mahiyetindeki kabiliyetlerde ondan daha çok mertebe bulunur. Belki insanın kabiliyetlerinin zerreden güneşe kadar dereceleri var. Bu kabiliyetlerin ortaya çıkması için elbette bir hareket, bir amel gerekir. İnsanı yükselten o ameldeki zembereğin hareket etmesi mücadele ile olur. O mücadele ise şeytanların ve zararlı şeylerin varlığıyla mümkündür. Yoksa melekler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. Bu durumda da insanlıkta binlerce sınıf bulunmazdı... İşte, küçük bir şerrin gelmemesi için binlerce hayrı terk etmek , hikmete ve adalete terstir.
Gerçi şeytan yüzünden çoğu insan sapkınlığa düşer. Fakat önem ve kıymet çoğunlukla keyfiyete göredir; niceliğe çok az bakar veya hiç bakmaz. Nasıl ki bir yerde bin, bir başka yerde de on çekirdeği bulunan bir insan, o çekirdekleri toprak altında kimyevî bir işleme tabi tutsa ve on çekirdeğin on tanesi de ağaç olduğu halde öteki bin çekirdek çürüse; ağaç olan on çekirdeğin o insana sağladığı fayda, elbette çürüyen bin çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Aynen öyle de, nefse ve şeytanlara karşı mücadele ile insanlığı yıldızlar gibi şereflendiren ve nurlandıran on insan-ı kâmil sayesinde insanlığa gelen fayda, şeref ve kıymet, elbette, haşerat türünden sayılabilecek derecede süflî olan dalâlet ehlinin küfre girerek vereceği zararı hiçe indirir, göze göstermez. Bu sebeple Allah'ın rahmeti, hikmeti ve adaleti şeytanın varlığına müsaade etmiş, insanlara musallat olmasına izin vermiştir.
Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur'an tezgâhında işlenen takvadır. Siperiniz, Resûl-u Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselam) sünnet-i seniyyesidir. Silahınız ise istiaze, istiğfar ve Allah'ın korumasına sığınmaktır.
Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Lemalar kitabından alınmıştır.
ﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪِ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺸَّﻴْﻄَﺎﻥِ ﺍﻟﺮَّﺟِﻴﻢِ Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah Teâlâ'ya sığınırım.)
sırrına dairdir.
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﻭَﻗُﻞْ ﺭَﺏِّ ﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﻚَ ﻣِﻦْ ﻫَﻤَﺰَﺍﺕِ ﺍﻟﺸَّﻴَﺎﻃِﻴﻦِ ٭ ﻭَﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﻚَ ﺭَﺏِّ ﺍَﻥْ ﻳَﺤْﻀُﺮُﻭﻥِ "Sen de ki: 'Ya Rabbi! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!' " (Mü'minûn sûresi, 23/97,98)
Şeytandan Allah'a sığınmanın sırrına dair on üç "işaret" yazılacak. Bu işaretlerin bir kısmı, Yirmi Altıncı Söz gibi bazı risalelerde farklı suretlerde anlatılıp ispatlandığından burada yalnız kısaca bahsedilecek.
BİRİNCİ İŞARET
Soru: Şeytanların yaratma bakımından kâinata hiçbir müdahalesi bulunmadığı, Cenâb-ı Hak rahmet ve inayetiyle hak yolundakilere taraftar olduğu, hak ve hakikatin cazibeli güzellikleri hak ehlini teyit ve teşvik ettiği, dalâletin tiksinti verici çirkinlikleri dalâlet yolundakilerde bile nefret uyandırdığı halde; şeytanın askerlerinin çok defa üstün gelmesinin hikmeti nedir? Ve hak ehlinin, şeytanın şerrinden her vakit Cenâb-ı Hakk'a sığınmasının sırrı nedir?
Cevap: Bunun hikmeti ve sırrı şudur: Dalâlet ve şer büyük çoğunlukla menfîdir, tahriptir, yok etmektir, bozmaktır. Hidayet ve hayır ise çoğunlukla müspettir, var etmeye dönüktür, imar ve tamirdir. Herkesçe mâlumdur ki, yirmi kişinin yirmi günde yaptığı bir binayı, bir kişi bir günde yıkabilir. Evet, insanın, bütün esas uzuvlarının ve yaşamak için gerekli şartların varlığıyla devam eden hayatı Hâlık-ı Zülcelâl'in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvunu kesmekle o insanı hayata nispeten yokluk olan ölüme gönderebilir. Bu yüzden "Et-tahribü eshel" Yıkmak kolaydır.) sözü darb-ı mesel hükmüne geçmiştir.
İşte bu sırdandır ki, dalâlet yolundakiler, hakikaten zayıf bir kuvvetle mânen çok kuvvetli olan hak ehline karşı bazen üstün gelir. Fakat hak yolundakilerin öyle sağlam bir kalesi var ki, ona sığındıkları vakit müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir şey yapamaz. Geçici bir zarar verseler bile, ﻭَﺍﻟْﻌَﺎﻗِﺒَﺔُ ﻟِﻠْﻤُﺘَّﻘِﻴﻦَ "Güzel âkıbet, elbette takva sahiplerinindir." (A'raf sûresi, 7/128) sırrıyla ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfi edilir. O yıkılmaz ve sapasağlam kale, Resûl-u Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselam) şeriatı ve sünnetidir.
İKİNCİ İŞARET
Soru: "Bütünüyle şer olan şeytanların yaratılması ve müminlere musallat olmaları, onlar yüzünden birçok insanın küfre girip cehenneme gitmesi gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba sonsuz, mutlak güzellik ve merhamet sahibi Rahman'ın rahmet ve cemâli, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin meydana gelmesine nasıl izin veriyor?" Bu mesele çok larınca sorulmuştur ve çoğu insanın hatirına gelir.
Cevap: Şeytanın yaratılmasında küçük şerlerle beraber birçok küllî, hayırlı maksat ve insana kemâl yolunu açan sebepler vardır. Evet, bir ağaç, çekirdekten koca bir ağaç olana kadar ne çok mertebe geçirirse, insanın mahiyetindeki kabiliyetlerde ondan daha çok mertebe bulunur. Belki insanın kabiliyetlerinin zerreden güneşe kadar dereceleri var. Bu kabiliyetlerin ortaya çıkması için elbette bir hareket, bir amel gerekir. İnsanı yükselten o ameldeki zembereğin hareket etmesi mücadele ile olur. O mücadele ise şeytanların ve zararlı şeylerin varlığıyla mümkündür. Yoksa melekler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. Bu durumda da insanlıkta binlerce sınıf bulunmazdı... İşte, küçük bir şerrin gelmemesi için binlerce hayrı terk etmek , hikmete ve adalete terstir.
Gerçi şeytan yüzünden çoğu insan sapkınlığa düşer. Fakat önem ve kıymet çoğunlukla keyfiyete göredir; niceliğe çok az bakar veya hiç bakmaz. Nasıl ki bir yerde bin, bir başka yerde de on çekirdeği bulunan bir insan, o çekirdekleri toprak altında kimyevî bir işleme tabi tutsa ve on çekirdeğin on tanesi de ağaç olduğu halde öteki bin çekirdek çürüse; ağaç olan on çekirdeğin o insana sağladığı fayda, elbette çürüyen bin çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Aynen öyle de, nefse ve şeytanlara karşı mücadele ile insanlığı yıldızlar gibi şereflendiren ve nurlandıran on insan-ı kâmil sayesinde insanlığa gelen fayda, şeref ve kıymet, elbette, haşerat türünden sayılabilecek derecede süflî olan dalâlet ehlinin küfre girerek vereceği zararı hiçe indirir, göze göstermez. Bu sebeple Allah'ın rahmeti, hikmeti ve adaleti şeytanın varlığına müsaade etmiş, insanlara musallat olmasına izin vermiştir.
Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur'an tezgâhında işlenen takvadır. Siperiniz, Resûl-u Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselam) sünnet-i seniyyesidir. Silahınız ise istiaze, istiğfar ve Allah'ın korumasına sığınmaktır.
Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Lemalar kitabından alınmıştır.