Sorunuzun kaynağını araştırırken Şener Ağabeyimizin tesbiti olduğunu gördüm ve kendisi bu konuda açıklama getirmiş aşşağıya geniş olarak aktarıyorum eğer istenirse mutaala edebiliriz...
Şener Ağabey' den Notlar II
Prof.Dr. Şener Dilek
Dört tip Nur Talebesi vardır :
Birincisi; Risale-i Nurdaki hakikatlerle anlaşır, cemaatle anlaşamaz.
İkincisi; Cemaatle anlaşır, hakikatlerle anlaşamaz.
Üçüncüsü; Hem cemaatle, hem de hakikatlerle anlaşır.
Dördüncüsü; Ne cemaatle, ne de hakikatlerle anlaşır.
Bir Nur Talebesinde mukavemet ve kayyumiyet felsefesi hükmetmelidir. Bunların çeşitli göstergeleri vardır. Mesala, bir Nur Talebesi yalnız kaldığı zaman mukavemetini devam ettirebiliyorsa mukavimdir. Kayyumiyet ise hizmetteki sebat ve devamdır. "Buranın hizmeti benimle kaim ve daim, ben hizmete gitmezsem hizmet çatlar, derse gitmezsem hizmet yıkılır" tarzında bir halet-i ruhiyedir.
Bir Nur Talebesinin iki türlü düşüşü vardır. Biri ani ve def’i. Bu tür düşüşde ayılma çabuk olabilir. İkincisi tedrici düşüş. Bu birinciden daha tehlikeli. Hayattaki tavizler ile insan tedricen yıkılır ama farkında bile olmaz.
Bir Nur Talebesi kardeşini kıskansa, rahmet ve taksimat-ı ilahiyeyi ittiham etmiş olur. Kardeşini kıskanan bir Nur Talebesi yerinde sayar bir adım dahi atamaz. Bir Nur Talebesi kendisini uhuvvet ve tesanüde mecbur bilecek. Meselemiz ferdi ve şahsi bir mesele değil. Mesele Kur’anın hakkaniyeti bütün kalplere çakılsın. Cemaatin en büyük kuvveti tesanüddür. Samimi muhabbet karşılıksız ivazsız bir kardeşlik olsa o cemaat dağlardan daha rasihdir.
Bir Nur Talebesi için en acı olan Risale-i Nura karşı mahcubiyettir. Kitaplar rafta, okumuyor. Bir Nur Talebesi bir gün, bir hafta, bir ay, bir yıl okumazsa ne olur? Bu dehşetli zamanda okumadan kendini muhafaza etmek mümkün değildir...
Nur Talebesi, din-i İslamın meddahıdır. Bütün dünya beni medhü sena etse inandıramazlar ki ben iyiyim. Eğer bir Nur Talebesinde hayat ve yaşamak hissi din hissine galebe çalarsa o zat manen semavi tokada müstehak olmuş olur. Bir Nur Talebesinde dava ruhu istihsana çıkmazsa nakıstır. Bir şeyi ziyade beğenmek, ziyade sevmek, ziyade o şeyde fani olmak. Herşeyi bilmez bir şeyi bilir. İstihsanın esası kesretten kopuş ve hırz-ı can etmektir. Vahdete takarrup için, kesretten kopuş. Seninle olayım, isterse aç kalayım.
Risale-i Nur’a hizmet edenler üç guruptur.
Birincisi; nefis ve enaniyetini yenmeden hizmet edenler, bunlar şahs-ı manevinin kiridir.
İkincisi; iddiasızlardır. Bunlar itaatkar olmakla beraber aksiyondan uzaktırlar.
Üçüncüsü; hakiki Nur Talebeleridirler. Bunlar cemaatin hem önünde, hem ortasında, hem de arkasında olabilirler. Öndekilerin vazifesi şahs-ı maneviye kuvvet vermektir. Bunlar aynı zamanda Risale-i Nur’un kudsiyetini terennüm ederler. Ortadakiler hali muhafaza ederken, arkadakiler de dua ve iltica ile manevi destek verirler.
Meşreb ve mesleği ne olursa olsun dava-yı Kur’aniyeye hizmet edenin ben ebediyyen minnettarıyım. Böyle bir ruh Hz.Mus’ab'ın meşrebi... Meselelere şahsiyet alemi ile değil, hizmet alemiyle bakıyor. Hizmet edeni, hizmet namına kucaklıyor.
Üstadın hizmet rehberinde çizdiği modele, ihlas, sadakat, uhuvvet, tevazu ve mahviyet şartlarına uymayan bir Nur Talebesi medreseye yüz tane adam getirir, ileride belki bin tane götürür. Hizmet düsturları Risale-i Nurun rayıdır. Bunlar olmazsa sen makam-ı rızaya, makam-ı mahbubiyete, makam-ı sıddıkiyete çıkamazsın. Onların esası da sırr-ı ihlas ile sırr-ı uhuvvettir.
Risale-i Nurun çok okunması meslek ve meşrebin şahsiyete yerleşmesini kolaylaştırır. Risale-i Nuru on defadan fazla oku devret, ondan sonra istediğin kitabı oku. Bu hakikatler tam meşrebine yerleşmeden, başka kitapların okuması, şahsiyetde bozukluklar meydana getirir.
Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi makam-ı Mehdiyete mazhardır. Makam-ı Mehdiyyet umumun hidayetine, beşerin diriltilmesine çalışıyor. Bu şahs-ı manevînin en zahir ölçüsü ise, ekser ağabeylerin toplandığı heyettir. Bu hizmeti bir dest-i inayet tanzim ediyor. Başta üstadın hayatı buna şahittir. Risale-i Nur’un bayramı geliyor. Cenab-ı Hak tasfiye ediyor. Kabuk kalkıyor, lüb ortaya çıkıyor. Aptal kargaların eliyle ormanlar meydana geliyor. Allah (cc) isterse fâsıkların eliyle de İslamiyeti inkişaf ettirir.
Risale-i Nur’un faidesi iki türlüdür: Biri istifade, diğeri istifaza... İstifade idrake, istifaza ise kalbe bakar. Kalp ne derece sade ve berrak olursa, o derece feyze mazhariyet artar. İnsan ne nisbette masumlaşırsa o derece feyz-i ilahiye mazhar olur. En büyük feyze peygamberler mazhar olmuşlardır. İstifaze, istifadeden daha önemlidir. Çünkü malumat bir adamı yalnız başına davada tutamaz. Hizmet ettiren istifazadır, füyüzat ve kudsiyettir. Füyüzat ve kudsiyete ulaşmak ise göze hakim olmaktan geçer. İnsan manen öyle bir hazinedir ki, nihayetsiz istidatlar taşır. Birisi iştiha ile bir harama baksa, belki bin istidadını birden köreltir.
Fitne insana dört kapıdan girer: Göz, kulak, burun, ağız. Ağızdan illa helal lokma girmesi lazım. Bu noktada bizim için beşaret var. Medresede yenilen yemek kirli de olsa temizdir. Bu asırda en büyük fitne gözden içeri giriyor. Çeşm-i basiret göze hakimiyetten sonra açılır. Gözüne hakim olmayan şifa-i sadr bulamaz. Bir insana füyüzat gelmezse o insanın malumatı kabuk olur, dilde kalır. Risale-i Nur bu demek değildir. Risale-i Nur hayattır, tatbikattır. Risale-i Nur hizmeti görünmek değil, olmaktır. Görünmek ile olmak arasında çok büyük bir uçurum vardır.
Bir Nur Talebesinin bu hakikatlerden tam istifade etmesi için gözüne hakim olması lazımdır. Can çekişen bir adama en güzel huriler musallat olsa, onlara şehvet damarı uyanır mı? Elbette hayır. Bu manada bir Nur Talebesi can çekişiyor. Çünkü hidayet-i amme yükünü omuzlamış. Bu halde iken taife-i nisaya nasıl nazar eder. Bir Nur Talebesinde gabavet olsa dahi, tam müttaki olduktan sonra Risale-i Nur’dan fevkalede istifade edebilir. Risale-i Nur’daki bazı esrarların açılmasında aslan payı, ittika’nındır. Bir Nur Talebesinde ittika kırılırsa, Risale-i Nur’la alakadarlığı fikir ve dil seviyesinde kalır. Kudsiyet, nuraniyet ve tesirat hasıl olmaz. Malumat kabilinden bilgi olur.
Risale-i Nur hizmetinde veraset, hususiyet, kabuliyet, makbuliyet ve mazhariyet vardır : Veraset: Zengin bir baba öldüğü zaman malı bir çocuğuna kalmaz. Miras bütün çocuklarına aittir. Demek bütün çocukları manen o malı korumakta mes’uldür. Bu açıdan Nur Talebelerinin hepsi mes’uldür. Her Nur Talebesi vâristir. Risale-i Nur’u anlayan bir Nur Talebesi zerrat-ı mevcudat kadar mes’uldür. Çünkü Nur hizmeti hidayet-i ammeye mazhardır.
Mes’ulsün, mes’ul! İndallah ve inderresul!