Sorularla cevşenü'l-kebîr

HaberRss

Haber Robotu
Cevşen'le ilgili olarak, Hz. Cebrail (as)''in Peygamberimiz (asv)'e, "Zırhını çıkar bu duayı oku." şeklindeki olayın hangi kaynaklarda geçtiğini gösterebilir misiniz?

Devami...
 

bimar

New member
Cevap: Cevşen'le ilgili olarak, Hz. Cebrail (as)''in Peygamberimiz (asv)'e,

Okuyucu Soruları-6 BAZI CEMAATLER VE METOTLAR ÜZERİNE-2

Ebubekir Sifil, Milli Gazete - 7 Aralık 2008

2. "Said Nursi eserlerinde cifiri çokca kullanıyor ve Kuranın tamamının cifir yoluyla bir tefsirinin yapılmasını istiyor. Cifirle de kendi ismine kadar Kuranda 40-50 işaret buluyor eserlerine ve kendisine. Hatta kıyametin zamanını bile söyleme cesareti gösteriyor. Bu Kuran ve hadislerde açıkca reddedilmiyor mu? Cifir yöntemi şiada olan bir yol değil mi? Ehl-i sünnet bunu reddetmiyor mu? Cevşen duasını vahy olarak tevatürle nakledilmiş diyor. Ehli sünnet o zaman neden nakletmemiş? Neden sahih zikirler varken şia kaynaklı bir rivayeti esas almış olabilir?"

Bediüzzaman'ın cifir ve ebced hesabını çokça kullandığı doğrudur. Ancak onun, cifri, Kur'an'ın tamamının tefsiri için kullanılacak bir araç olarak gördüğünü ya da cifre böyle bir ehemmiyet atfettiğini gösteren bir ifadesini bilmiyorum.

Cifir hakkında 9. Lem'a'da şöyle demiştir:

"İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakikiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hattâ kaç defadır esrâr-ı Kur'âniyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu; kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:

"Birisi, "Gaybı Allah'tan başkası bilmez" yasağına karşı hilâf-ı edepte bulunmak ihtimâli var. "İkincisi, hakâik-ı esâsiye-i imâniye ve Kur'âniyenin berâhîn-i kat'iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulûm-u hafiyenin yüz derece daha fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat'î hüccetler ve muhkem deliller sûiistimâle meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulûm-u hafiyede sûiistimâl girip şarlatanların istifade etmeleri ihtimâlidir. Zaten hakikatlerin hizmetine ne vakit ihtiyaç görülse, ihtiyâca göre bir nebze ihsân edilir. (…)

"Ezcümle, tevâfuk birkaç cihette birşeyi gösterse, delâlet derecesinde bir işarettir. Bazan bir tek tevâfuk, bazı karâinle delâlet hükmüne geçer…"

Ancak Birinci Şua'da Risale-i Nur'a cifir hesabıyla işaret ettiğini söylediği ayetler üzerinde dururken bu temkinli yaklaşımının, yerini daha bir sarih ve kuvvetli bir kanaate bıraktığını görüyoruz. (Yer tutmaması için iktibas etmiyorum. Aslından okunmalıdır.)

Cifir ve ebced hesabının meşru olup olmadığı meselesine gelince, Bediüzzaman merhumun bu babda sıklıkla zikrettiği bir rivayet vardır. Buna göre Yahudiler, bazı surelerin başında bulunan "huruf-u mukataa"nın ebced hesabıyla değeri üzerinden Ümmet-i Muhammed'e ömür biçmeye kalkmıştır. Sayısal değeri 71 olan Elif-Lâm-Mîm"i öne sürerek, "Ümmetinin ömrü 71 seneden ibaret olan bu peygamberin dinine mi gireceksiniz?" demişler, sonra Efendimiz (s.a.v)'e dönerek "Daha var mı?" diye sormuşlar, O (s.a.v), "Elif-Lâm-Mîm-Sâd var" buyurmuş; bu defa onun sayısal değerini hesaplamışlar, 131 etmiş… Bu minval üzere devam eden rivayetin sonunda huruf-u mukataalar devam ettikçe sayısal değer de yükselmiş ve Yahudiler "Bu iş içinden çıkılmaz bir hal aldı" diyerek huruf-u mukattaa'nın sayısal değerleri üzerinden Ümmet-i Muhammed'in ömrünü tayin davasından vaz geçmişler.[1]

Ancak Bediüzzaman merhum, görebildiğim kadarıyla Resale-i Nur'da birkaç yerde bu rivayetin sadece baş kısmını zikretmekle yetinmiş, sonunu vermemiştir. Zikrettiği kısım şöyledir: "Bir zaman Benî İsrail âlimlerinden bir kısmı, huzur-u Peygamberîde, sûrelerin başlarındaki "Elif-Lâm-Mîm", "Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd" gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:

"Ya Muhammed, senin ümmetinin müddeti azdır."

Onlara mukabil dedi: "Az değil." Sâir sûrelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: "Daha var." Onlar sustular..."

Bu rivayeti, Kur'an ayetlerinden cifir hesabıyla farklı delalet boyutları elde etmenin meşruiyetine mesnet kılan Bediüzzaman merhum, rivayetin sıhhati konusunda herhangi bir şey söylememektedir. Oysa bu rivayetin senedinde yalancılığıyla meşhur Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî isimli zat vardır. Bu zat hakkında Hadis tenkitçilerinin kullandığı ve yer tutmaması için buraya almadığım ağır ifadeler için Cer-Ta'dil kitaplarına bakılmalıdır. Dolayısıyla söz konusu rivayetin cifrin bir bilgi elde etme yöntemi olarak kullanılmasının meşruiyetine delil kılınması uygun değildir.

Cevşen'e gelince, Bediüzzaman merhumun bu duanın tevatüren nakledildiğini söylediğine rastlamadım. Evet, o bu duayı bir vird gibi hem kendisi okumuş, hem de okunmasını tavsiye etmiştir. Ancak tevatür iddiasına –dediğim gibi– muttali değilim. Bu duanın özellikle Ahmed Ziyauddîn Gümüşhânevî hazretleri tarafından Mecmû'atu'l-Ahzâb isimli evrad ve ezkâr mecmuasına alınmasından sonra ülkemizde yaygınlık kazandığını söyleyebiliriz. Sadece Ehl-i Sünnet'e ait Hadis kaynaklarında değil, Şia'nın rivayet konusundaki temel kaynağı olan Kütüb-i Erba'a'da da zikrine rastlanmaması, Cevşen'in mevsukiyetini (sağlamlığını, geçerliliğini) ciddi biçimde tartışmalı kılmaktadır.

Bediüzzaman merhumun Cevşen'e atfettiği önem, sadece rivayet tarikinden mevsukiyetine itimat ettiğinden değil, aynı zamanda muhtevasının güzelliğinden, ifadelerinin çarpıcılığından da kaynaklanmış olmalıdır. Onu Efendimiz (s.a.v)'den sabit bir rivayet olarak değil, sadece "güzel bir dua" olarak okumakta herhangi bir mahzur yoktur.


[1] Bkz. İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, I, 61.
 

bimar

New member
Cevap: Cevşen'le ilgili olarak, Hz. Cebrail (as)''in Peygamberimiz (asv)'e,

Cevşen ile alâkalı rivayetin aslı var mıdır?

Soru: Cevşen ile alâkalı rivayetin aslı var mıdır ve söylendiği gibi insana koruma sağlar mı ?

Cevap: Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Cevşen ile alakalı olarak bir rivâyet bilinmemektedir. Bunun ancak Şia kaynaklarında geçtiği söylenmektedir. İmam Gazâlî’ye nisbet edilmesi, Ona yapılan bir iftirâdır; ispât edilmemiştir ve edilemeyecektir. Cevşen’in, Ehl-i Sünnet tasavvufunun yüz küsür sene evvelki dönemdeki büyüklerinden birine âid bir eserde yer almış olması ise sadece îtimada dayanan bir zühûl (yanılgı) olup, O zatın bi hakkın büyüklüğüne zarar vermez. İşin rivâyet açısından sâbit olmamasını, akla ve müşâhadeye de ters düşmesi dahi teyid etmektedir. Zira günümüzdeki eşkıyânın, boynunda cevşen asılı olan nicelerini öldürdüğü, nice cevşenli cesedlerin yerde yattığı görülmektedir. Üstelik böyle bir kıyak, Cebrâil tarafından Nebi sallallahu aleyhi ve selem’e ve arkadaşlarına bile yapılmamıştır. Onların, ‘zırhı çıkarmak’ yerine ‘zırhı giymek’le emredilmeleri ve hep zırh giymeleri akıllıları düşündürmelidir.

Hüseyin AVNİ Kansızoğlu

Kaynak İçin Tıklayınız
 

bimar

New member
Cevap: Cevşen'le ilgili olarak, Hz. Cebrail (as)''in Peygamberimiz (asv)'e,

Biz bimar da deriz ki:

Cevşen rivayetinin aslı yoktur. Ehli Sünnete ait değildir. Hatta temel şia kaynaklarında dahi yoktur.

Uhud Harbinde Cebrail As.'ın bu duayı Peygamber Efendimize "Zırhını çıkar, Rabbin sana selam ediyor ve bu duayı (cevşeni yani bu dua zırhını) kullanmanı istiyor" şeklinde yeryüzüne indirildiği iddia edilir. Oysa Peygamber Efendimiz Uhud Harbinde zırhını çıkarmadığı gibi, kendileri de mübarek yaralanmışlardır da... Aslı olmadığı ortadadır.

Ayrıca bu duayı okuyan ya da üstünde taşıyanın her tür kazadan beladan emin olacağı iddia edilir ki akla ziyandır.

Gümüşhanevi Hz.leri büyük alim ve mübarek bir velidir. Hizipler yani çeşitli dualar diye topladığı eserine iyi niyetli olarak bu cevşeni de almış. Sıhhatini araştırmamıştır. Zaten eseri bütün duaları toplayan bir eserdir. Dualar hizipler şeklinde.

Gümüşhanevi Hz.lerinden de Nursi merhum alıyor ve cevşeni yayıyor.

İmam Gazali Hz.lerine atfedilir. Ona atfedilen eserini getirip gösterebilen olmadı. Öyle bir eseri olmadığı anlaşıldı. Sonra Uhud Harbinde olan bu hadise ile İmam Gazali arasında asırlar vardır! İmam Gazali Hz.leri bu duayı peki kimden aldı, cevşen Gazali'ye kadar hangi ravilerle bu uzun yolu katetti? Hiç bir bilgi yok. Ravisi yok. Hadis kaynaklarında yok. Olayın aslı yok, hem de tersi cereyan etmiş. Yok oğlu yok.

Belki güzel bir duadır, Allah'ın isimleri geçiyor diye okumakta sakınca olmasa da bunu Peygamber Efendimize ve Cebrail As.'a atfetmek tehlikelidir. Her beladan koruyacağına inanmak da...
 

SorularlaIslam

New member
Cevap: Cevşen'le ilgili olarak, Hz. Cebrail (as)''in Peygamberimiz (asv)'e,

Değerli Kardeşimiz;


Cevşen ile ilgili pek çok düşünce ve görüş ortaya atılmıştır. Daha çok Şiî kaynaklardan gelmiş olması, Ehl-i Sünnet’in Cevşen’e karşı soğuk davranmasına sebep olmuştur. Ancak bizim Cevşen ile ilgili mülâhazamız biraz husûsiyet arzetmektedir. Onun için de başkalarına ait görüşlerin naklinden daha çok, biz burada kendi mülâhazalarımızı aktarmak istiyoruz:

1) Cevşen halisane yapılmış bir duâdır. Onun hangi cümle ve kelimesi ele alınırsa alınsın, damla damla ihlâs ve samimiyet yüklü duâ takattur eder. Durum böyle olunca, Cevşen kime izafe edilirse edilsin, özdeki bu husûsiyete tesir etmemeli. Burada, “bir sözün Efendimiz’e izafesiyle bir başkasına izafesi arasında fark yoktur” demek istemiyoruz elbette. Demek istediğimiz şudur: Cevşen’in asgarî vasfı onun bir duâ olmasıdır. Başka hiçbir özelliği bulunmasa, sadece onun bu özelliği bile, Cevşen’e bir değer ve kıymet atfetmek için yeterli bir sebeptir. Halbuki onun daha nice özellikleri vardır ki, diğer maddelerde bazılarına işaret edilecektir. Öyleyse, sadece senedine âit şaibeden dolayı Cevşen’i tenkit pek haklı bir davranış olmasa gerek.

2) Efendimize ait sözlerin bütün beşer sözlerine bir rüçhaniyet ve üstünlüğü vardır. O’na ait beyan ve sözleri seçip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak bir gerçektir ki, Cevşen baştan sona peygamberane ifadelerle bezeli bir edâya sahiptir. Bu sebeple de duâda O’na ait malzemeleri kullanmak hem önemli hem de kabule daha yakındır. Fakat yine de bu bir tercih mes’elesidir. Yoksa insan namazın dışındaki duâları hangi dille yaparsa yapsın bu durum duânın aslına tesir etmez; zira Cenab-ı Hakk bütün dilleri bilir ve duâya icabette sadece duânın samimî ve gönülden olmasını esas alır. Zaten dillerin ve renklerin ayrı ayrı oluşu O’nun kudretini ele veren âyetlerden değil mi?

3) Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sünnî kaynaklar Cevşen’e yer vermezler. Sadece Hâkim’in Müstedrek’inde Cevşen’den birkaç fıkrayı görebiliriz. Onun dışındaki eserlerde ben şimdiye kadar, Cevşen’e ait ibare ve ifadelerin birkaçının bile nakledildiğini görmedim. Ancak bu tamamen senede ait bir husûsiyete dayanılarak alınmış müşterek tavrın tezahüründen başka bir şey değildir ve Cevşen’in değerine menfî yönde etki edecek bir ağırlığı da yoktur. Nitekim Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği pek çok hadis var ki; aynı hadisleri çok küçük farklarla, hatta bazen aynı şekliyle Küleynî’nin el-Kafî’inde yer almaktadır. Ne var ki Ehl-i Sünnet alimleri Küleynî’den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. Halbuki onda yer alan hadisler, Buharî ve Müslim’de de yer aldıklarına göre hem senet hem de lafız itibariyle cerhi söz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-Kafî’de yer alan hadisleri daha çok Şiî imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sünnîlerce, daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır. Cevşen için de aynı durum söz konusu olmuştur. Eğer Cevşen Şiî imamlar yoluyla nakledilmemiş olsaydı, öyle zannediyorum ki, bütün Sünnîlerce kabul görecek ve baş tacı edilecekti. Fakat Cevşen, senet yönüyle bir talihsizliğe uğradığı için, bunca insan sırf bu yüzden onun nurlu, feyizli ve bereketli ikliminden mahrum kalmıştır. Şu anda böyle bir talihsizliği önleyecek güçte de değiliz. Asırların birikimiyle vücud bulmuş böyle bir kanaati bertaraf etmek imkânsız olmasa bile çok zordur.

4) Bazen hadis kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimiz’den keşfen hadis alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbanî der ki: “Ben, İbni Mesud’dan, Muavvizeteyn’in Kur’ân’dan olmadığına dair rivayetini görünce, bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz’den onların Kur’ân’dan olduğuna dair ihtar aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım.” Bazılarının bizim Kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur’ân’dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbanî’den bir misal, diyor ki: “Ben bazı hususlarda İmam Şafiî’yi taklid ediyordum. Ancak bana İmam Ebu Hanife’nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsas edildi. Ben de Ebu Hanife’ye iktida ettim...”

Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu kategoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar “keşfen aldık” dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat’iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadis kriterleri içinde tahlil etmek imkânsızdır. Onun için de hadisçiler bu türlü ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı mânâsına da gelmez.

Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen mânâsı itibariyle Efendimiz’e ilham veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen’i keşif yoluyla Efendimiz’den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır.

Bu hususlara şunu da ilave etmek faydalı olur kanaatindeyim. İmam Gazalî gibi bir allame, Gümüşhanevî gibi bir büyük veli ve Bediüzzaman gibi bir sahibkırân, Cevşen’i kabullenip onu vird edinmişlerdir. Hatta İmam Gazalî ona bir şerh yazmıştır. Cevşen’in me’hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhan olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüzbinlerce insanın Cevşen’e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen’e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır. (M. Gülen)



Not: Ayrıca şu yazıyı okumanızı da tavsiye ederiz.

...gazetesi 23/7/1996 tarihindeki sayısında “Bir bilene soralım” köşesinde A.. G.... ismindeki sahıs, çok fahiş bir hata işlemiştir ki, Cevşen-ül Kebir adındaki Kur’anın zübde ve hülâsası, kâinat ve insanın yaradılış gayelerinin neticesi olan Tevhid-i Hâlık vazifesini en ekmel bir tarzda ifade eden ve binbir esma ve sıfat-ı İlâhiyenın nuranî ve kudsî dizisi olan Münacat-i Peygamberiye (A.S.M.) çok basit bir anlayışla ve âmiyane bir görüşle ve son derece sakat bir takım bahanelerle ilişmek istemiştir.

Oysa ki, kudsî olan Cevşenin hakikatları ve bunların tecelli ve tezahürleri Risale-i Nur’un eserlerinde nuranî semereler vermesiyle meydandadır. Cevşen-ül Kebir münacatına ilişmek isteyen münekkid zâtın ileri sürdüğü başlıca bahaneleri şunlardır.

1-Cevşen Duası daha çok Şiîler arasında yaygın olmakla birlikte bir kısım Sünnîlerle müşterek tarafı var olduğu..

2-Ne Ehl-iSünnetin, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almayışı..

3-Cevşen-ül Kebir duasının fazilet ve hâsiyetleri hakkında gelen rivayetlerde mübalağaların bulunduğu..

4-Cevşen-ül Kebir rivayet yoluyla geldiği halde kelimelerinin zaptında son derece bir titizlik içerisinde kayıt edilmesiyle hafızlardan nakledilen rivayetli hadislere benzemediği..

5-Cevşen duası herkesin vâkıf olabileceği bir açıklık içerisinde literatüre geçtiği için gizli tutulmasının imkânsızlığı ki; rivayetteki ifadeye zıt olduğu..

İşte kendini her şeyi bilir edası içerisinde bir köşe yazarı olarak takdim eden zat, basit bir akılcılık tufanına kapılarak kendi basit görüşüne, anlayışına yukarıda sıraladığımız vâhi bahaneleri âdeta bir ilmî kaide tarzında görmüş, ona göre davranmış ve çok yersiz bir ilim furuşluk yapmak istemiştir. Oysa ki; “Ben biliyorum, ben âlimim” diyenin cahilliğini ilân eden hadis-i şerif vardır. Biz bu kabil davranışı ve sakat görüşü ....... Gazetesinin ağırbaşlılık, ilmî vakar ve tasavvuf anlayışıyla kabil-i telif göremedik. Az sonra arzedeceğimiz mes’eleyi açıklığa kavuştumuş olacağız inşâallah...

CEVAPLARA GEÇİYORUZ

1- Cevşen-ül Kebir duası gibi daha pek çok mes’elelerde Şialarla, Ehl-i Sünnetin müşterekliği vardır. Şiaların iştirak ettiği her bir mes’eleyi alıp ilim ve irfan kütüphanemizden söküp atarsak, bir çok mes’ele ve hakikatları kaybetmiş oluruz.

Meselâ: Mehdi Mes’elesinde şialarla Ehl-i Sünnet esasta müşterektirler. Lâkin Şialar mes’eleyi mübalağalı ve hurafeli bir zemine götürmüşlerdir.

Hem meselâ: Hazret-i Ali’nin (RA) yüksek kemalâtı hakkında peygamberimizin yüksek senâları ehl-i sünnetin bütün hadîs kitablarında mevcuttur. Fakat şialar mes’eleyi başka maksad ve gayelere yönlendimişlerdir. Yine meselâ; bütün sahih hadîs kitaplarımızda: “Dağda, kırda, bayırda her yerde temiz toprak üstünde rahatlıkla secde edilip namaz kılınabileceği” manasında bir hadis-i şerif mevcuddur. Şialar ise bu hadîsi başka bir mecraya çekerek kiremitten secdelik taşlar yaptırarak, sadece onun üstünde secde edilebileceği manasında uygulamişlardır. İşte Cevşen-ül Kebir Duası da böyledir. Şialar onun hakkında bir çok mübağalalar uydurmuş ve gayr-i murad yanlış tatbikatlar yapmış olabilirler. Kefenlerine özel tarzda Cevşeni yazdırabilirler; ki aslında Gümüşhanevî Şeyh Ahmed Ziyauddin Hazretlerinin “Mecmuat-ül Ahzab” isimli eserinin cild 1 sahife 243’ün kenarında yazılı bulunan, Cevşen-ül Kebir’in hasiyetleri hakkındaki bölümde: “Kefenin üstüne Cevşenin metni yazılır.” diye bir şey yoktur. Belki “Kâfur ve misk ile bir kaba yazılsa kabdaki yazılar su ile eritilip o su ölünün kefenine serpilse” diye yazılıdır.

2- Cevşen-ül Kebir duası hadîs kitablarımızda hattâ şiaların da meşhur hadîs mecmualarında kayıtlı değildir diyerek gayr-i sahihliğine delil gösterilmiş.

Cevap: Cevşen-ül Kebir gibi daha bir çok hususi mes’ele ve büyük dualar meşhur hadîs müdevvenatı olan kitaplarımızda mevcut olmaması, sahih olmadığına delil değildir. Sadece Cevşen-ül Kebir değil, Kur’an’ın bazı sure ve âyetleri bir münacaat duası olan “Kenz-ül Arş” duası gibi bir çok mühim dua ve münacatlar kat’iyen menba-ı Risaletten gelmiş oldukları halde meşhur hadîs kitaplarımızda kayıtlı değildir. Yine bu neviden olarak koskoca Nakşibendiye Tarîkatı’nın esasının hafi zikir tarzında Peygamberimiz (A.S.M.) tarafından Hazret-i Ebubekir-i Sıddık’a (R.A.) mağara içinde hususî bir tarzda talim edildiği Başta İmam-ı Rabbanî (R.A.) “Mektubat’ında”, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname’sinde”, daha birçok tasavvuf kitaplarında önemle kayıtlı olduğu halde, meşhur hiçbir hadîs kitabında yer almamaktadır. Bu durumda ve münekkid zatın kaidesine göre acaba hepsi kâmilîni ulema olan sâdat-ı Nakşibendiyenin kutup ve pirlerinin o tarz görüş ve telâkkileri asılsız bir hurafe midir?

(Bu münâcat, Üstad Bediüzzaman tarafından her gün vird olarak okunmuş olduğu gibi, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde onun büyüklüğü, hakikatlılığı ayrı ayrı ifadelerle beyan edilmiştir. İşte Cevşen-ül Kebir'den bahseden Nur Risalelerinin yer ve sahife numaraları kısmen aşağıdadır: )

Sözler sh: 454; Mektubat sh: 217; Lem'alar sh: 339; Şualar sh: 59, 104, 129, 246, 622 ve 625; Büyük Tarihçe sh: 398 ve daha Risale-i Nur'un bir çok yerle­rinde, Üstad Bediüzzaman Hazretleri gayet kesin ve pervasız bir kanaatla, Cevşen-ül Kebir Duasının Resul-i Ekrem (A.S.M.)'m kudsî bir münâcatı olduğunu beyan etmişlerdir.

Me'hazleri ise Mecmuat-ul Ahzab 1/231'de Cevşen'in senedi de kaydedilmiştir; ayrıca Irak’ta tab'edilmiş "Mecmuat-ud Daavat isimli bir eserde Cevşen'i ve onun rivayet senedini de görmüştüm.

Cevşen-ül Kebir Münâcatı, mütedavil hadîs kitaplarında tamamının bu­lunmadığını söylemeye gerek yoktur. Sırlı ve hususi hadîsler kısmından olduğu da kesindir. Bununla beraber Cevşen-ül Kebir'in bazı kısımları (Cevşen-ül Kebir duası olarak değil) Peygamber'in (A.S.M.) sair duaları içinde olarak, bazı hadîs kitablarında bulunmaktadır. Az sonra nümunelerini arz edeceğiz.

Cevşen-ül Kebir Münâcatını, bil-farz senedi olmayan sadece dillerde dolaşan bir hadîs olarak kabul etsek bile; İman-ı Suyutî Hazretleri "Sened-ü Musafaha" Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadîs kaidesi olarak yazdığı şu: "Senedi bulunmayan hadîsler görülürse, eğer o hadîs, usûl-u İslâmiyeye zıd, akla münafi ve ayrıca da sair sahih hadîslere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadîs bir taraf; bırakılır ve ilişilmez." İşte, bu hadîs kaidesine göre, Cevşen-ül Kebiri ölçtüğümüz zaman, kaidedeki menfi üç kaziyeden hiçbirisinin Cevşen'de bulunmadığını görmekteyiz. Kaideye muhalefet şöyle dursun, baştan sona kadar Kur'an âyetlerini, Esma-i Hüsna'yı ve hakiki hâlis tevhidi terennüm etmektedir. Böylelikle Cevşen-ül Kebir, usûl-ü Îslâmiyenin en mühim temeli olan tevhid hakikatını tahkim ve takviye ediyor. Hem Marifet-i İlahiye'ye dair harikulade tavsifat göstermesi ve hiçbir arifin, hiçbir kâmil velînin münâcatlarına benzememesi, elbette Cevşen-ül Kebir'in, Mu'ciz-Beyan olan Lisan-ı Nübüvvet ten geldiğini gösterir.

Hem koca Bediüzzaman gibi bir dâhî-yi hakikat, bir Allâme-i Küll Cevşen-ül Kebir'e "Mütevatirdir" deyip, hayatının son kırk senelik kısmında onu kendine vird edinip her gün okuması ve ondan çok büyük feyizler, nur ve bereketler alması, Cevşen'in menba-ı Risaletten gelmiş olduğuna ayrı bir şâhiddir.

3- Kudsî ve emsalsız ve hârika bir münacat-i Peygamberî olan Cevşen-ül Kebir duasının fazilet ve hasiyetleri hakkında gelen rivayette aşırı bir mübalağanın söz konusu olduğu mes’elesine cevabımız ise:

Evvelâ: Ehl-i sünnet’in ve bunlardan özellikle ehl-i tahkik bir mutasavvıf ve büyük bir veli, ayni zamanda hadîs usûlü ilmine âşina ve bu yolda te’lifatı var olan meşhur Şeyh Ahmet Gümüşhanevî Hazretleri’nin “Mecmuat-ül Ahzab” eseri birinci cilt sahife 243’te yazılı olan rivayetteki ifadelerde; ehl-i sünnetin akıl ve ilim kâidelerine ve sair hâdislerdeki peygamberimizden (A.S.M.) mervi bazı dua ve Kur’an sureleri hakkında gelmiş rivayetlerdeki beyan tarzına hiçde bir mugayereti ya da bir ziyadeliği diye bir şey yoktur. Sözünü ettiğimiz rivayetlerde makam-ı tergibin icabından olan ve mübalağa gibi görünen bazı sözlerinin ve kelimay-ı Nebeviyenin aksamının vaziyetine âşınalığı olan kimselerin, Cevşen-ül Kebir hakkında varid olmuş rivayeti de uygun bulacakları muhakkaktır. Kaldı ki, Peygamber (A.S.M.) Cevşen ve emsali duaların fazilet ve sevaplarını evvelâ ve birinci derecede kendi hakkında vaziyetlerini görmüş öylece ifade buyurmuşlardır. Risale-i Nur bu mes’eleyi ve daha benzer birçok mes’eleleri kökten ve esastan halletmiştir. İsteyenler 24. sözün 3. dal’ının 12 asıllarına ve hususiyle Emirdağ Lahikası sahife 162’deki Hazret-i Üstadın (R.A.) hârika izahatına bakabilirler. Bütün bu izahatla beraber şiaların içinde ve şia kaynaklı Cevşenler hakkında bazı ziyadelikler ve mübalağakâr ifadeler veya garip tatbikatlar bulunmuş olabilir. Şiaların o tip mübalağaları elbette Cevşenin asliyetine ve metninin i’cazdarlığına ve ehl-i sünnetin onun hakkında müstakim makbul ve mutedil telâkkilerina bir zarar îras etmez.

4- Rivayet yoluyla geldiği halde Cevşenin kelimelerinin büyük bir titizlikle aynı aynısına, eksiksiz olarak kaydedilmesiyle hafızlardan nakledilen sair rivayetli hadislere benzemediği için uydurulmuştur. Cevap: Herşeyi biliyorum diye arz-ı endam eden bîçare münekkid zât anlaşılıyor ki; asrı saadette bir çok mühim hadîslerin ve i’caza dair bazı rivayetlerin, anında veya hemen akabinde yazi ile kaydedildiğinden haberi yoktur.Cevşen-ül Kebir gibi vahy-i zımnî ile gelmiş fevkalade mühim bir duanın Hazret-i Ali’ye (R.A.) menba-i Risaletten intikal edildiğine imam-ı Ali (R.A.) tarafından hemen yazı ile kaydedilmiş olduğuna neden ihtimal vermiyor?. Bilmiyoruz. Bu Hakikatla beraber münekkid olan zat bir gaflet ile kendi kendine tenakuza düşüyor. Diyor ki: “Şifa kaynaklı Cevşenlerle Sünnilerin tabettirdikleri nüshalarda bazı eksiklikler veya farklılıklar vardır.” Eğer düğüm böyle ise, münekkid zâtın az üsteki ifadesinde: “Onun kelimeleri titizlikle zaptedilmiş.” İle kendisinin tesbit etmiş olduğu o ziyadelikler veya eksiklikler vaziyeti; kendisini derince cerh etmekte oduğunun farkında değildir. Kaldı ki her bir dua veya sahih hadîslerin de mutlaka nusha farkları bulunmaktadır. Cevşeninki de öyledir. Bazı farkları vardır; ve bunlar “Mecmuat-ül Ahzab”ın ilgili yerinde işaretlenmişlerdir.

5- Cevşen-ül Kebir duasındaki mânâlar herkesin anlayabileceği bir ifade ile geldiği için onun gibi bırakılmasına imkân yoktur.

Cevap: Bu mes’elede bu münekkid zât, bilmediği halde biliyorum hülyasıyla kendi canibinden bir hükme varmış; amma bilmezliğini itiraf ederek arayıp da bir bilene sormayı ihmal etmiş. Evet, Cevşen-ül Kebir gibi daha birçok dualar ve sırlı hususi mes’eleler var ki ilk başlarda hususi ve mahrem tutulmuşken lâkin zamanla hususilik ve mahremiyet tarafları naehil insanlar yüzünden zedelenmiş, herkese gösterilmiş, şuyu’ bulmuştur. Haliyle o dualardaki mıknatıs gibi hâsiyetler de gaib olmuşlardır. Buna göre Cevşen’in asıl mahrem tutulan yanı is herkes tarafından kolayca anlaşılabilen onun muazzam metni değil; belki fazilet, sevab ve hasiyetleridir. Veya bunlar hakkında gelen rivayet şeklidir. Evet, Kur’anla beraber umuma bakan ve her vakit herkese lâzım olan âyetleri, hadîsleri veya sahabenin tefsirlerini herkese bildirmek ve yaymak lâzım ve vâcib bir vazife olduğu gibi, İslâm ailesinin hususi ve mahrem ve ancak ehline gösterilebilir sırlı ve özel bazı dua ve rivayet kısımlarının varlığı da muhakkaktır. Bu mevzua Hazret-i Ebu Hüreyre’nin (R.A.) ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) söyledikleri ve dikkat çekdikleri sözleri kat’î delildir. Başka sahabelerin aynı mevzuda ayrı sözleri de vardır. İşte Hazret-i Ebu Hüreyre (R.A.) bu hususta şöyle der: “Ben Resulullah’tan (A.S.M.) iki kab ilim hıfzedip aldım. Bunlardan birisini neşrettim, amma ikincisini ise eğer neşretsem şu boyun (kendi boynunu göstererek) kesilir”. Buhari cilt 2.sahife 185 Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) ise derki: “Ben Ebü-l Kasım’ın (Resulullah’ın) ağzından her işittiğimi size söyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda “Ali yalancıların yalancısı, fâsıkların fâsıkıdır diyeceksiniz.” (Ruh-ul Beyan, Burusevi, cilt 4. sahife 270) Demek ki sırlı, mahrem ve hususi rivayetler, dualar ve işler vardır ki, bunların meşhur ve umuma açık hadîs kitaplarına geçmemeleri ile asıllarının gayr-ı mevcudluğuna hiçbir delil olamaz.

NETİCE Cevşen-ül Kebir adındaki en meşhur ve Kur’andan sonra en mübarek ve en kudsî münacat-ı Peygamberî merfû ve muttasıl ve mütevatir senedi “Mecmuat-ül Ahzab’ın 1. cildinin 234. sahifesinde mevcuttur. Rivayet silsilesi, sâdat-ı ehl-i Beytten müteşekkildir. Ve şimdiye kadar hiçbir muhaddis veya nekkad-ı muhaddisinden hiçbir müteşeddit; cerh ve tâdil kitaplarında Cevşenin senedine ilişmemiş, hiçbir şey dememiştir. İşte meydan, bütün cerh, nekd ve tadil kitapları ortada ... Ayrıca, Cevşen-ül Kebir münacatı hakkında tahkikli bir araştırmamızın kısaca bir özeti “Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları” adlı eserimizin 412 sahifesinde mevcuttur. Ve böylece, ehl-i hak ve hakikatın yanında mes’ele gündüz gibi aydınlanmıştır. Şüphe ve vesveselerin, sivrisineklerin sakat vızıltıları, şu gök gürültüsü gibi olan sâdânın yanında hiçbir değeri yoktur. Ve her zaman da sönmeye ve susmaya mahkumdur.

Abdulkadir Badıllı


Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

SorularlaRisale

New member
Cevap: Cevşen'le ilgili olarak, Hz. Cebrail (as)''in Peygamberimiz (asv)'e,

Yazar: ZAFER KARLI

SORULARLA CEVŞENÜ'L-KEBÎR

show_image.php


Bu yazımızda, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’den süzülmüş bir marifet dersi olan ve cevşen olarak bilinen münacat hakkında soruların cevaplarını vermeye çalışacağız.

—Neden Cevşenü'l-Kebîr duasına bu kadar önem verilmektedir?
Sevgili Peygamberimiz (asm) ism-i azamla yapılan duaların kabul olunacağını hadislerinde bildirmiştir. (1) Nitekim Rabbimiz de Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayette bize kendi isimleri ile dua etmemizi emretmiştir. (2) Cevşenü'l-Kebîr duası tamamıyla Allah’ın isimlerinden oluşmakta olduğu gibi bu isimler harika bir tefekküri seyahat içinde kâinatı konuşturmaktadır. Allah’ın isimleri ile örgülenmiş bir marifetullah dersi olan Cevşenü'l-Kebîr bu sebepten önem arz etmektedir.
—Bundan önceki asırlarda Cevşenü'l-Kebîr duası neden meşhur olmamıştır?
Cevşenü'l-Kebîr duası Sünni kaynaklardan değil Şia kaynaklı dua kitaplarından nakledilmiştir. Bu nedenle itibar edilmemiştir. Fakat bir bilginin şia kaynaklı olması onun mutlaka hatalı veya yanlış olduğu anlamına gelmez. Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiği pek çok hadis var ki, aynı hadisler çok küçük farklarla, hatta bazen aynı şekliyle (şia kaynaklarından) Küleynî'nin el-Kâfî'sinde yer almaktadır. Ne var ki Ehl-i Sünnet âlimleri Küleynî'den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. Hâlbuki onda yer alan hadisler, Buhârî ve Müslim'de de yer aldıklarına göre hem senet hem de lafız itibarıyla cerhi söz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-Kâfî'de yer alan hadisleri daha çok Şiî imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sünnîlerce, o hadisler daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır. (3)

Cevşenü'l-Kebîr konusunda da Sünni âlimler temkinli yaklaşmış, kendi kaynaklarına alma ihtiyacı duymamışlardır.
— Bu asırda Cevşenü'l-Kebîr duasını kim tekrar Müslümanların gündemine sokmuştur?
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri tarafından tekrar gündeme gelmiş ve nur talebeleri ile iştihar bulmuştur.
— Said Nursi Hazretleri nasıl bir ehliyete sahiptir ve Cevşenü'l-Kebîr’i hangi kaynaktan nakletmiştir?
Said Nursi Hazretlerine Osmanlı Devleti zamanında devrin en yüksek ilmî payesi ile “Mahrec” unvanı verilmiştir. Bu unvanın verildiği irade-i seniyye de Ceride-i İlmiyye’nin 38. sayısının 1145. sayfasında yayımlanmıştır. (4) “Mahrec” Kibar-ı Müderrisîne verilen en büyük payelerden birisidir. (5) Osmanlı Devletinin son dönem büyük âlimlerinden olan Said Nursi Hazretleri bu asrımızda da 6000 sayfalık Risale-i Nur Külliyat’ı ile milyonların imanını kurtarmaya vesile olmuştur.

Meselelere çok uzak ve muhakemesiz insanlar sanki Cevşenü'l-Kebîr’i Said Nursi Hazretleri icat etmişçesine onu tenkit etmektedirler. Oysaki Said Nursi Hazretleri Cevşenü'l-Kebîr’i Mecmuatül Ahzab adlı eserden nakletmiştir. Mecmuatül Ahzab’ın müellifi Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretleri büyük velîlerdendir. Küçük yaşta ilim tahsîline başlamış, beş yaşında Kur’ân-ı Kerîmi hatmetmiştir. Sekiz yaşında Delâil-i Hayrât, Hızb-i A’zam ve Kasâid’i okuyup bitirmiş, Şeyh Sâlim, Şeyh Ömer el-Bağdâdî, Şeyh Ali el-Vefâî ve Şeyh Ali gibi âlimlerden ders almıştır. Mahmûd Paşa Medresesinden icâzet aldıktan sonra Bâyezîd Medresesinde müderrislik yapmış âlim bir zattır. (6) Cevşenü'l-Kebîr’i tenkit etmek Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretlerini ve tüm Osmanlı ulemasını tenkit etmektir. Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerinin uydurma ve yalan-yanlış bilgileri neşredip buna bütün Osmanlı âlimlerinin ses çıkarmaması beklenemez. Çünkü Padişah dahi dinin asliyetine aykırı iş yaptığı takdirde ulema ikaz etmektedir. (7) Kaldı ki Peygambere (asm) nisbet edilen bir münacatın asılsız ve uydurma olması veya şüpheli görünmesi halinde neşrine izin verilmiş olması mümkün değildir.
— Cevşenü’l-Kebîr ve Kur’an’ın bazı surelerinden, âyetlerinden oluşan bir münacat olan “Kenz-ül Arş” duası gibi birçok mühim dua ve münacatların kaynağından şüphe edenler vardır. Bu kişilere hangi prensibi bildirmek lazımdır?
İmam-ı Suyutî Hazretleri "Sened-ü Musafaha" Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadîs kaidesi olarak yazdığı şu düstur göz önünde bulundurulmalıdır:
“Senedi bulunmayan hadîsler görülürse, eğer o hadîs, usûl-u İslâmiyeye zıd, akla münafi ve ayrıca da sair sahih hadîslere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa o hadîs bir tarafa bırakılır ve ilişilmez." İşte, bu hadîs kaidesine göre, Cevşen-ül Kebiri ölçtüğümüz zaman, kaidedeki menfi üç kaziyeden hiçbirisinin Cevşenü'l-Kebîr'de bulunmadığını görmekteyiz. Kaideye muhalefet şöyle dursun, baştan sona kadar Kur'an âyetlerini, Esma-i Hüsna'yı ve hakiki hâlis tevhidi terennüm etmektedir. (8)
—Başka büyük zatların eserlerinde de kaynaklarda rastlanmayan hadisler var mıdır?
Nakşibendiye Tarîkatı’nın esasının hafi zikir tarzında Peygamberimiz (a.s.m.) tarafından Hazret-i Ebubekir-i Sıddık’a (r.a.) mağara içinde hususî bir tarzda talim edildiği başta İmam-ı Rabbanî (r.a.)“Mektubat’ında”, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname’sinde”, daha birçok tasavvuf kitaplarında önemle kayıtlı olduğu halde, meşhur hiçbir hadîs kitabında yer almamaktadır. (9) Bu durumda hepsi âlim ve kâmil olan bu zatların görüşlerini ve telâkkilerini asılsız bir hurafe olarak mı kabul edeceğiz?
— Cevşenü’l-Kebîr’in metinlerinden bir örnek alarak İslamiyet’in ruhuna uygunluğunu gösterir misiniz?
Cevşenü'l-Kebîr’in tamamı İslam’ın ruhuna, esasına uygundur. Bir örnek olması açısından mademki Cevşenü'l-Kebîri Said Nursi Hazretleri nur risaleleri ile meşhur etmiş öyleyse biz de Cevşenü'l-Kebîr’deki “nur” babı olarak bilinen kırk yedinci babın tahlilini yapalım:

“Ey nurların nuru, Ey nurları nurlandıran, Ey nurlara suret ve şekil veren, Ey nurları yaratan, Ey nurları takdir eden, Ey nurları idare eden, Ey bütün nurlardan evvel olan Nur, Ey bütün nurlardan sonra da var olan nur, Ey bütün nurların üstünde olan nur, Ey hiçbir nurun kendisine benzemediği nur.”

Görüldüğü gibi kırk yedinci babta Allah; Nur’un kaynağı, şekillendireni, yaratanı, ölçeklendireni, idare edeni olarak anlatıldığı gibi insanların “Nur” olarak bildiği her şeyin Allah’ın Nur’u yanında oldukça kesif ve karanlık kaldığı, ezelden ebede kadar baki olan Nur’un Allah’a ait olduğu da beyan edilmiştir. Nitekim Peygamberimiz (sav)de Allah’ı Nur olarak nitelemiştir. (10) Evet, Allah göklerin ve yerin nûrudur. (11) Allah birine nûr vermezse artık onun hiçbir nûru olamaz. (12) Çünkü Allah, var olan her şeye varlığını armağan eden, her birini kendi yaratılışındaki hikmete uygun niteliklerle donatan, hedefini ve yolunu göstererek onları dâimâ iyiye, güzele yönlendiren; gönderdiği mesajlarla gönülleri aydınlatan, duygu ve düşünceleri arındıran ve böylece, tüm kâinâta nuruyla tecellî edip varlığa anlam ve değer kazandıran mutlak hakikattir, yâni göklerin ve yerin nurudur. (13)
— Cevşenü’l-Kebîr nüshalarında ufak tefek farklılıklar vardır. Bunu nasıl izah edersiniz?
Peygamberimizin (asm) çok hadislerini bizlere ulaştıran kaynaklarda da nüsha farklılığı vardır. Bu gayet doğaldır. Zaten birçok büyük zatın tertiplediği evradların başka nüshalarına baktığımızda da ufak tefek farklılıklar ile yazıldığı bilinen bir gerçektir.
—Peygamberimizin (asm) söylediği her söz umumca bilinmekte midir? Yoksa özel ve sırlı bilgileri bazı kimselere vermiş midir?
Bu mevzua Hazret-i Ebu Hüreyre’nin (r.a.) ve İmam-ı Ali’nin (r.a.) söyledikleri ve dikkat çektikleri sözleri kat’î delildir. Başka sahabelerin aynı mevzuda ayrı sözleri de vardır. İşte Hazret-i Ebu Hüreyre (r.a.) bu hususta şöyle der: “Ben Resulullah’tan (asm) iki kab ilim hıfzedip aldım. Bunlardan birisini neşrettim, amma ikincisini ise eğer neşretsem şu boyun (kendi boynunu göstererek) kesilir”. (14) Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) ise der ki: “Ben Ebü-l Kasım’ın (Resulullah’ın) ağzından her işittiğimi size söyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda “Ali yalancıların yalancısı, fâsıkların fâsıkıdır diyeceksiniz.” (15) Demek ki sırlı, mahrem ve hususi rivayetler, dualar ve işler vardır ki, bunların meşhur ve umuma açık hadîs kitaplarına geçmemeleri ile asıllarının gayr-ı mevcutluğuna hiçbir delil olamaz. (16) Cevşenü'l-Kebîr duasının da böyle sırlı bir münacat olduğunu bu sebeple umumca bilinmediğini düşünüyoruz.
Sonuç:
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: Nev-i insanın medâr-ı fahrı ve elhak en hakiki insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, Cevşenü'l-Kebîr nâmındaki münâcâtında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiâze ediyor. Hem binler dua ve münâcâtlarından Cevşenü'l-Kebîr ile öyle bir marifet-i Rabbâniye ile öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i mârifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-u efkârla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur.
Dipnotlar:

1-İbni Mace, Dua:9
2-Taha,8-Haşir,24-İsra,110
3-http://www.fgulen.com/turkish/content/view/2709/3/
4-Dr. Muhsin Toprak, Bediüzzaman'ın Darü’l-Hikmet günleri
5-M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst–1993, 2:385
6-http://www.biriz.biz/evliyalar/ea1502.htm
7-Cemil Meriç, Sosyoloji Notları ve Konferanslar, s. 347-348; Hüseyin Çelik, Türkiye’de Değişim ve Aydınlar Türkiye Günlüğü, S. 62, Ank., 2000, s. 13.
8-A. Badıllı Cevşen hakkındaki sorulara cevaplar
9-age
10-Müslim, İman 291
11-Kur’an, 24/35
12-Kur’an, 24/40
13-Mahmut Kısa, Kısa tefsirli Meali 24/35
14-Buhari cilt 2.sahife 185
15-Ruh-ul Beyan, Bursevi, cilt 4. sahife 270
16-A. Badıllı Cevşen hakkındaki sorulara cevaplar
 

bimar

New member
Cevşeni savunan yukarıdaki yazıları ve başkalarını okuduk. Okuyoruz tabii ki.. Savunma yapan yazıların hiçbiri, Uhud Harbinde Peygamber efendimizin zırhını çıkarmadığına ve yaralandıklarına değinmiyorlar. Değinemiyorlar. Çünkü değinseler, Cebrail As. vasıtasıyla Allah Teala'nın güya "Zırhını çıkar, sana zırh (cevşen) olarak bu dua yetecek" emri sözü havada kalacak. (Haşa Allah Tealanın emri havada kalır mı hiç?!) Ve cevşenin kaynağı konusundaki bütün sözler bir anda tutarsız olup berhavaya çıkacak. Bu tavır ilmi namusa uygun bir tavır değildir. Kasıt varsa... Kasıt yok da sehven yapılıyorsa, ilmi işlerde bu kadar sehiv fazla. Sahibi hakkında kötü bir nottur.

Bu kadar zorlamaya gerek yoktur. İyi niyetle Gümüşhanevi ve Nursi bu duayı almışlar işte. Biz ne Gümüşhanevi'ye ne de Nursi'ye söz etmek için karşı çıkıyoruz. Böyle bir derdimiz yoktur. Ancak duanın kaynağı şüphelidir. Cebrail As. vasıtasıyla Allah Teala ve Peygamber efendimiz; vakıaya ve akla aykırı olarak bu duayı onlara atfetmek; Kur'andan sonraki en kudsi sözler demek tehlikeli, hem de çok tehlikeli diyoruz.
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Cevşeni savunan yukarıdaki yazıları ve başkalarını okuduk. Okuyoruz tabii ki.. Savunma yapan yazıların hiçbiri, Uhud Harbinde Peygamber efendimizin zırhını çıkarmadığına ve yaralandıklarına değinmiyorlar. Değinemiyorlar. Çünkü değinseler, Cebrail As. vasıtasıyla Allah Teala'nın güya "Zırhını çıkar, sana zırh (cevşen) olarak bu dua yetecek" emri sözü havada kalacak. (Haşa Allah Tealanın emri havada kalır mı hiç?!) Ve cevşenin kaynağı konusundaki bütün sözler bir anda tutarsız olup berhavaya çıkacak. Bu tavır ilmi namusa uygun bir tavır değildir. Kasıt varsa... Kasıt yok da sehven yapılıyorsa, ilmi işlerde bu kadar sehiv fazla. Sahibi hakkında kötü bir nottur.

Bu kadar zorlamaya gerek yoktur. İyi niyetle Gümüşhanevi ve Nursi bu duayı almışlar işte. Biz ne Gümüşhanevi'ye ne de Nursi'ye söz etmek için karşı çıkıyoruz. Böyle bir derdimiz yoktur. Ancak duanın kaynağı şüphelidir. Cebrail As. vasıtasıyla Allah Teala ve Peygamber efendimiz; vakıaya ve akla aykırı olarak bu duayı onlara atfetmek; Kur'andan sonraki en kudsi sözler demek tehlikeli, hem de çok tehlikeli diyoruz.
bizler hayatımız boyunca başımıza ne gelecek bilmeyiz bu peygamberler içinde geçerlidir ALLAH bildirmedikçe bilinmez bizim vazifemiz tedbirdir takdir ALLAH CC kalmıştır .
koruyucu zırh olan bu Cevşeni mecazi olarak zırhı çıkar bunu giy bu demek şu demek değilki; "zırhı çıkar silahı bırak sana bişey olmaz" hayır böyle bişey olmaz bu bir tedbirdir tevekküldür takdir ALLAHINDIR gelebilecek zararın en az seviyede gelmesi için kulun sığındığı ruhunu rahatlattığı bir münacattır.
 

bimar

New member
Siz de sözlerinizle sözlerimize destek olmuşsunuz memluk kardeşim. Doğrusu odur: Peygamber efendimiz zırh giymekle emrolunmuştu. O nedenle rivayet daha baştan çelişkiye düşüyor. O sözü manevi olarak anlamanın da bir yolu yok: "Manevi zırhı çıkar" (artık manevi zırh neyse?!) "Bu dua zırhını giy" gibi bir anlam, diğerinden daha tutarsız ve akıl dışıdır.

Dediğimiz gibi, fazla zorluyorlar. Hiç gerek yok. Bu duayı öne sürmezsiniz ya da Peygamber Efendimize atfetmezsiniz olur biter.
 

Zuhr

Talebe
Siz de sözlerinizle sözlerimize destek olmuşsunuz memluk kardeşim. Doğrusu odur: Peygamber efendimiz zırh giymekle emrolunmuştu. O nedenle rivayet daha baştan çelişkiye düşüyor. O sözü manevi olarak anlamanın da bir yolu yok: "Manevi zırhı çıkar" (artık manevi zırh neyse?!) "Bu dua zırhını giy" gibi bir anlam, diğerinden daha tutarsız ve akıl dışıdır.

Dediğimiz gibi, fazla zorluyorlar. Hiç gerek yok. Bu duayı öne sürmezsiniz ya da Peygamber Efendimize atfetmezsiniz olur biter.

cevşen le alıp veremediğiniz nedir :)
 

Abidin1

Well-known member
Selamın Aleyküm;

Belkide çok fazla yazdım bu sitede ama naçizane aklıma son bir şey takıldı. Kusura bakmazsanız inşaallah..


"Zırhını çıkar bu duayı oku."
Demek, zırhını çıkarırsan her şeyden korunacaksın demek değildir ki. Hz. Cebrail ne durumdayken ne zaman demiş tam olarak bilinebiliniyor mu. ? Biz Hz. Cebrail ile Hz. Peygamber arasındaki ilişkiyi nasıl bilebiliriz. ? Örneğin Hz. Muhammed (s.a.v.) genel de zırhıyla namaz kılmış mı ? Eğer Uhud savaşından önce geldiyse bu dua Hz. Peygamber efendimiz Uhud da yaralandı. Hem amcasını kaybetti. Yani "Hz. Cebrail ile Hz. Peygamber arasındaki ilişkiyi nasıl bilebiliriz. ?" derken aşağıdaki rivayette ki gibi bir şeyi kast ediyorum..

[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Tahoma]Hz Peygamber, zaman zaman da illet ve hikmetini sormadan, sebeplerini araştırmadan, O'nun yaptığını yapmaya çalışanları yani bilinçsizce taklit edenleri de ikaz ederdi Bir keresinde namaz kıldırırken ayakkabılarını çıkarıp sol tarafına bırakmıştı Bunu gören topluluk da aynı şeyi yaparak ayakkabılarını çıkardı Namaz bitince, Hz Peygamber "Niçin ayakkabılarınızı çıkardınız?" diye sorar Onlar da: "Sizin çıkardığınızı gördük, onun için çıkardık" derler O zaman Hz Muhammed:[/FONT][/FONT]

[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]"Cebrâil bana onlarda pislik olduğunu haber verdi" diye bir açıklama yaparak, taklidin bilinçli yapılması gerektiğine dikkat çekmiş, bilinçsizce yapılan taklitten sakındırmıştır[/FONT][/FONT]

Bence Said Nursi çok değerli bir Alim, Bu mübarek dua mükemmel bir anlam içeriyor.. Her satırında Allah (c.c.) ye yalvarma ve yardım dileme var. Hem de onun isimlerini sayarak.. Muhteşem.
Saygılar..
 

bimar

New member
Peygamber efendimiz, mübarek zırhlarını yalnızca seferde giymişlerdir. Savaşa giderken yani... Zırhları, savaş esnasında da üzerlerindeymiş. Uhud harbinde zırhını çıkarıp cevşen okuyarak kaldığına ilişkin Ehli Sünnet kaynaklarda tek bir bilgi yoktur. Peygamber efendimizin, A'dan Z'ye bütün hayatı kaydedilmiştir. Nakledilmiştir. Gümüşhanevi'yi ve Nursi'yi yüceltme adına zorlamaya gerek yok diyoruz. İyi niyetli bir hata olmuştur. Alimler masum değildir. Hata edebilirler.
 

Abidin1

Well-known member
Peygamber efendimiz, mübarek zırhlarını yalnızca seferde giymişlerdir. Savaşa giderken yani... Zırhları, savaş esnasında da üzerlerindeymiş.

Selamlar.
Sayın Bimar bende bunu düşünerek söyledim. Yani tabii ki savaş esnasında üzerindedir. Ayakkabı örneğini kast ettiğimi anlatabilmek için ekledim.. O zırhı ne şekilde nasıl çıkardığını bilmemiz gerekmiyor.

Uhud harbinde zırhını çıkarıp cevşen okuyarak kaldığına ilişkin Ehli Sünnet kaynaklarda tek bir bilgi yoktur.

Ehli sünnet kaynaklarında olmayabilir. Şia kaynaklarında olsa bu neyi değiştirir. ? Peygamber efendimizin torunu Hz. İmam-ı Zeynel Abidin'e dayandırılan bir duadır bu. Sünni ve şii tüm cumhur tarafından saygı gören bir kişilikti.

Peygamber efendimizin, A'dan Z'ye bütün hayatı kaydedilmiştir. Nakledilmiştir. Gümüşhanevi'yi ve Nursi'yi yüceltme adına zorlamaya gerek yok diyoruz. İyi niyetli bir hata olmuştur. Alimler masum değildir. Hata edebilirler.

Zorlama adına değil de ben anlamını da okuduğum için değerli bir dua olduğuna içtenlik ile inanıyorum. (Tercümesi ile birlikte cevsen meal doc )

Hoş, bana kalsa Peygamberler dışında kimse masum değildir..
Saygılar..
 

bimar

New member
Efendim, okumadınız zannedersem, şianın temel hadis kitaplarında dahi olmayan bir rivayet bu. İmam Zeyne'l Abidin'e değil; doğrudan Cibril-i Emin'e dayandırılıyor. Dikkat edin Zeynel Abidin Hz.lerinin duası demiyor orda. İmam Gazali'den alındığı söyleniyor ancak ondan Asr-ı Saadete hangi zincirle gittiğine dair bir bilgi yok. Olmayan bir Gazali kitabı ismi verilerek bu yapılıyor. Aynı şeyleri lütfen tekrar edip durmayalım.

"İşte, ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ve cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın muhkemat kalesine gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul."

Lemalar | On Üçüncü Lem´a | 81

Bu müberek sözün gereğini yerine getirelim. Ehli sünnetin kabul etmediği bir senedi, senedmiş gibi göstermeyelim. Bu metin, dua olarak güzel olabilir; ancak Cibril-i emin ve Peygamber Efendimize dayandığına dair bir senedi yoktur. Ehli sünnetin böyle bir kabulü yok. Ehli sünnet (Hak) Tarikatlerden de Cevşen'i vird olarak benimsemiş bir Tarikat de yok. Biraz akledelim lütfen. Karargahımız Ehli Sünnet üzere olan bir Hak Mezheb ola... Mezheb imamları ve ulemasının kabul ettiklerini kabul edelim, etmediklerini bırakalım inşallah. Sözümüz özümüz bir olsun.
 

Abidin1

Well-known member
Bende inşaallah Ehli sünnet olduğuma inanıyorum. Bu konuda Akl da etmeye çabalıyorum. Dediğim gibi tercümesini de okudum bu yüzden değerli bir dua olduğuna inanıyorum. Ve ilk mesajda yazdığım gibi düşünüyorum..

Ne kadar akıl etmeye çabalasam da İnternet ortamında bu dua ya neden bu kadar yüklendiklerini anlamıyorum. Bir başlık aynen şöyle "Cevşen Şia nın ve ... cemaatinin şirkidir.."

Fakat madem ki siz itikadımda yeri yok diyorsunuz. "İyi niyetli bir hata olmuştur." gibi iyi niyetle de düşünüyorsunuz. Bu sizin inancınızdır saygı duymaktan başka bir şey diyemem cevap ta veremem.

Fakat karşıdakilerde Kütüb-ü Erbaa da bulunmakta diyor. Hem onların ki daha kuvvetli.. Musâ el-Kâzım - Ca’fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeynelâbidîn - Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarîkıyle Hz. Peygamber.. Direk efendimizin hane halkından geliyor.. Buna da inanmamazlık edemem...
saygılar..
 
Üst