Küçük şeyler büyük şeylerle merbuttur
Sivrisinek gözünü halkeyleyendir mutlaka, Güneşi hem kehkeşi halkeylemiş.
Pirenin midesini tanzim edendir mutlaka, manzume-i şemsiyeyi nazmeylemiş.
Gözde rü'yet, midede hem ihtiyacı dercedendir mutlaka, sema gözüne ziya sürmesi çekmiş, zemin yüzüne gıda sofrası sermiş.
* * *
Kâinatın nazmında büyük bir i'caz var
Kâinatın gör ki te'lifinde bir i'caz var. Ger bütün esbab-ı tabiiye bilfarz-ıl muhal
Ola herbiri muktedir bir fâil-i muhtar. O i'caza karşı nihayet acz ile bil-imtisal
Ederek secde ki ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻗُﺪْﺭَﺓَ ﻓِﻴﻨَﺎ ﺭَﺑَّﻨَﺎ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻘَﺪِﻳﺮُ ﺍﻟْﺎَﺯَﻟِﻰُّ ﺫُﻭ ﺍﻟْﺠَﻠﺎَﻝِ
* * *
Kudrete nisbet her şey müsavidir
ﻣَﺎ ﺧَﻠْﻘُﻜُﻢْ ﻭَﻟﺎَ ﺑَﻌْﺜُﻜُﻢْ ﺍِﻟﺎَّ ﻛَﻨَﻔْﺲٍ ﻭَﺍﺣِﺪَﺓٍ
Bir kudret-i zâtiyedir, hem ezelî; acz tahallül edemez.
Onda meratib olmayıp, mevani' tedahül edemez. İsterse küll, isterse cüz' nisbet tefavüt eylemez.
Çünki her şey bağlıdır her şey ile. Her şeyi yapamayan, bir şeyi de yapamaz.
* * *
Kâinatı elinde tutamayan, zerreyi halkedemez
Tesbih gibi nazmeyleyip kaldıracak; arzımızı, şümusu, nücumu, hasra gelmez
Şu fezanın başına hem sinesine takacak öyle kuvvetli ele bir kimse mâlik olmasa
Dünyada hiçbir şeyde dava-yı halk edip, iddia-yı icad edemez.
* * *
İhya-yı nev', ihya-yı ferd gibidir
Mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sinek, nasıl onun ihyası kudrete ağır gelmez.
Şu dünyanın mevti de, ihyası da öyledir. Bütün zîruh ihyası onda fazla nazlanmaz.
* * *
Tabiat, bir san'at-ı İlahiyedir
Değil tabi' tabiat, belki matba'. Değil nakkaş, o belki bir nakıştır. Değil fâil, o kabildir. Değil masdar, o mistardır.
Değil nâzım, o nizamdır. Değil kudret, o kanundur. İradî bir şeriattır, değil hariç hakikatdar.
* * *
Vicdan, cezbesi ile Allah'ı tanır
Vicdanda mündemiçtir, bir incizab ve cezbe. Bir cazibin cezbiyle daim olur incizab.
Cezbe düşer zîşuur, ger Zülcemal görünse. Etse tecelli daim pür-şaşaa bîhicab.
Bir Vâcib-ül Vücud'a, Sahib-i Celal ve Cemal; şu fıtrat-ı zîşuur kat'î şehadetmeab.
Bir şahidi o cezbe, hem diğeri incizab.
* * *
Fıtratın şehadeti sadıkadır
Fıtratta yalan yoktur; ne dediyse doğrudur. Çekirdeğin lisanı, Meyl-i nümuv der: "Ben, sünbüllenip meyvedar..." Doğru çıkar beyanı.
Yumurtanın içinde, derin derin söyler hayatın meyelanı Ki: "Ben piliç olurum, izn-i İlahî ola." Sadık olur lisanı.
Bir avuç su, bir demir gülle içinde eğer niyet etse incimad. Bürudetin zamanı
İçindeki inbisat meyli der: "Genişlen, bana lâzım fazla yer." Bir emr-i bîemanî...
Metin demir çalışır, onu yalan çıkarmaz. Belki onda doğruluk, hem de sıdk-ı cenanî
O demiri parçalar. Şu meyelanlar bütün birer emr-i tekvinî, birer hükm-ü Yezdanî,
Birer fıtrî şeriat, birer cilve-i irade. İrade-i İlahî, idare-i ekvanî
Emirleri şunlardır: Birer birer meyelan, birer birer imtisal, evamir-i Rabbanî.
Vicdandaki tecelli aynen böyle cilvedir; ki incizab ve cezbe iki musaffa canı
İki mücellâ camdır, akseder içinde Cemal-i Lâyezalî, hem de nur-u imanî.
* * *
Nübüvvet beşerde zaruriyedir
Karıncayı emîrsiz, arıları ya'subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye elbette
Beşeri de bırakmaz şeriatsız, nebisiz. Sırr-ı nizam-ı âlem, böyle ister elbette.
* * *
Meleklerde Mi'rac, insanlarda Şakk-ı Kamer gibidir
Bir mi'racî kerametle melekler, gördüler elhak ki müsellem bir nübüvvette muazzam bir velayet var.
O parlak zât, buraka binmiş de berk olmuş. Kamervari seraser, âlem-i nuru da görmüştür.
Şu şehadet âleminde münteşir insanlara hissî büyük bir mu'cize nasılki ﺍِﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ dir.
Bu mi'racdır, âlem-i ervahtaki sâkinlere en büyük bir mu'cize ki, ﺳُﺒْﺤَﺎﻥَ ﺍﻟَّﺬِٓﻯ ﺍَﺳْﺮَﻯ dır.